Kriter > Söyleşi |

Büyük Bir Stres Testinden Başarıyla Geçtik


Göreve geldikten sonraki ilk söyleşisini Kriter’e veren Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Başkanı Murat Çetinkaya, merkez bankacılığı tartışmaları, TCMB’nin para politikası, 15 Temmuz ve ekonomi yönetimiyle ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Çetinkaya, Kriter Genel Yayın Yönetmeni Fahrettin Altun'un sorularını yanıtladı.

Büyük Bir Stres Testinden Başarıyla Geçtik

Göreve geldikten sonraki ilk söyleşisini Kriter’e veren Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Başkanı Murat Çetinkaya, merkez bankacılığı tartışmaları, TCMB’nin para politikası, 15 Temmuz ve ekonomi yönetimiyle ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Çetinkaya, Kriter Genel Yayın Yönetmeni Fahrettin Altun'un sorularını yanıtladı.

Fahrettin Altun: Yeni ve farklı bir dönem var önümüzde ve bu süreçte merkez bankalarının da fonksiyonları değişiyor. Yeni bir paradigma içerisinde hareket etmeye başlıyorlar. Burada hiç kuşkusuz küresel finansal krizin de önemli bir rolü var. Fiyat istikrarı kadar finansal istikrar, büyüme ve istihdam da merkez bankalarının önemli fonksiyonları haline geliyor. Bu noktada siz merkez bankalarının pozisyonlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Murat ÇETİNKAYA: İfade ettiğiniz gibi küresel finansal kriz büyük bir dönüşüm ve kırılmaya yol açtı. Tabii kriz bir sonuç. Küresel ölçekte biriken bazı kırılganlıkların etkileri 2008 yılı ve sonrasında görüldü. Hala da bu etkileri belli ölçüde yaşamaya devam ediyoruz. Bu dönemde merkez bankalarının rolünün hızlı bir biçimde dönüştüğüne şahit olduk. Literatürdeki tartışmaların da etkisiyle geleneksel merkez bankacılığı daha bütünsel bir yaklaşıma doğru evrilirken merkez bankaları dönüşmeye başladılar.

Bu süreçte merkez bankalarından beklentiler de artmaya başladı. Bu beklentileri tetikleyen öncelikli unsur, muhtemelen krizin finansal piyasalar ağırlıklı olarak gerçekleşmesi ve bu alanda en büyük tecrübenin ve en güçlü araç setinin merkez bankalarında bulunduğu düşüncesiydi. 

Krizin finansal piyasalardan yayıldığı ve kökeninin burada olduğu tespit edilince, merkez bankalarının bu buhranı düzeltebileceği düşüncesi  hakim oldu.

Krizin yayılma etkisiyle birlikte bunun sadece ABD ya da AB’de değil diğer gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde de kökenleri olan yaygın bir sorun olduğu düşüncesi ağır bastı. Ayrıca küresel finans sisteminin bütünleşik yapısı da dikkate alındığında finansal istikrar konusunda merkez bankalarının koordinasyonunun önemi anlaşıldı. Örneğin Financial Stability Board (FSB) gibi kuruluşların finansal regülasyon amacı etrafından merkez bankalarını bir araya getirdiğini gördük. Ancak alınan tedbirlere rağmen reel ekonomide istenilen gelişmeler gerçekleşmedi ve zaman geçtikçe sorunun sadece finansal piyasalarla sınırlı olmadığı, daha derin ve yapısal bileşenleri olduğu ortaya çıktı.

Ekonomik aktörler arasından yaygın biçimde güven unsurunun erozyona uğraması, genel trendin kriz öncesi dengelere bir türlü dönmediğinin görülmesi, farklı bir modelde hareket etme beklentisi ve ihtiyacını doğurdu. En önemlisi iktisadi faaliyet ve büyüme tarafında arzu edilen sonuçlar alınamadı. Parasal ve finansal aktarım mekanizmalarının, kullanılan çok sıra dışı araçlara rağmen çalışmadığı görüldü.  Negatif faiz uygulamaları, merkez bankalarının bilançolarını daha önce tahmin edilemeyecek çapta büyütmeleri çok sıra dışı ve klasik teoride anlamlandırmakta zorlanacağımız hamlelerdi.

Aslında merkez bankalarının aldığı olağanüstü tedbirlerin ve kullanılan sıra dışı araçların normalleşme algılamasını öteleyerek beklentilerdeki düzelmeyi erteleme riski de bulunuyor. Nitekim son dönemde ağırlıklı olarak para politikalarının normalleşmesini tartışıyoruz. Özellikle ABD Merkez Bankası’ndan (FED) başlayarak bu normalleşme sürecinin krizden çıkışın da bir sinyali olması umuluyor. Ancak bu sürecin de sürekli ötelendiğini görmekteyiz.

Sonuç olarak bütün bu yaşadıklarımızı yeni bir paradigma üzerinde düşünmek gerektiğini açık bir şekilde görüyoruz. Küresel ekonominin çok kısa vadede kriz öncesine dönmeyeceğini öngörebiliriz. Çünkü mevcut durumda finansal kesimi de aşan ve birçok yapısal tedbiri gerektiren bir dönüşüm hikayesi var. Burada merkez bankaları muhtemelen büyük resme bakarken fiyat istikrarının yanında, uzunca bir dönem daha diğer makroekonomik dengeleri ve faktörleri de dikkate almaya devam edecektir.

Bu ne kadar sürecek?

Kriz öncesi dönemin dengelerine erişmese de küresel ticaretten ülkeler bazında ekonomik büyümeye değin çeşitli göstergelerde işlerin tekrar rayına oturduğu düşüncesinin hakim olması önemli. Bu da muhtemelen politika  araçlarının sıra dışı (unorthodox) yöntemlerden uzaklaşmasıyla birlikte olacak. Fakat bunun bir süre daha vakit alacağını söyleyebiliriz.

Türkiye’nin Durumu Daha Olumlu

İsterseniz biraz da yeni normallikler süreci içerisinde Türkiye Cumhuriyet Merkez  Bankası’nın (TCMB) rolünü konuşalım. TCMB bu anlamda ne tür bir rol oynuyor? Böylesi yeni bir dönemin dinamikleri düşünüldüğünde Merkez Bankası’nın konumu sizce ne olmalı?

Küresel finansal krizle birlikte şartların, gelişmekte olan ülkeler için daha da zorlaşmaya başladığı kanaati hakim oldu. Çünkü bu ülkeler zaten kalkınma sürecinin  belirli bir aşamasındaydılar ve kendilerine has yapısal dönüşüm hikayeleriyle birlikte bir süreç yaşıyorlardı. Ayrıca, çoğunlukla finansman kanalından da küresel finansal piyasalara oldukça entegre ülkelerdi. Bu anlamda küresel finansal krizle birlikte yaşanan zorlukların ve daralmanın, Türkiye dahil gelişmekte olan ülkeler için yeni sorunları da beraberinde getirdiği algısı güçlüydü. Bunda belli bir ölçüde haklılık payı var. Ancak bununla birlikte  gelişmiş ve bazı gelişmekte olan ülkelerle kıyas edildiğinde Türkiye’nin durumunun nispeten daha olumlu olduğunu söyleyebiliriz.

Küresel kriz sonrasında birçok ülkede gözlenen kamu maliyesi sorunları, finansal kesimde karşılaşılan sıkıntılar, iç talep ve tüketimi derinden sarsacak ölçüde güven kanalında baş gösteren erozyon gibi kritik ve krizi daha da akut hale getiren kırılganlıklar Türkiye’de yaşanmadı.

Yaşanmadı çünkü uzun bir süre boyunca zaten ev ödevi yapılmış, kriz dönemine hazırlıklı girilmiş ve iyi bir yönetişimle bu sürecin zorluklarına cevap verilebilmişti. Bu anlamda Merkez Bankası’nın, krizi derinden yaşayan ülkelerin aksine, Türkiye’de tek ve başat aktör rolünü üstlenerek çok sıra dışı unsurlarla ekonomiye müdahale etmesini gerektirecek bir ortam olmadı. Bu elbette Türkiye için olumlu bir tablo.

Bununla birlikte yeni dönemin getirdiği riskler dikkate alınarak, Merkez Bankası para politikasını ve araç setini yeniden  tasarlama yoluna gitti. Özellikle para politikası araçlarını çeşitlendirerek Rezerv Opsiyon Mekanizması (ROM) gibi örneği olmayan yeni uygulamaları hayata geçirdik. Bunun dışında diğer düzenleyici kurumlarla yakın koordinasyon içerisinde olup makro ihtiyati tedbirler gibi yöntemlerle olası kırılganlıkları ve riskleri yönetmeye çalıştık. Bazıları sıra dışı olmakla birlikte atılan adımlar gelişmiş ülkelerin yaşadığı gibi krizle mücadele kapsamında değil ilerde oluşabilecek makro-finansal riskleri sınırlamak için atıldı. Bu uygulamaların en önemli kazanımlarından biri de Merkez Bankası’nın yeni risklere karşı çözüm üretebilme kapasitesinin gözlenmesiydi.

Merkez bankalarından beklenen en temel katkı öncelikle fiyat istikrarının sağlanması. Bununla birlikte finansal istikrarın ihmal edilmesi orta ve uzun vadede fiyat istikrarını da tehdit edebilir. Dolayısıyla Merkez Bankası’nın finansal istikrarı da gözetme sorumluluğu var. Bu çerçevede Merkez Bankası hedeflerine dengeli bir biçimde ulaşmaya çalışmakta. Fiyat istikrarı cephesinden bakıldığında, Merkez Bankası’nın enflasyon hedefini yakalaması ve bu hedefe kalıcı olarak ulaşıldığının ekonomik aktörler tarafından kabul edilmesini sağlaması önemli. Eş zamanlı olarak krizin getirdiği zorlukların yönetilmesine katkı sağlamak ve finansal istikrarı korumak da önem arz ediyor. Önümüzdeki dönemde de böyle olacağını söyleyebilirim.

Merkez Bankası Etkin  Rol Oynamalı

Peki fiyat istikrarının sağlanmasında yol haritanız nasıl şekilleniyor? Önceki dönemlerle kıyasladığınızda benzerlikler ya da farklılıklar var mı?

Türkiye’nin enflasyonla mücadele ve fiyat istikrarı tecrübesine baktığımızda enflasyonun tek haneli seviyelere indirilmesinin Türkiye’nin başarı hanesine yazıldığını söyleyebiliriz. Bununla birlikte benzer ülkelerle kıyaslandığında oynaklığı bir miktar yüksek ve hedefin üzerinde bir enflasyona sahibiz. Tabi ki enflasyon tarafında daha başarılı bir performans sağlamayı arzu ederdik; ancak son yıllarda yaşanan önemli şoklara rağmen ekonominin dengeli bir şekilde büyümeye devam etmesi ve bu süreçte enflasyonun belli bir seviyede tutulabilmesi de önemli bir kazanım olarak görülmelidir.

Gelinen noktada fiyat istikrarına ulaşma yolunda ilave bir çabanın gerekliliğini görüyoruz. Merkez Bankası olarak bunun iletişimini kamuoyuyla da yaptık. Fiyat istikrarı ekonominin dengeli bir trendde yoluna devam edebilmesi için son derece önemli. Bunun orta ve uzun vadede büyümeyi kesinlikle destekleyici olduğunu biliyoruz. Çünkü kalıcı ve makul düzeydeki bir enflasyon seviyesi ekonomik aktörler açısından hayatı kolaylaştıran bir unsur. Bu hedefe ulaşabilmek için neler yapmamız gerektiğini dinamik bir biçimde hem araçlar hem de genel strateji açısından değerlendiriyoruz.

Para politikası araçlarını etkin bir biçimde kullanmaya devam edeceğiz. Bununla birlikte Türkiye’de enflasyonla mücadeleyi zorlaştıran, para politikasının etkinliğini azaltan bazı yapısal ve konjonktürel unsurlar var. Örneğin gıda enflasyonu. Merkez Bankası bu unsurların daha net anlaşılması ve fiyat istikrarı ve makroekonomik dengeler üzerindeki etkilerinin giderilmesi için çözümler üretilmesi süreçlerine katkı sağlamaya hazır.

Bu hedefe yönelik olarak, zaten var olan çalışmalarımızı daha da geliştirebilmek adına, yapısal ekonomik araştırmalara odaklanacak yeni bir birim oluşturduk. Enflasyonun temel unsurlarını, fiyat istikrarı hedefine giderken para politikamızın etkinliğini kısıtlayan ögeleri detaylarıyla çalışarak ve mümkün mertebe mikro veriyle de destekleyerek alınabilecek politika önerilerini oluşturmaya çalışıyoruz.

Burada kritik gördüğüm bir hususa değinmek isterim: Paydaşlarla koordinasyon ve iletişim. Öncelikle atılacak adımlardan bir kısmı özellikle hükümetimizin, ilgili bakanlıkların ve bazı diğer düzenleyici kurumların katkısını gerektiriyor. Ortak çaba ve eşgüdümle yapısal alanlarda elde edilecek sonuçların enflasyonla mücadelede elimizi güçlendireceğini ve ekonomi politikalarının hareket alanını genişleteceğini düşünüyoruz. Sonuç olarak önümüzdeki dönemin en önemli gündem maddelerinden biri yapısal konular olacak. Burada iyi bir işbirliği yakalanacağını düşünüyoruz.  Bu süreçte etkin bir iletişimin yürütülmesi önemli. Zira özellikle yapısal tarafta atılacak adımların sonuçları zamana yayılarak gözlemlenebiliyor. Bu yüzden beklentileri iyi yönetebilmek, stratejinin iletişimini iyi yapabilmek ve buradan elde edilecek sonuçlara dair inandırıcılığı güçlü tutabilmek gerekiyor.

15 Temmuz Sonrası Piyasaya Güven Verdik

Türkiye hiç kuşkusuz son üç yıldır zor bir dönemden geçiyor. Oldukça kritik badireler atlatıldı. Bu dönemde ulusal ve uluslararası alanda merkez bankacılığının konumu ve rolü üzerinde çeşitli tartışmalar yapıldı. Bu anlamda geçtiğimiz üç yıllık süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Diğer taraftan da 15 Temmuz öncesi ve sonrası attığınız adımları sormak istiyorum.

Küresel finansal krizle birlikte genel olarak merkez bankalarının rolünün daha fazla tartışıldığını gördük. Çünkü küresel olarak merkez bankalarının öne çıktığı bir dönem yaşadık. Ayrıca uygulanan politikalar ve alınan kararların ekonomik aktörlerin tamamı açısından önemli sonuçlarının olması bu tartışmaları daha da alevlendirdi. Türkiye’de de genel olarak merkez bankacılığının duruşu, konuya yaklaşımı, araçları ve ürettiği sonuçlar tartışıldı.

Hem ekonomik unsurlar hem de bunun dışında ülkenin son üç yılda içinden geçtiği süreç Merkez Bankası açısından elbette zorluklar içeriyordu. İç ve dış gelişmeler, jeopolitik ve konjonktürel faktörler ve en son tecrübe ettiğimiz darbe görünümlü işgal girişimi bu üç yıllık süreci zorlaştıran etkenlerdi. 

Zor bir dönemdi; çünkü Merkez Bankası’nın bir yandan hedefi doğrultusunda teknik verilerle hareket ederek hüküm vermesi, aktörleri alınan kararlar ve sonuçları hakkında ikna edebilmesi diğer yandan da dinamik bir biçimde muhtemel kötü senaryolara hazırlık yapabilmesi gerekiyordu. Merkez Bankası’nın koruması gereken en önemli unsurlardan birisi itibarıdır. Zira Merkez Bankası’nın en büyük gücü ve aracı kredibilitesidir. Özellikle zor zamanlarda piyasaya doğru mesaj ve güveni verebilmek için iyi zamanlarda bu kredibiliteyi oluşturmak, biriktirmek ve tesis etmek gerekiyor. Merkez Bankası geçtiğimiz dönemde bunu yapmaya çalıştı.

15 Temmuz’da çok sıra dışı ve beklenmedik bir olayla karşı karşıya kaldık. Bu hain saldırı sonrasında piyasalara güven vermek bizim açımızdan öncelikli unsurdu. 15 Temmuz’u takip eden süreçte, 17 Temmuz Pazar günü Merkez Bankası olarak bir duyuru yaptık. Bu duyuru ile piyasalara ihtiyaç duyulması halinde sınırsız likidite desteği verileceği, ödeme sistemlerinin etkin çalışmasının sağlanacağı ve fiyat hareketlerinin yakından takip edileceği mesajları paylaşıldı.

Bu dönemlerde olası kafa karışıklıkları ve belirsizlikler, piyasada sıra dışı fiyat hareketlerine yol açabilir. Biz bu duyurumuzda piyasa gelişmeleri ve fiyat oluşumlarını da yakından takip edeceğimizi ifade ettik. Bu da dengeli bir duruşa işaret ediyordu. Şunu söylemiş olduk: “Ne ani ve alarmist sayılabilecek bir tepki vereceğiz ne de kayıtsız kalmak gibi algılanabilecek bir duruş sergileyeceğiz.  Tam tersine piyasayı düzenli, aktif bir biçimde yakından takip edeceğiz.”

Açıklamalarımızın ve duruşumuzun piyasalarca olumlu algılandığını gördük. Piyasaya güven verici tedbirleri süratli ve koordineli bir şekilde alabileceğimiz görüldü.

Darbe girişimini takip eden günlerde, özellikle ilk haftasonu, ülke genelinde şubelerimizi çalıştırdık. Bankaların ihtiyaç duyabileceği likiditenin sağlanması için gerekli tüm tedbirleri aldık. Çok şükür bunların çoğunluğuna yüksek bir ihtiyaç duyulmadan ve güven hissini koruyarak o birkaç günü geçirmiş olduk.

Takip eden hafta Para Politikası Kurulu toplantımız vardı. Bu toplantıda daha önce kamuoyuyla paylaştığımız yol haritasıyla uyumlu bir adım atarak normal seyrimize devam ettik. İletişimimizde de temkinli bir dil kullanarak risklerin farkında olduğumuzu belirttik. Ancak yaşanan sürecin kontrol altında olduğu fikrini hissettirerek bu süreçte beklemeyi değil, yol haritamızla uyumlu bir biçimde devam etmeyi tercih ettik.

Bu kararımızın olumlu sonuçları olduğunu düşünüyorum. Piyasaya güven verme anlamında ve genel olarak Merkez Bankası’nın önümüzdeki dönemi nasıl okuduğunu göstermesi bakımından önemli bir karardı. Takip eden hafta ise Enflasyon Raporu basın toplantımızda daha kapsamlı bir iletişim yapma imkanı bulduk. Orada net mesajlar  vererek ekonomik görünüme  dair görüşlerimizi paylaşmaya gayret ettik.

Şunu özellikle ifade etmek isterim: Türkiye bu süreçte ekonomi alanında yönetişim açısından çok değerli bir örnek ortaya koydu. İç-dış paydaşlarla etkili, zamanında ve tonu çok iyi ayarlanmış bir iletişimin yürütüldüğünü düşünüyorum. Böylesi zor bir dönemde bile ülkenin karar alabilme kabiliyeti net bir biçimde ortaya konuldu. Büyük bir stres testinden başarıyla geçmiş olmanın iç ve dış aktörlere önemli güven verdiğini düşüyorum.

Milli Bir Duruşla Süreç Kolay Atlatıldı

Bu testten geçme döneminde hiç kuşkusuz liderlik, yönetim ve koordinasyon süreçleri yaşandı. Toplumun tavrını nasıl değerlendirdiniz? Böyle bir devasa olay karşısında bir ekonomik kriz algısının gelişmesi ihtimalinden çokça bahsedilir. Biraz da böyle bir tepki verilip bunun üzerinden de yeni bir kriz dalgasının başlayacağı umulur. Siz 18 Temmuz’dan sonra bu anlamda toplumun tavrını nasıl okudunuz? Türkiye Cumhuriyeti ekonomisinin en önemli kurumlarından birinin başındaki isim olarak nasıl değerlendirdiniz?

Kritik soru şuydu: Yaşadığımız şey nedir ve buna nasıl bir tepki verilmesi gerekir? Burada süreç ilk andan itibaren toplum tarafından doğru okundu ve güçlü, aynı zamanda tarihi, bir tepki ortaya çıktı.

Ekonomik kararlar açısından bakıldığında genel refleks, bir an önce hayatı normale döndürmek ve yaşanan bu saldırı karşısında olası zararı minimize edebilmekti. Tüm aktörlerin ortak çabasıyla bu başarıldı ve çok kısa sürede darbe girişimi öncesine dönülebildi. Bu psikolojinin korunmasıyla birlikte zor bir süreci kolaylıkla atlatabildik.

Bir sarsıntı, bir yeni durum oluşmadı. Bir süreklilik söz konusu oldu.

Evet. Zaten o yüzden olayın büyüklüğü ve şiddetine nazaran piyasalarda yaşanan ilk anki tepki ve kayıpların oldukça kısa bir sürede, hızlıca geri alındığını gördük. Yani kısa sürede tekrar normale dönen bir süreç yaşadık. Bu durum Türkiye adına müthiş bir testten başarıyla geçmek anlamına geliyor. Bundan sonraki süreç için de epey yol gösterici yönleri var.

Sadeleşme Adımları Olumlu Sonuçlar Üretti

Hiç kuşkusuz karşı karşıya kaldığımız durum toplum-ekonomi-siyaset ilişkileri bağlamında, belki de ders kitaplarında uzun süre okutulması gereken bir örnektir. Şunu da sormak istiyorum: Siz Merkez Bankası para politikasını sadeleştirmek adına faiz indirimlerini ve diğer bazı adımları gerçekleştiriyorsunuz. Bunların piyasa açısından etkisi nedir? Neden böyle bir süreç yaşanıyor?

Merkez Bankası’nın dinamik bir şekilde para politikası ve araçlarını şekillendirmesi gerekiyor. Biz geçtiğimiz sene, önceki yıllarda uyguladığımız bazı yöntem ve araçlarda kademeli olarak değişime gitme yönünde bir karar almıştık. Ben de Para Politikası Kurulu’nun bir üyesi olarak bu süreci desteklemekteydim.

Burada özellikle para politikasının piyasa aktörleri ve yatırımcılar açısından daha net ve kolay anlaşılabilir bir modele evrilmesi önceliğimizdi. Son dönemde de bu yönde adımlar attık. Bu adımlara para politikası açısından bakıldığında bizi istediğimiz hedefe doğru  taşıdığını görüyoruz.

Atılan adımların piyasa yansımaları elbette sıklıkla tartışılıyor. Merkez Bankası’nın aldığı kararlar  finansal piyasalarda çeşitli şekillerde sonuçlar oluşturur. Biz son Enflasyon Raporumuzda da bu konuda kısa bir analizi kamuoyuyla paylaştık. Parasal ve finansal aktarım mekanizmasından bahsettik. Analizde de ifade ettiğimiz gibi bu mekanizma dönem dönem muhtelif şartlara bağlı olarak değişik hız ve şiddette çalışabilir. Para politikası aktarımının etkinliğini artırma ve iletişimi güçlendirme anlamında önemli adımlar attığımıza inanıyoruz. Mevcut duruma baktığımızda attığımız adımların piyasada etkili olmaya ve sonuç üretmeye başladığını görüyoruz. Sadeleşme sürecinde attığımız adımları kararlılıkla devam ettirmemizin piyasa tarafından da olumlu algılandığını gözlüyoruz. Önümüzdeki dönemde sadeleşmeyi uygun bir nokta ve makul bir sürede tamamlayabilmek öncelikli hedefimiz. Bu hedefe doğru adım adım ilerliyoruz.

Fiyat İstikrarı Kaliteli Büyümeye Katkı Sağlar

Konuşmanızın başında da bu mevzuyu ele almıştık. Ama daha somutlaştırmak istiyorum. Bir taraftan enflasyon bir taraftan büyüme... Bu tartışmaya, enflasyonbüyüme ilişkisine nasıl bakıyorsunuz? Aynı anda iki hedefe ulaşmak nasıl mümkün olabilir? Bu anlamda Merkez Bankası’nın pozisyonu nedir? Yasal olarak baktığımızda Merkez Bankası fiyat istikrarını sağlamak durumunda. Öte taraftan istikrarlı ekonomik büyüme hedefinin temini noktasında ne yapması gerekir?

Aslında fiyat istikrarı ve büyüme birbiri ile çelişmiyor. Bilakis bu iki değişken arasında orta vadede birbirini destekleyen bir ilişki var. Fiyat istikrarı kaliteli büyümeye katkı sağlayan önemli bir unsur. Türkiye perspektifinden bakıldığında hedeflediğimiz seviyedeki bir enflasyona kalıcı olarak ulaşabilmemiz, tüm ekonomik aktörlerin toplumsal refahı açısından da bizi bugüne göre çok daha iyi bir ortama taşıyacak. Elbette genel tartışmalar ve kısa vadeli kararların etkileri üzerinden yapılan yorumlar var. Bunlar da çok önemli ve ufuk açıcı tartışmalar. Olması da doğal çünkü alınan her kararın aynı zamanda bir  ödünleşimi söz konusu.

Ben odağın biraz daha orta vadeye doğru taşınması gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda Merkez Bankası’nın üzerine düşen önemli roller var. Bunlardan birincisi şu: Fiyat istikrarı, büyüme ve toplumsal refah arasındaki ilişkiyi daha iyi anlatabilmemiz gerekiyor. Bugün enflasyon hedefi konuşulduğunda sadece sayısal bir hedef gibi görülen bu tartışmayı biraz daha somutlaştırabilmek ve tüm aktörler açısından daha anlamlı bir hale getirmek gerekiyor.

Örneğin Türkiye’de enflasyonun hedefimiz açısından yüzde 5 düzeyinde gerçekleşmesi ve o seviyede istikrar kazanmasının tüm ekonomik aktörler için bugüne göre ne gibi farklar oluşturacağını, nasıl kazanımlar sağlayacağını anlatabilmek gerekiyor.

Örneğin yerli para cinsinden uzun vadeli kredi temin ederek yatırım yapmak isteyen bir iş adamının, fiyat istikrarının sağlandığı bir ortamda bunu daha kolay ve daha düşük maliyetle yapabileceğini iyi bilmesi bizim açımızdan çok mühim bir nokta. Hanehalkının ve bireylerin  krediye daha uygun şartlarda ve daha uzun vadelerde erişebilmeleri için fiyat istikrarının sağlayacağı katkıyı anlatabilmemiz önemli. Bunlar fiyat istikrarının getireceği avantajlarla ilgili hususlar. Özetle fiyat istikrarı amacını ve hedefini tüm ekonomik aktörler için anlamlı bir ortak hedef haline getirmeye çalışmalıyız.

Diğer taraftan uygulanacak yöntemlere ve ödünleşimlere dair tartışmaları da olağan görüp kaliteli bir iletişimle yol haritasını paylaşmak da önem arz ediyor. Yani atılan adımların yöneldiği hedefi, buradaki stratejinin ve katlanılan maliyetlerin kısa, orta ve uzun vadede getirebileceği yararları, fayda-maliyet analizini paydaşlara iyi anlatabilmek lazım.

Önümüzdeki dönem bence bu açıdan kritik olacak. Enflasyonla mücadelede hem gittiğimiz yer hem de kullandığımız araçlar ve ulaşmaya çalıştığımız hedefin sağlayacağı fayda daha iyi anlaşılabilirse, tüm paydaşlarla sağlanacak daha yüksek koordinasyonla sonuca ulaşmamız mümkün olabilir.

Terör Ekonomiyi De Hedef Alıyor

Bir taraftan da Türkiye’nin terörle mücadele süreci var. Bu süreçte koordineli bir şekilde Türkiye’nin üzerine gelen terör örgütleri ana aktör konumunda. Bu terör örgütleri içerisinde 15 Temmuz işgal girişiminin arkasındaki FETÖ en önemli aktörlerden bir tanesi. Diğerleri PKK ve DAEŞ. Türkiye bunlarla koordineli bir şekilde mücadele ediyor. Çünkü ülkeye eşgüdümlü olarak saldırıyorlar. Bu örgütlerin eylemlerinin Türkiye ekonomisine verdiği zararı, bulunduğunuz pozisyondan nasıl okuyorsunuz? Özel olarak FETÖ’nün bu anlamda ne tür pozisyonu var ve mücadele bağlamında ekonomi yönetimi tarafından atılması gereken adımlar neler? Sizce bu anlamda neler yapılabilir?

Değindiğiniz gibi Türkiye sistemli, koordineli, belli bir hedefe yönelmiş terör faaliyetleriyle çok uzun süredir mücadele ediyor. Elbette ekonomi açısından da bu yaşananların muhtelif yansımalarını görüyoruz. Sistemli saldırıların bir parçasının da genel olarak bir güven erozyonu oluşturmak ve ekonomik faaliyetlere darbe vurmak olduğu açık. Ancak tüm bunlara karşı güçlü bir koordinasyonla etkin bir mücadele verildiği ve başarıya ulaşıldığı görülüyor. Önümüzdeki dönemde de iyi bir yönetişimle ekonomideki kalkınma yolculuğunun sorunsuz devam etmesi beklenir.

FETÖ elbette çok önemli bir risk unsuru. Bu yapı ülke içerisinde ekonomide de etkinlik sağlamak amacıyla geçmiş dönemde yoğun faaliyetler içerisinde bulundu. Bunun olası olumsuz etkilerinin önlenmesi adına muhtelif tedbirler zaten alınıyor. Genel ekonomik görünüm açısından bakıldığında bu riskin de kısa sürede bertaraf edileceğine inanıyorum.

Finansal Kesimde Hava Olumlu

Bu mücadele döneminin bankacılık sektörü dahil olmak üzere çeşitli alanlarda zorluklar oluşturabileceği şeklinde görüşlere rastlanmakta. Bu arınma sürecinin ekonomi alanında etkilerine dair gözleminiz nedir?

Gözlemim bu süreçlerin sorunsuz yönetildiği şeklinde. Finansal kesimin risk konusundaki tedirginliği, iş yapış modelinden kaynaklanır ve doğaldır. Bu süreçte risklerin yönetilmesi anlamında gerekli tüm tedbirlerin alındığını düşünüyorum. Bankacılık sektörü başta olmak üzere finansal kesimde şu an bu sürece dair olumsuz bir hava olmadığı kanaatindeyim.

Merkez Bankası İle İlgili  Kaygılar Boşa Çıktı

Sizin bu bulgunuz önemli. Çünkü bu tarz söylemler bazen propaganda unsuruna da dönüşebiliyor. Merkez Bankası açısından da geçtiğimiz aylarda yaşanan görev değişimi önemliydi ve Merkez Bankası’nın rolüne ilişkin tartışmalar da gündemdeydi. Bu sürecin sorunsuz atlatıldığını gördük. 15 Temmuz sonrasında ise ekonomide karar alma süreçlerine dair bazı kaygıların dile getirildiğine şahit olduk. Bu tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle Merkez Bankası’nın güçlü bir kurumsal yapıya sahip olduğunu söylemek isterim. Geçiş dönemlerini de etkin yönetebilme gücüne sahip. Görev değişimi süreci iyi bir zamanlamayla ve teknik bir biçimde yönetildi. Ülkeyi tanıyanlar için bu doğal olandı bence.

15 Temmuz darbe girişimi elbette büyük bir stres testiydi. Kurumların teknik kararları hızlı bir biçimde almalarıyla kurumsal yetkinliklerinin gayet güçlü olduğu bir kere daha ortaya çıktı.

Bir Fırsat Penceresi Açıldı

15 Temmuz sonrası yaşanan önemli hususlardan bir tanesi ortaya çıkan mutabakat zemini oldu. Bunun üzerinden Türkiye’nin yapısal sorunlarının çözümü hususunda önemli beklentiler ortaya çıktı. Siz bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’nin var olan potansiyelini açığa çıkarabilmesi adına gerekli adımların atılması için elbette ortak anlayış önemli fırsatlar sunuyor. Örneğin Merkez Bankası olarak yapısal reformların hayata geçirilmesinin ülkenin büyüme potansiyelini açığa çıkarmak bakımından çok önemli olduğunu tüm iletişimimizde kullanıyoruz. Burada yapısal dediğimiz unsurlar genellikle belli bir mutabakatla ve orta-uzun vadede atılacak adımlardır. Bu tarz mutabakatlar süreçleri kolaylaştırır. Bu anlamda bir fırsat penceresi açıldığını söyleyebiliriz. Reform sürecinde atılacak adımlar önümüzdeki dönemde Türkiye’nin kalkınma yolunda ilerlemesine çok önemli katkılar verebilir. Elde edilen toplumsal mutabakat bu süreci hızlandıracaktır.

Finansal Sistemimiz Çeşitlendirilmeli

Son sorum da şu: Siz bankacılık sektöründen geliyorsunuz. Genel olarak bankacılık ve özelde de son dönemde sıklıkla gündeme gelen katılım bankacılığı konusunda ne düşünüyorsunuz?

Merkez Bankası için finansal aktarım mekanizmasının çalışması bakımından etkin ve verimli bir bankacılık sektörü önemli bir bileşendir. Finansal istikrarın da ayrılmaz parçasıdır. Bunun da Türkiye’de var olduğunu biliyoruz. Bankacılık sektörü finansal derinleşmeye de katkı sağlıyor. Özellikle ürün ve hizmetlerin çeşitlendirilmesi yoluyla. Katılım bankacılığının bu çeşitlendirme ve finansal derinleşmeye katkı sağlama potansiyeli önemli.

Diğer taraftan, sermaye piyasaları başta olmak üzere farklı finansman alanlarının da güçlenmesinin finansal istikrar ve sürdürülebilir kalkınma açısından önemli olduğunu düşünüyorum.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası