Kriter > Dosya > Dosya / FETÖ ve 15 Temmuz |

Avrupa’nın FETÖ Kayıtsızlığı


Geride bırakılan üç yıl içerisinde Avrupa ve Alman kamuoyunun FETÖ tehlikesine karşı hala gerekli tedbirleri almadığı ve bu tutumda bilinçli bir tercihin etkili olduğu gözlenmektedir.

Avrupa nın FETÖ Kayıtsızlığı

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içine sızmış Fetullahçı Terör Örgütü’ne (FETÖ) bağlı teröristlerin 15 Temmuz 2016 akşamı teşebbüs ettiği ve başta Türk milletinin kolektif direnci sayesinde sekteye uğratılan hain darbe girişiminin üçüncü yılı geride bırakılmaktadır. Darbe girişiminin gerçekleştiği andan itibaren ve geride bırakılan üç yıl içerisinde Türkiye’nin özellikle Avrupa ülkeleri tarafından maalesef yalnız bırakıldığı ve hatta bu süreçte Türkiye’nin hassasiyetlerinin dikkate alınmadığı gözlenmektedir.

Darbe girişiminin ardından başta Avrupa’nın lokomotif ülkesi konumundaki Almanya olmak üzere birçok ülke tarafından beklenen dayanışmanın sergilenmeyişi, buna ilaveten FETÖ ile mücadelede Türkiye’nin talep ve dayanışma çağrılarına karşılık verilmemesi bugün dahi süregelen bir yaklaşımın yansımasıdır.

 

Siyaset ve Medya

Öncelikle öne çıkan husus Almanya başta olmak üzere Avrupa siyaseti ve medyasının 15 Temmuz darbe girişimi süresince ve sonrasında darbe girişimine yönelik son derece isteksiz bir şekilde tepki koymalarıdır.

Konuya Almanya özelinde odaklandığımızda darbe girişimine yönelik Almanya’nın ilk resmi açıklamasının 16 Temmuz Cumartesi günü Şansölye Angela Merkel’den geldiği ve başarısız darbe girişiminin Merkel tarafından kınandığı görülmektedir. Daha sonraki günlerde darbe girişimi sonrası darbecilere yönelik başlatılan operasyonlarda hukukun üstünlüğü ve orantılılık ilkesine bağlı kalınması gerektiğini belirten Merkel “kaygı”larını dillendirmiştir. 28 Ağustos 2016’da ise Almanya lideri bir kamu televizyonuna verdiği mülakatta 15 Temmuz darbe girişimini federal hükümet olarak kınamalarının doğru ve önemli olduğunu yinelemiş ve hatta empati çağrısında bulunmuştur. Benzer bazı açıklamalar da yapılmasına rağmen federal hükümetin diğer önde gelen üyelerinin darbecilerden ziyade Türk hükümetini ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alan eleştirileri öne çıkmıştır. Bu tutum bilhassa bünyesinde PKK destekçilerini de barındıran ve PKK yasağının Almanya’da kaldırılması gerektiğini savunan muhalefetteki Sol Parti milletvekilleri tarafından sürdürülmüştür. Benzer şekilde muhalif Yeşiller Partisi milletvekillerinin de FETÖ manipülasyonlarını baz alan yalan haberler üzerinden Türk hükümetini ve darbeye direnenleri eleştirmesi dikkatlerden kaçmamıştır. Örneğin darbe girişiminin ertesi günü vatandaşların Boğaziçi Köprüsü’nde bir askerin kafasını kestiği asılsız haberini referans alarak açıklamalarda bulunan önde gelen bir Yeşiller Partisi mensubu tepki çekmişse de bu söyleminden ötürü özür dahi dilememiştir.

Genel olarak 15 Temmuz gecesinin akabinde ve günümüze kadar ısrarla sürdürülen siyasi söylem ve spesifik olarak darbe girişimine yönelik kayıtsız tutum genel hatlarıyla korunmuştur. 2005’ten bu yana görevde bulunan ve birçok görüş ayrılıklarına rağmen Türk-Alman ilişkilerine önem verdiği aşikar olan Şansölye Merkel ve bazı ılımlı federal hükümet üyeleri darbe girişiminin ilk anında olmasa da püskürtülmeye başlanmasını müteakip sosyal medya üzerinden kınayan açıklamalar yapmışlardır. Ancak özellikle 16 Temmuz’dan itibaren darbecilere yönelik Türk hükümetinin yürüttüğü mücadele eleştirilmeye başlanmakla beraber zaman zaman darbenin hem toplum hem de Türk siyaset kurumu açısından oluşturduğu maddi ve manevi tahribat görmezden gelinmiştir.

Maalesef bu durum Alman hükümetinde yer alan parti mensuplarının esas olarak FETÖ’cü darbecilere yönelik muameleye odaklanmasıyla sonuçlanmış ve bilhassa muhalefet cephesindeki bu tutum tamamen rasyonellikten uzak ve Türkiye/Erdoğan karşıtı bir söyleme evrilmiştir. Bu bağlamda eleştirilerde Türk hükümeti veya devletinden ziyade öne çıkan söylem bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hedef tahtasına konulması olmuştur. Bununla birlikte idam tartışmaları da Alman siyasetçileri tarafından eleştirilirken böyle bir şeyin hayata geçirilmesi durumunda AB müzakerelerinin sona ereceği tehdidine başvurulmuştur.

Darbe girişiminden on beş gün sonra gurbetçiler tarafından Köln’de gerçekleştirilen darbe karşıtı mitingi de eleştirel ve olumsuz bir çerçevede ele alan Alman siyasetçiler Almanya’daki Türklerin elbette Türkiye’deki darbe girişimine karşı duyarlı olma haklarının bulunduğunu belirtmişler ancak Türkiye’deki sorunları Almanya’ya taşımanın yanlış olacağı ve bu mitinglerde hukuk dışına çıkıldığında gereken önlemlerin alınacağını açıklamışlardır.

Genelde Avrupa özelde Alman medyası hem 15 Temmuz gecesi takındığı yayın politikası hem de sonrasındaki tercihleriyle bilhassa 2013 Gezi Parkı Şiddet Eylemleri’nden bu yana sergilemiş olduğu takıntılı tutuma benzer hareket etmiştir. Dolayısıyla darbeye “ama”sız karşı olmak yerine “darbecileri anlamaya çalışan” bir meyilde olmuştur. Bir nevi bekle-gör yayın politikası olarak da özetlenebilecek bu tutum özellikle ilk saatlerde bariz bir şekilde benimsenmiştir.

Dolayısıyla tüm Avrupalı ve Alman medya platformları hem 15 Temmuz gecesi ve sonrasındaki süreçte hem de geride bırakılan üç yıl içerisinde –bazı istisnai ve neredeyse bu sebepten ötürü marjinalleştirilmek istenen, dışlanan rasyonel Alman gazeteciler dışında– darbeye Türkiye’nin tezleriyle yaklaşmamıştır. Aksine FETÖ söylemi ve manipülasyonlarının Batı ve Alman medyası tarafından tercih edilesi görüldüğü ve Türk hükümetine yönelik negatif tutumun bu konudaki yanlı haberciliğe neden olduğu gözlenmiştir.

 

Üç Yıllık Süreç

Geride bırakılan üç yıl içerisinde öne çıkan gelişmeler dikkate alındığında ise FETÖ konusunda genelde AB’nin özelde de Almanya’nın Türkiye’nin bu terör örgütüyle mücadelesi ve konuya ilişkin hassasiyetlerine hiçbir anlamda duyarlı olmadığı gözlenmektedir. Dayanışma, müttefiklik veya genel olarak terörle mücadele konusundaki dayanışma beklentisinin aksine bilhassa Almanya’nın FETÖ mensubu firari üyelere topraklarında kol kanat germesi maalesef buz dağının görünen tarafı olarak değerlendirilebilir.

Almanya’nın, Türkiye’nin FETÖ’ye karşı kararlı yaklaşımına yönelik pozisyonunun şekillenmesindeki en temel etken Ankara’nın ilgili terör örgütüne yönelik temel tezlerini dikkate almamasıdır. Köklü ikili ilişkiler geçmişi bulunan, ticari ve tarihsel nitelikte kuvvetli bağları olan her iki ülkenin maalesef son yıllardaki temel fikir ayrılıklarının başında FETÖ konusu da önemli bir yer tutmaktadır.

FETÖ bağlamında Ankara-Berlin arasındaki ilişkileri olumsuz etkileyen temel husus Almanya’nın darbe girişiminin arkasındaki temel aktörlerin örgüt mensuplarının olduğu hakikatini kabul etmemesi, bu konuda Türk yetkililerinin tezlerine itimat etmemesi ve örgütün “sivil ve barışçıl bir yapılanma” olduğu tezinde ısrar etmesidir. Dolayısıyla Federal Alman hükümeti, medyası ve sivil toplum uzantılarının Türk tezlerine itimat etmemesi ve bunu doğrudan veya dolaylı yoldan resmi kurumları vasıtasıyla da kamuoyuyla paylaşması son üç yıldır sürdürülmüş bir durumdur. Diğer yandan her ne kadar Türkiye’nin ilgili Alman makam ve muhataplarına örgüte dair binlerce sayfalık rapor ve hukuki evrakları dahi yollamasına rağmen Berlin’in Ankara’nın pozisyonuna dair yaklaşımı söylemsel bazı manevralar dışında değişmemiştir. Böylelikle bugün FETÖ’nün Almanya’da terör örgütü ilan edilmemesinin yanı sıra örgütün çeşitli faaliyetlerine müsaade edilmesi, firari örgüt üyelerine Almanya’da iltica hakkı tanınması ve hatta Türkiye’nin terörle mücadele konusundaki hassasiyetlerine dahi gerekli ilginin gösterilmemesi Türk-Alman ilişkilerini ciddi anlamda zora sokan faktörler arasında yer almaktadır.

Konuya ilişkin iki devlet arasındaki ilişkilerde maalesef yapısal bir hal almak üzere olan güvensizlik ilişkisinin ilk belirtisi darbe girişiminden yaklaşık altı ay sonra Şubat 2017’de gerçekleşmiştir. Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Hakan Fidan’ın Münih Güvenlik Konferansı sırasında Alman dış istihbarat servisi BND’nin başkanı Bruno Kahl’e FETÖ ilişkili olduğu düşünülen 300 kişi ve 200 kuruluştan oluşan bir liste teslim ettiği iddiası kamuoyuna yansımış ve buna göre Türk tarafının Alman makamlarından konuya dair destek beklediği ileri sürülmüştür. Ancak buna tepki olarak Federal Emniyet Teşkilatının bahsi geçen kişi ve kurumları uyararak listede bulunduklarını iletmesi iki müttefik ülkenin güvenlik birimleri arasındaki iş birliği ilişkilerine de ciddi zarar veren bir yaklaşım olarak değerlendirilmiştir.  

Yine daha sonraki günlerde Der Spiegel dergisinde BND Başkanı Kahl’in son derece tartışmalı bir röportajına yer verilmiştir. Kahl’in, Der Spiegel dergisinde “Darbe Sadece Bir Bahaneydi” başlıklı röportajındaki açıklamalar bir “devlet yetkilisi”nin haddini aşar nitelik taşımıştır. Özellikle Kahl’ın “Gülen yapılanması dini ve seküler eğitim için bir araya gelmiş sivil bir oluşumdur” ifadeleri Alman devleti ve güvenlik bürokrasisinin FETÖ’ye dair bakış açısını özetler mahiyettedir. Kahl’e yöneltilen, örgüte dair bu kanaate hangi bilgilere dayanarak nereden ve nasıl ulaştığı sorularına ise somut yanıt gelmemiştir. Haliyle bu manipülatif söylem ya –düşük bir ihtimal olan– bilgisizlikten kaynaklanmakta ya da bilinçli bir stratejinin ürünüdür. Burada elbette Alman demokrasisi açısından da sorunlu hususlar mevcuttur. Örneğin federal hükümete bağlı bir devlet yetkilisinin Alman dış politikasında önemli bir etkiye sahip olacak tartışmalı siyasi açıklamalar yapma cüreti bir sorumsuzluk örneğidir.

Genel olarak bakıldığında da en başta Şansölye Merkel olmak üzere Federal Alman hükümeti Türkiye’nin FETÖ’ye dair tüm açıklamalarına rağmen darbe girişimi ile örgüt arasında bir ilişki kurmaktan veya bunu dile getirmekten bilinçli bir şekilde kaçınmaktadır. Dolayısıyla darbe girişiminin FETÖ tarafından gerçekleştirildiği hem kabul edilmemekte hem de FETÖ’nün bir terör örgütü olduğu gerçeği zaman zaman örgütün tezlerine de başvurularak reddedilmektedir. Böylelikle Almanya’nın Türkiye’deki yalnızca Cumhur İttifakı, AK Parti veya sağ muhafazakar çevreyle sınırlı olmayan FETÖ karşıtı kolektif yaklaşıma itibar etmediği gözlenmektedir. Sol, liberal, Kemalist hatta ayrılıkçı/ Kürtçü siyasi çevrelerde dahi kabul gören 15 Temmuz’un bir FETÖ teşebbüsü olduğu gerçeği ve haliyle bunun son derece geniş bir toplumsal karşılığı olması ana akım Alman medyası, kamuoyu ve siyasetinde bilinçli bir şekilde göz ardı edilmektedir.

Geride bırakılan üç yıllık süreç içerisinde darbecilerin Almanya’yı güvenli bir ülke olarak değerlendirmeleri ve Almanya’ya yönelik iltica müracaatlarında bulunmalarında ciddi bir artış yaşanmıştır. Bu başvuruların ise Alman makamlarınca ağırlıklı olarak olumlu neticelenmesi (Örneğin darbe girişimi sonrası iltica talebinde beş kat artıştan bahsedilmektedir) Türk-Alman ilişkilerini de olumsuz etkilemiştir. Özellikle firari Zekeriya Öz, Adil Öksüz ve Abdullah Aymaz gibi kırmızı bültenle aranan şahısların Almanya’da bulunmaları ve hatta dernek çalışmalarında dahi yöneticilik görevleri üstlenmeleri Türkiye’nin talep ve beklentilerinin bilinçli olarak göz ardı edildiğine işarettir. FETÖ firarisi ve Akıncı Üssü’ndeki darbe girişimini yöneten Adil Öksüz’ün 2018’de Berlin’in Neukölln semtinde bir evde kaldığı iddiası da Türk siyaseti ve kamuoyunda ciddi tepkilere yol açmıştır.

Yine son aylarda gündeme yansıyan önemli bir gelişme Federal Alman hükümetinin de ciddi bir finansal kaynak sağladığı “House of One” projesidir. House of One 45 milyon avroya yakın bir maliyeti olan Hristiyanlık, Yahudilik ve İslam’a ait ibadethanelerin aynı yapı içinde yer alacağı bir projedir. Almanya’daki Türk ve Müslüman kamuoyunun bu projeye tepki göstermesine rağmen darbe girişiminden sonra bile projenin siyasi ve finansal desteğinde devlet tarafında bir değişikliğe gidilmemiştir. Bu konuyla ilgili olumlu tek gelişme ise arsa sahibi Berlinli girişimci Catherine Dussmann’ın projeden geri çekildiğini açıklamasıdır. Dussmann, çekilme sebebini projeye –FETÖ ifadesini kullanmasa dahi– ilgili örgüt haricinde başka Müslüman temsilcinin katılmamasını gerekçe göstermesidir.

Sonuç olarak bakıldığında geride bırakılan üç yıl içerisinde Avrupa ve Alman kamuoyunun FETÖ tehlikesine karşı hala gerekli tedbirleri almadığı ve bu tutumda bilinçli bir tercihin etkili olduğu gözlenmektedir. Burada bilhassa Alman medya ve siyasi çevrelerinin ısrarla bu tehdidi görmezden gelmeye devam ettiği, geçmiş yıllarda iç istihbarat raporlarında bu örgüte yönelik tehlikeye işaret edilmişken bu raporların internette erişime kapatılması ve genel olarak bu yaklaşımın da Türk-Alman ilişkileri başta olmak üzere müttefiklik ilkelerine de aykırılık teşkil ettiği tespit edilmektedir. Buna rağmen Türk-Alman ilişkilerinin farklı alanlarda olumlu bir seyir izleyeceği öngörülebilir. Bununla birlikte FETÖ ile mücadele ve kararlılıktan Türk devleti açısından bir sapma veya herhangi bir fikir değişikliğinin gerçekleşmeyeceği Alman ve Avrupalı muhataplara ısrarla iletilmeye devam edileceği tahmin edilebilir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası