Kriter > Dış Politika |

Brüksel'de Başlayan Doğu Akdeniz Görüşmelerinden Ne Bekleniyor?


Doğu Akdeniz meselesinde AB, kısmen temkinli hareket ederek Türkiye’nin tezlerine yönelik kolektif bir karşıtlıktan sakınmaktadır. Özellikle AB’nin önde gelen yetkililerinin Fransa ve Yunanistan’a kıyasla görece daha soyut söylemlerde bulunarak bu iki aktörden ayrışması konuya dair farklı, kısmen rasyonel ve müzakere yanlısı pozisyonların olabilirliğini gözler önüne sermiştir.

Brüksel'de Başlayan Doğu Akdeniz Görüşmelerinden Ne Bekleniyor

1-2 Ekim’e ertelenen Avrupa Birliği (AB) zirvesi öncesinde bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan birçok AB yetkilisi ve lideriyle görüşmeler gerçekleştirmiştir. Gelinen aşamada yüksek gerilim yerine Türkiye'nin tezlerinin dikkate alındığı bir diyalog evresine geçilmiştir. Genel itibarıyla zirvenin öncesinde yaşanan dinamik ve değişken sürece bakıldığında ise bazı AB yetkililerinin yanı sıra başta Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Fransa olmak üzere spesifik aktörlerin Türkiye’ye yönelik gerilimli bir tavırda ısrarcı olduklarına şahit olunmuştur. Her ne kadar bu tutum daha sonraki süreçte özellikle Fransa tarafından -AB içerisinde yalnız kalındığı endişesiyle- revize edilmeye çalışılsa da örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşme talep edilmesi gibi, bu agresif tutumun orta ve uzun vadede yeniden ve sıklıkla ortaya çıkması muhtemeldir. Bu süreçte bilhassa Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un iç politikada yaşadığı durgunluğa karşılık dış politikada Türkiye ve Doğu Akdeniz konusundaki hamleleriyle öne çıkma arayışı dikkat çekmiştir. Macron’un Yunanistan Başbakanı Miçotakis’e bir nevi açık çek vererek “destek sunması” AB’yi de Fransa’nın çizgisine çekme gayretleri olarak yorumlanmış ancak buna yönelik şimdilik diğer AB ülkeleri tarafından direnç gösterilebilmiştir. Dolayısıyla gelinen aşamada AB zirvesinden çıkacak olan sonuç Macron’un Yunanistan üzerinden tüm AB’ye yansıtmaya çalıştığı yeni koruyucu güç iddiasının da geçerli olup olmadığını test edecektir.

Esasen Doğu Akdeniz meselesinde AB’nin kısmen temkinli hareket ederek Türkiye’nin tezlerine yönelik kolektif bir karşıtlıktan sakındığı söylenebilir. Özellikle AB’nin önde gelen yetkililerinin Fransa ve Yunanistan’a kıyasla görece daha soyut söylemlerde bulunarak bu iki aktörden ayrışması, konuya dair farklı, kısmen rasyonel ve müzakere yanlısı pozisyonların olabilirliğini gözler önüne sermiştir.

Yine de, kamuoyunda bilhassa Yunanistan ve GKRY gibi AB ülkelerinin AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi Josep Borrell üzerinden baskı uygulayarak AB Konseyi’nde çeşitli çalışma gruplarında yaptırım opsiyonları üzerinde çalıştıkları ve spesifik olarak da üç yaptırım ihtimali üzerinde durdukları da ileri sürülmüştür. Ancak 21 Eylül’de AB’nin Belarus’a karşı yaptırım kararı alamayışı hem AB hem de kamuoyunda tartışma ve sorgulamalara neden olmuştur. Zira 24-25 Eylül için planlanan ancak daha sonra 1 hafta ertelenen zirve öncesinde bir araya gelen AB Dış İlişkiler Konseyi Belarus'a uygulanmak istenen yaptırımları GKRY tarafından Doğu Akdeniz meselesi ve Türkiye’yle ilişkilendirmesi, AB’nin sorunlu yapısını da belirginleştirmiştir. GKRY’nin birçok AB’li aktörden tepki çekmesiyle AB’nin kurumsal sorunları da bir kez daha gündeme gelmiştir. AB’nin GKRY tarafından adeta rehin alındığına işaret eden AB’li siyasiler “birbiriyle bağlantılı olmayan Doğu Akdeniz ve Belarus meselelerinin GKRY tarafından birbiriyle ilişkilendirilmesine” tepki göstermiştir. Uluslararası ilişkilerde bu durumun kabul edilemez olduğuna vurgu yapan siyasetçiler gibi eski İsveç Başbakanı Carl Bildt de AB Dışişleri Bakanları toplantısının “ne yazık ki” GKRY'nin Belarus'a yaptırımları engellemesiyle hatırlanacağını ve bunun hızla büyüyen bir güvenilirlik sorunu olduğunu belirtmiştir. GKRY ve Yunanistan’ın AB’yi yaptırımlar noktasında kilitleyen pozisyonları, esasen GKRY’nin AB’ye üye olduğu tarihten bu yana devam eden kronik bir yaklaşımdır. Son olarak Belarus yaptırımlarına yönelik GKRY’nin tutumu sebebiyle yaptırımlarla ilgili karar alma reformu çağrılarının yeniden gündeme geldiğini de söylemek mümkündür.

 

Almanya'nın Arabuluculuk Rolüne Bakış

Medya ve kamuoyunda ilginç ve kısmen abartılı bir şekilde öne çıkarılan bir diğer husus ise Şansölye Merkel’in ve genel olarak AB dönem başkanlığını yürüten Almanya’nın mevcut krizdeki arabulucu ve tarafsızlık rolüne ilişkin söylemlerdir. Genel olarak bakıldığında –medya, siyaset ve düşünce kuruluşlarını kapsayan– Alman kamuoyu, Almanya’nın ve Şansölye Merkel’in Türkiye ve Yunanistan arasında arabulucu olmasından olumlu bahsederken Almanya’nın işinin oldukça zor olduğu yönünde değerlendirmelerde bulunmaktadır. Bununla birlikte Almanya’nın arabuluculuk için ideal ülke olmadığını dile getirenler de söz konusudur. Ancak Almanya’nın ekonomik olarak Türkiye ile iç içe bir konumda olduğu gerçeğine de vurgu yapılırken diğer taraftan Yunanistan’ı (ve GKRY’yi) açıkça desteklediği de hatırlatılmaktadır. Dolayısıyla Almanya’nın da en nihayetinde taraf olduğu ve kendi ekonomik çıkarlarını da düşündüğü ikilemine vurgu yapılmaktadır.

Bu somut hususlara rağmen kamuoyunun ısrarla Almanya’nın arabuluculuk gayretlerini destekler bir söylemde bulunması ABD Başkanı Trump yönetimindeki ABD’den dolayı oluşan güç/otorite boşluğuyla ilişkilendirilmesiyle de ilgilidir. Buna göre bu boşluğun Almanya tarafından da doldurulmak istendiğine ve bir nevi Almanya’nın buna mecbur kaldığı ileri sürülmektedir. Bu boşluğun AB’nin önde gelen ülkeleri veya kolektif AB tarafından da doldurulamadığı açıktır. Örnek olarak da İngiltere’nin AB’den ayrıldığına, İspanya’nın Türkiye ile ilgili meselelerde alenen pozisyon belirtmediğine, İtalya’nın bile genel anlamda Akdeniz meselesinde net olmadığına işaret edilmektedir. Bu durumda sadece Almanya ve daha aktif bir şekilde Fransa’nın Türkiye konusunda öne çıktığı belirtilmektedir.

Genel olarak Avrupa’daki rasyonel seslerin Türkiye’ye yönelik olası yaptırımlar konusunda bazı spesifik hususları özellikle dikkate aldığını söylemek mümkündür. Bu bağlamda öne çıkan husus 2016’da hayata geçirilen AB-Türkiye arasındaki mülteci anlaşmasıdır ki bu anlaşmadaki Yunanistan ve Türkiye faktörlerinin önemi AB’li bazı siyasilerce bilhassa dikkate alınmaktadır. Bu argüman ise daha çok Almanya’nın arabuluculuk konusunda doğru aktör olduğunu savunanlar tarafından dile getirilirken Türkiye’ye yönelik yaptırımlar konusunda daha temkinli olunmasının da bu hususla ilgili olduğuna vurgu yapılmaktadır.

 

AB'de Fikir Ayrılıkları

Diğer yandan AB’nin şimdilik Türkiye konusunda sert ve yaptırım yanlısı bir tutum sergilememesi, bilhassa Yunanistan ve GKRY yanlısı ülkelerce -ve destekçileri tarafından-eleştirilmeye devam etmektedir. Bu bağlamda bazı düşünce kuruluşlarının Yunanistan’ı daha güvenilir bir partner olarak değerlendirdiği güncel yayınlara da son günlerde sıkça rastlanırken, Yunanistan Başbakanı Miçotakis’in Avrupa’nın parlayan yıldızı olarak takdim edildiği güncel ancak oldukça abartılı ve yanlı medya analizlerine de rastlanmıştır.

Sonuç olarak, her ne kadar geride bırakılan haftalarda Türkiye’ye yönelik çeşitli yaptırım opsiyonlarından bahşedilmiş ve hatta Fransa ve Avusturya gibi ülkelerin talepleri doğrultusunda tamamıyla Türkiye’nin AB üyelik sürecinin durdurulması talepleri dahi gündeme getirilmişse de son günlerde Türkiye ve Yunanistan arasındaki gelişmeler bu ihtimalleri şimdilik azaltmış ve temkinli yaklaşımları belirginleştirmiştir. Türkiye’nin diplomasi yanlısı tutumuna Yunanistan tarafından ne kadar olumlu karşılık verileceği ise şüpheli olmakla birlikte GKRY’nin mevcut denklemde kendisinin AB kurumları nezdinde dışlandığını ileri sürmesi de söz konusudur. Bu sebeple her ne kadar GKRY’nin AB nezdinde birçok hususu (yaptırım kararını) rehin aldığı bilinse ve GKRY tarafından bunda ısrarcı olunsa da alenen GKRY’ye ve tasvip edilmeyen tutumuna yönelik de AB tarafından pozisyon alınmadığı unutulmamalıdır. Dolayısıyla yaptırım tehdidinin bilhassa Yunanistan ve GKRY’nin orta vadede de AB’yi kilitleyen bir enstrüman olarak görülmeye devam edeceği muhtemeldir.

Diğer yandan son haftalarda Fransa’nın hem Akdeniz’in diğer ülkeleri hem de genel olarak AB nezdinde yalnızlaştığı ve bu sebeple söylem ve eylemlerinde kısmen daha da temkinli bir revizyona gidebileceği tahmin edilebilir. Ancak yine de Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un atacağı adımların kestirilemeyeceği de bir gerçektir. Fransa bağlamında unutulmaması gereken bir diğer önemli nokta da elbette Fransa ile Almanya’nın Akdeniz meselesinin ötesinde de ciddi fikir ayrılıkları yaşadıklarıdır. Bu hususlar belki Alman kamuoyunda dile getirilmese de birçok alanda iki ülkenin ciddi pozisyon uyuşmazlıkları söz konusudur ki bu durum önümüzdeki süreçte daha da belirginleşecektir.

Mevcut gelişmeler ve dinamik süreç göz önünde bulundurulduğu takdirde Türkiye’ye karşıt kapsamlı adımların atılması konusunda AB’nin şimdilik çok fazla istekli davranmayacağı tahmin edilebilir. Ancak yine de GKRY faktörü ve oy birliği ilkesinin AB’yi de rehin alabileceği ihtimali geçerliliğini korumaktadır. Böylelikle sonuç bildirgesinde hakkaniyetli bir yaklaşımda bulunulması da düşük bir ihtimaldir. En nihayetinde en makul yaklaşım, Yunanistan başta olmak üzere AB’nin de maksimalist taleplerden vazgeçmesidir. Ayrıca haklı tezleriyle Türkiye’nin eşit, göz hizasında yer alan bir aktör ve etkin bir güç olduğu gerçeği kabul edilerek diplomasiye şans tanınmasıdır.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası