Ağustos başında gerçekleştirdiği Asya gezisi sırasında Tayvan’a da uğrayarak bölgede tansiyonun artmasına neden olan Amerikan Temsilciler Meclisi Demokrat Lideri Nancy Pelosi’nin ziyareti, ABD-Çin ilişkilerinde önemli bir dönüm noktası teşkil ediyor. Uzun zamandır Hint-Pasifik’teki müttefikleriyle ilişkilerini derinleştirerek Çin’in alanını sınırlandırmayı amaçlayan Washington’ın adeta el yükseltmesi karşısında Pekin’in güç gösterisi yapma ihtiyacı duyması dikkate değer. Trump yönetiminde bölgesel müttefiklerle çalışmaktan ziyade Çin’e birebir baskı yaparak tavizler almaya çalışan Washington, Biden döneminde Hindistan, Japonya, Güney Kore ve Avustralya gibi ülkelerle ilişkilerini derinleştirerek Çin’e karşı daha kalıcı bir politika oluşturmaya çalışıyor. Tayvan’ı, Pekin’in doğrudan kontrolü altına almayı amaçlayan Çin Komünist Partisi ve bunu dile getirmekten çekinmeyen Şi Jinping, son senelerdeki askeri harcamalarıyla bölgede etkisini artırmaya çalışıyor. ABD açısından Tayvan meselesi Çin’in etki alanını sınırlandırma politikasının adeta bir testi haline gelmiş bulunuyor.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrasında Batı’yı pek de beklenmedik bir şekilde bir araya getirmeyi başaran Biden yönetimi aslında Çin’e de Tayvan konusunda bir mesaj veriyordu. Biden’ın Çin’den Rusya’ya destek vermemesini istemesi ve Çin’in de uluslararası sistemde statükoyu savunan politikası doğrultusunda Rusya’ya açık destekten kaçınması Biden yönetimi için başarı kabul ediliyordu. ABD’nin Ukrayna’ya verdiği askeri desteğe rağmen Rusya’yla doğrudan bir çatışmaya girmekten uzak durması da Çin için öğretici oldu. Tayvan’ı ilhak etmesi durumunda Ukrayna benzeri bir durumla karşılaşacağını hesaplayan Çin’in aceleci davranıp davranmayacağı da merak konusuydu. Son senelerde daha kendine güvenen ve askeri harcamalarını artırarak donanmasını da güçlendiren Çin’in acele etmesi gerektiğini düşünenler, ABD’nin Tayvan’a askeri desteğinin artması sonucunda ileride muhtemel bir ilhakın Çin’e çok daha pahalıya patlayacağını savunuyor. Çin’in şimdilik acele etmek istemese de Pelosi gezisini adeta bir test olarak görerek bölgede askeri tatbikatlarla cevap vermesi, Tayvan’ı ABD’ye kolaylıkla bırakmayacağı mesajı vermeye matuf görünüyor. İki gücün bölgedeki mücadelesinde ve oluşacak güç dengesinde kilit rol oynayacak Tayvan, ABD’nin Çin politikasının en önemli unsuru haline geliyor.
Tayvan Politikası
ABD’nin Tayvan politikasının ana çerçevesi yakın zamana kadar Amerikan Kongresi’nin 1979 ile 2016 arasında kabul ettiği “Tayvan İlişkileri Yasası” ve “Altı Güvence” metinleri tarafından belirleniyordu. Bu yasa ve metin Çin’in Tayvan üzerindeki hakimiyetini kabul etmemekle birlikte ABD Tayvan’ı bağımsız bir ülke olarak da resmen tanımıyor. ABD’nin Tayvan’a fiili olarak ayrı bir ülke gibi davranmasını sağlayan bu çerçeve, Amerika’nın Çin’in hakimiyetini tanımadan Tayvan’la ilişki geliştirmesini sağlıyor. Bununla birlikte ABD “Tek Çin” politikasına sadık olduğunu tekrarlayarak, Tayvan’ın bağımsızlığına destek vermediğini de açıkça ifade ediyor. Amerikan politikası hem Çin açılımından beri oluşan bu statükonun bozulmasına hem de Çin’in Tayvan’a karşı agresif politikalarına karşı olduğunu ifade ediyor. ABD’nin bir yandan Tayvan’la ilişkilerini bağımsız bir devletmiş gibi derinleştirmeye devam etmesi bir yandan da bunun “Tek Çin” politikasına karşı olmadığını savunması, Amerikan politikasının temelde bir ikilem üzerine kurulduğunu gösteriyor. Ancak Pelosi gezisi sırasında yaşananlar, ABD’nin bu ikileme dayanan politikasını yürütmekte zorlandığını gösteriyor.
Çin’in askeri gücünü artırması ve bölgesinde çok daha etkin bir rol olmaya başlaması, Amerikan stratejistleri tarafından bölgesel hegemon olma hedefine matuf çabalar olarak görülüyor. Özellikle Şi Jinping yönetimi döneminde Çin’in Tayvan’ı anakarayla birleştirme amacını çok daha açık ve güçlü biçimde ifade ederek buna yönelik askeri hazırlık yapması, Çin’in alanını sınırlamak isteyen Amerikan siyasetçileri harekete geçirdi. En son Senato’da her iki partinin de desteğini alan “2022 Tayvan Politikası Yasası” tasarısı Amerikan hükümetini Çin’in muhtemel saldırılarına karşı Tayvan’ın kendini savunma kapasitesini artırıcı adımlar atmasını öngörüyor. 4,5 milyar dolarlık savunma desteği ve Tayvan’ı “NATO üyesi olmayan önemli müttefik” olarak tanımlayan yasa tasarısı, Tayvan’a sadece “savunma amaçlı” silah satışından “Çin’i caydırıcı” silah ve kapasite artırıcı kaynak ayrılmasına geçişi öngörüyor. Tayvan’la ekonomik ve kültürel ilişkileri daha da derinleştirmeyi öngören tasarı Tayvan’ın savunma kapasitesini artırmak ve devlet statüsü gerektirmeyen uluslararası organizasyonlara üyeliğini de desteklemek gibi unsurları ABD’nin Tayvan politikasının öncelikleri haline getiriyor.
Bu tasarının “Tek Çin” politikasıyla ters düşerek Çin’le ilişkilere zarar vereceğini düşünen Biden yönetimi, Pelosi’nin ziyaretinde olduğu gibi yasalaşması durumunda Çin’e karşı kışkırtıcı yeni bir adım olmasından çekiniyor. Beyaz Saray’ın yasanın içeriğine ilişkin çekincelerine Demokrat Parti içerisinden karşı çıkan Bob Menendez gibi senatörler ise Tayvan’ı Ukrayna’ya benzeterek, Amerika’nın uyarıları zamanında dikkate almayarak Rusya’nın işgalini önleyemediğini savunuyor. Ayrıca ABD’nin “Tek Çin” politikasını terk etmesinin zamanı geldiğini savunan siyasetçiler hiç de az değil. Amerikan hükümetlerinin Çin’in Tayvan’a olası müdahalesi konusundaki “stratejik muğlaklık” politikasının da artık etkisiz kaldığını savunan siyasetçiler bölgede gerçekleştirdiği askeri tatbikatları örnek göstererek Çin’e daha sert bir politika geliştirilmesini savunuyor. Tayvan’ın işgali durumunda Amerika’nın doğrudan müdahale edemeyeceğini ve Çin’in muhtemel bir çatışmayı kazanacağını düşünen stratejist ve siyasetçiler çok geç olmadan Tayvan konusunda Çin’e karşı daha etkin adımlar atmak istiyor.
“ABD Ateşle Oynuyor”
Çin lideri Şi Jinping’in Biden’la telefon görüşmesi sonrasında yaptığı “ABD (Tayvan konusunda) ateşle oynuyor” açıklaması bölgede gerilimin ne boyutlara gelebileceğine işaret ediyor. Pelosi’nin ziyaretini bir provokasyon olarak görerek daha önce yapmadığı şekilde askeri tatbikatlar, ABD’yle askeri iş birliği kanallarını iptal ve Tayvan’a çok sayıda siber saldırıyla cevap veren Çin yönetimi, Amerika’nın önemli değişimler geçiren Tayvan politikasına sert cevap niteliği taşıyordu. Bölgede askeri çatışma ihtimalinin artması ve Amerikan donanmasının bölgeye gemilerini kaydırması da savaşa mı gidiyoruz, sorularını gündeme getirmişti. Ancak Çin’in güç gösterisiyle yetineceğini düşünenler yanılmadı zira Pekin Pelosi’nin ziyaretini fiziki olarak engellemeye dönük somut adımlar atmaktan uzak durdu. ABD’yle doğrudan bir çatışmaya girmek istemeyen ancak Tayvan konusunda da tavizin söz konusu olmayacağı mesajını vermeye çalışan Çin’in nihayetinde temkini elden bırakmadığını söyleyebiliriz.
Önümüzdeki dönemde Tayvan Boğazı’nda askeri aktivitelerini ve uçuşlarını yoğunlaştırması beklenen Çin’e karşı Amerika’nın da “seyr-ü sefer özgürlüğü” aktivitelerine ağırlık vermesi bölgede tansiyonun artabileceğine işaret ediyor. Çin’le ABD arasındaki çatışmasızlaştırma kanallarının işlememesi durumunda kazara veya bilerek bir çatışmanın eşiğine gelinmesi çok şaşırtıcı olmayacaktır. Çin, Tayvan Boğazı’nı uluslararası sular olarak görmediği için ABD’nin aktivitelerini engellemeye çalışması tansiyonu artırabilir. Tayvan halkının büyük oranda “tek ülke iki sistem” diye özetlenen statükonun devamını savunmasına rağmen son senelerde bağımsızlığa destek verenlerin sayısının artması ve Çin’le birleşmeye desteğin azalması da not edilmeli. Bu durum Tayvan’ın ABD’nin desteğini arkasına alarak Çin’e karşı fiili olarak daha bağımsız davranması sonucunu getirebilir. Çin’in buna karşılık askeri operasyonlarını yoğunlaştırması ve bir noktada ilhak aşamasına gelmesi olası senaryolar arasında yer alıyor.
Pekin, Tayvan’ın Washington tarafından Çin’i çevreleme politikası doğrultusunda kullanıldığını düşündüğü için meseleyi daha geniş bir mücadele ekseninde algılıyor. ABD’nin formel olarak “Tek Çin” politikasına sadık kaldığını deklare etmesine artık güvenmeyen Çin’in askeri bir çözüme gitmesi durumunda ödeyeceği maliyet son derece yüksek olabilir. Ukrayna örneğindeki gibi uluslararası bir izolasyon ve yaptırım sürecine tabi olabilecek Çin’in buna şimdiden hazırlandığını gösteren işaretler de var. Ancak böyle bir durumda Çin’in Rusya’yla daha da yakınlaşması ve yaptırımların Batı’ya maliyetinin çok daha fazla olma ihtimali de Pekin’in elini güçlendiriyor. ABD’nin hem Tayvan’la ilişkilerini derinleştirerek Çin’e karşı savunma kapasitesini artırması hem de Tayvan Boğazı’nda seyr-ü sefer özgürlüğünü gerçekleştirebilmesi durumunda ise Çin’in bölgesel hegemonya kurma ihtimali iyice zayıflayacak. ABD’nin Çin gibi nükleer bir güçle doğrudan çatışmayacağını bilen Pekin’in muhtemel bir askeri çatışmada galip gelme ve Tayvan’ı dize getirme ihtimali çok da zayıf değil. Bu dengeler gözetildiğinde önümüzdeki dönemde Pasifik’te ABD-Çin mücadelesinin kilit noktalarından birinin Tayvan Boğazı olduğunu söylemek mümkün.
Amerikalı stratejistler ve siyaset yapıcılar açısından önümüzdeki yıllarda ABD’nin küresel gücüne karşı en ciddi meydan okumayı yapabilecek güç, hiç şüphesiz Çin. Obama döneminden beri Asya-Pasifik’e odaklanmaya çalışan ancak bu mücadelenin Ortadoğu ayağını ihmal etme lüksü olmayan Washington’ın hem Trump döneminde hem de Biden döneminde Çin’i en önemli rakip gördüğünü ve buna yönelik politikalar geliştirmeye çalıştığını görüyoruz. Çin’in ekonomik açılımla zaman içinde demokratikleşeceğini bekleyen liberallerin yanıldığını kabul eden Amerikan stratejik aklı, Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesinde olduğu gibi klasik bölgesel çatışmaların önümüzdeki dönemde de devam edeceğini hesaplıyor. Çin’in jeopolitik etki alanının sınırlandırılması, otokratik sisteminin diğer ülkelere örnek teşkil etmemesi ve Amerikan küresel liderliğine itiraz etmez bir duruşa razı edilmesi Washington’ın ana hedefleri arasında görünüyor. Bu küresel mücadelenin en önemli sahnelerinden biri haline gelen Tayvan’a ilişkin Amerikan politikasının da önümüzdeki dönemde Çin’le mücadele bağlamında gelişeceği aşikar.