16 Nisan referandumu sonucunda Anayasa değişiklik teklifinin kabul edilmesiyle Türkiye yeni bir döneme girdi. Böylece farklı yöntemlerle uygulanan, bürokratik vesayetler üreten ve bir türlü istikrar üretemeyen parlamenter hükümet sisteminden Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilecek. Bu geçiş başta yürütme organı olmak üzere tüm devlet idaresini etkileyen son derece kapsamlı bir reform olacak. Başbakanlık kaldırılacak, yürütme görevini tek başına üstlenen Cumhurbaşkanlığı teşkilatı genişletilecek ve bakanlıklar yeni sisteme göre yeniden organize edilecek.
Kabul edilen madde sayısı 18 olmakla beraber Anayasa’nın 69 maddesi bu değişimden etkilenmektedir. Bu sebeple geçiş sürecinin kısa olmayacağını, öncelikle uyum yasaları olmak üzere birtakım ön hazırlıkların gerektiğini ve kabul edilen maddelerin yürürlüğe girişinin iki yıl sonra veya ilk erken seçim sonrasında olacağını belirtmek gerekir. Yürürlük konusunda iki yıllık süreye getirilen bazı istisnalar var. Kanunun yürürlük maddesine göre bazı hükümler referandum sonuçlarının Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından resmi olarak açıklanmasından sonra derhal yürürlüğe girecek. Bunlardan birisi cumhurbaşkanının partisi ile ilişiğinin kesileceğine ilişkin 101. maddenin son fıkrasını kaldıran yani partili cumhurbaşkanlığına imkan tanıyan madde. Diğerleri ise yargıya ilişkin düzenlemelerdir.
Yargıya İlişkin Düzenlemeler
Anayasa değişikliğinin yargıya ilişkin olan ve iki yıl beklenmeden yürürlüğe girecek hükümlerini üç başlık altında toplayabiliriz: Birincisi Kanun’un 1. maddesi ile Anayasa’nın yargı yetkisini düzenleyen 9. maddesine “tarafsız” ibaresi eklenerek yargının bağımsızlığının yanında tarafsızlığı vurgulanmıştır. Tarafsızlık vurgusu uluslararası insan hakları belgeleriyle uyumlu olduğu gibi geçmişte siyasi iktidarın demokratik yönetme yetkisini yargı görünümü altında elinden almaya çalışan bürokratik vesayet sistemine duyulan tepkinin bir sonucudur.
İkinci düzenleme ile Hakimler ve Savcılar Kurulunun (HSK) yapısında önemli değişikliklere gidilerek Kurulun üye sayısı 22’den 13’e indirilmiş ve üyelerin TBMM ve cumhurbaşkanı tarafından seçileceği belirtilerek hakimler ve savcılar tarafından doğrudan seçilme usulüne son verilmiştir. Yeni düzenleme ile Adalet Bakanı Kurulun başkanı, müsteşarı da doğal üyesi olacak. Geri kalan 11 üyeden dördünü adli ve idari yargı hakim ve savcıları arasından cumhurbaşkanı, yedisini de Meclis seçecektir. Meclis bu üyelerden üçünü Yargıtay üyeleri arasından, üçünü hukukçu öğretim üyeleri ve avukatlar arasından, birini de Danıştay üyeleri arasından seçecektir. Meclis bu seçimlerini basit çoğunlukla değil üye tam sayısının beşte üç çoğunluğu ile yapacak ve eğer bu çoğunluk sağlanamazsa son turda kura yöntemine başvuracaktır. Yani Kurul üyelerini Meclisteki basit çoğunluğa sahip iktidarlar değil Anayasa değişikliği için aranan oranda bir çoğunluk ancak seçebilecektir. Örneğin şu anda AK Parti Mecliste HSK üyelerini tek başına seçebilecek böyle bir çoğunluğa sahip değildir.
HSK’nın oluşumunda doğrudan halk tarafından seçilen cumhurbaşkanı ve TBMM’nin yetkili kılınması yargının ileride tekrar bir vesayet organına dönüşmesini kesin bir şekilde önleyecektir. HSK üyelerinin seçiminde hakim ve savcıların doğrudan seçim yapması yetkisinin kaldırılmasının temel nedeni ise seçim usulünün demokratik bir yöntem olmasına karşılık yargıyı aşırı siyasallaştırması ve kamplaştırmasıydı. 2010 HSYK seçimlerindeki FETÖ tecrübesi, organize yapıların bu yöntemle yargıyı tamamen kontrol altına alabileceğini göstermişti.
Üçüncü düzenleme ise disiplin mahkemeleri dışında kalan askeri yargıyı hem ilk derece mahkemeleri hem de yüksek mahkemeleri ile tamamen kaldırmaktadır. Her askeri müdahale sonrası güçlenen ve vesayet işlevini pekiştiren askeri yargının kaldırılması konusunda bütün siyasi partiler arasında belli bir uzlaşma olmuştu. Askeri yargının kaldırılması demokratik hukuk devletlerinde örneği olmayan Türk yargı sistemindeki dağınıklığa ve iki başlılığa da son vermiştir.
Yargıyı Vesayetten Arındırmak
Temel amacı hükümet sistemini değiştirmek olan Anayasa teklifine yargı ile ilgili bu hükümlerin girmesinin sebebi, bazı maddeler üzerinde partiler arasında daha önceden bir uzlaşma doğması ve yargının yeni bir HSYK seçimini kaldıramayacak olmasıydı. Gerçekten de seçimler adliyeleri bir yıl boyunca meşgul ediyor, hakimleri asıl vazifelerinden alıkoyuyor ve ciddi anlamda kamplaştırıyordu. Seçim süreci hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı ekseninde değil adayların siyasi, ideolojik, etnik ve mezhepsel kimlikleri üzerinden yürütülüyordu. Bu sebeple seçim usulünü kaldırmayı içeren bu düzenlemenin en çok da hakim ve savcılar tarafından talep edildiği birçok yetkili tarafından çok defa ifade edildi. İşte bütün bu sebeplerle Anayasa değişiklik paketine dahil edilen yargı ile ilgili bu hükümler, yargının yeni bir HSYK seçimi ile yıpranması istenmediği için 2019 yılı beklenmeden derhal yürürlüğe girecektir.
Anayasa değişikliğindeki genel olarak olumlu karşılanan bu hükümler, yargıya ilişkin acil ve zorunlu olarak yapılması gereken düzenlemelerdi. Ancak yargının sorunlarının sadece bunlarla çözülemeyeceğini, ele alınması ve çözülmesi gereken çok sayıda mesele bulunduğunu söylemek gerek.Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş ile birlikte başlayacak olan devletin yeniden yapılandırılması sürecinde yeni sistemin temel dinamiklerine uygun bir şekilde yargının da yeniden yapılandırılması ve bu sorunların çözülmesi gerekiyor.
FETÖ, etkin olduğu dönemlerde yargıda büyük hasarlara sebep olmuş, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında 4 bin civarında hakim ve savcının ihracı da yargıda sıkıntılar doğurmuştur. Hükümet ve Adalet Bakanlığı yargı hizmetlerinin aksamaması için yoğun tedbirler almış, staj aşamasındaki hakim ve savcıların atamalarını öne çekmiş ve yeni hakim alımlarını hızlandırmıştır. Personele yönelik bu tedbirlerin yanında yargı reformuna devam edilmiş ve darbe girişiminden dört gün sonra 20 Temmuz 2016 tarihinde bölge adliye mahkemeleri (istinaf mahkemeleri) çalışmaya başlamıştır. Bu mahkemelerin kuruluşu o dönemde gözden kaçsa da onlarca yıllık tartışmanın sonucunda gerçekleşmiş bir reformdu. Ancak bütün bu çabaların Anayasa değişikliği sonrasında Bakanlığın hazırladığı Yargı Reformu Stratejisi çerçevesinde güçlenerek devam etmesi gereklidir. Tarafsızlık vurgusu yönetme yetkisini yargı görünümü altında elinden almaya çalışan bürokratik vesayet sistemine duyulan tepkinin bir sonucudur.
Yargının iş yükünü azaltmak amacıyla -artık sonuç vermediği anlaşılan- yeni mahkemeler açmak ve hakim sayısını artırmak yerine sisteme giren dosya ve dava sayısını azaltmak gerekir. Bu amaçla alternatif uyuşmazlık çözüm yolları daha fazla geliştirilmeli, türleri artırılmalı ve uzun süredir gündemde olan arabuluculuğun bazı alanlarda zorunlu yapılarak yaygınlaştırılmasına ilişkin kanun yasalaştırılmalıdır. Ayrıca hakimlik mesleğine büyük sayılarla kabullerin yapıldığı bu dönemin sonunda, mesleğe kabul edilecek olanların yeterli olgunluğa ve ehliyete ulaşmasını sağlamak amacıyla hakim yardımcılığı kurumu ihdas edilmelidir. Halen üzerinde çalışılan benzeri reformlar da hızla hayata geçirilmelidir.
Yargının vesayetten arındırılması amacıyla yapılan 2010 Anayasa değişikliği ve o dönemde yapılan diğer reformlar, yeni bir vesayetle -FETÖ’nün yargıya hakim olmasıyla- sonuçlandı. 2014 yılı ve sonrasında ise farklı siyasi görüşlerini bir kenara bırakan yargı mensubu tüm kesimlerin ortak çabasıyla yargıdaki FETÖ tahakkümü kırıldı. Yargının siyasal mücadelenin merkezinde yer aldığı bu süreçler yargıda büyük sorunlara ve güven kayıplarına yol açtı. Özellikle yargının FETÖ etkisinde kaldığı dönemde iyice sarsılan yargıya güvenin tazelenmesi bir zorunluluktur. Adil bir hukuk düzeninin sağlanamadığı bir ülkede devletin yeniden inşa edilmesi, siyaset ve ekonominin sağlıklı işlemesi ve toplumsal barışın korunması mümkün olmayacaktır. Güçlü, istikrarlı ve etkin bir yürütmenin kurulacağı önümüzdeki dönemde bütün toplum kesimleri için hukuki güvenlik sağlayan bağımsız, tarafsız ve etkili bir yargı sistemi kurulmalıdır.