1 Kasım 2015 seçimlerinin hemen arefesinde İstanbul Yenikapı Meydanı’nda “Milyonlarca Nefes Teröre Karşı Tek Ses” mitinginde Cumhurbaşkanı Erdoğan seçmene hangi partiden olursa olsun 550 tane “yerli ve milli” milletvekili seçmeleri çağrısında bulunmuştu. Erdoğan karşıtı cepheye gönüllü nefer yazılmayı siyaset üretmek zanneden çevreler tarafından bu çağrı “Erdoğan 550 tane AK Parti’li vekil istedi” şeklinde çarpıtılıp eleştirilmişti. Siyasi okumaları biraz daha derinlikli yapmak iddiasında olan fakat yine de Cumhurbaşkanı’nın çağrısını anlayamayanlar Erdoğan’ın HDP’nin barajın altında kalması gerektiği mesajını verdiğini iddia etmişlerdi.
Erdoğan’ın konuşmasında vurguladığı “hangi partiden olursa olsun” ifadesi “550 yerli ve milli vekil”in hepsinin AK Parti’li olmadığı veya HDP’nin barajın altında kalmasının kastedilmediğine -HDP’nin barajın altında kalması Türkiye’de siyasal sistemin şiddetten uzak var olabilmesi için önemli bir eşik olsa da- işaret etmekteydi. Aklı ve niyeti berrak olanlar için sözlerin anlamı gayet net: Milli çıkar ve milli güvenlik meseleleri söz konusu olduğunda ideolojisi, partisi, etnik kökeni, ekonomik çıkarı ve dış güçlerin değil Türkiye’nin yanında yer alacak farklı partilerden 550 milletvekili.
550 yerli ve milli milletvekilinin konuşulduğu günlerden milli seferberliğin konuşulduğu günlere gelindi. Her iki ifadenin karşılık geldiği anlam kümesi birbiriyle aynı. Aradan geçen zamanda ise atlatılan badirelerin kazandırdığı tecrübe “yerli ve milli”nin de, “milli seferberlik”in de içeriği konusunda zihinleri netleştirdi. Kavramın anlamıyla birlikte Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı varlık-yokluk tehdidi de berraklaştı: Türkiye’ye diz çöktürmek, pes ettirmek, kendi namı ve hesabına hareket eden bir aktör olmasını engellemek ve gerekirse Türkiye’yi parçalamak.
Sahici Tehditler
Bu tehdit 90’lı yıllar boyunca siyaset ve toplumun boynuna bir pranga gibi geçirilen “bölünme paranoyası”ndan çok daha sahici, ileri boyutta ve somut. Önce Gezi Parkı Şiddet Eylemleri ve 17-25 Aralık müdahale girişimi benzeri süreçlerle yumuşak geçiş denendi. Ayakta yapılacak bir operasyonla yeni Türkiye vizyonu iğdiş edilecek, AK Parti iktidar olmaya devam etse bile “güçlü ve yeni Türkiye” vizyonundan vazgeçecekti. Böylece uluslararası sistemle daha uyumlu ve daha ehlileşmiş bir AK Parti olacak ve kısırlaştırılmış AK Parti ülkeyi etliye sütlüye dokunmadan yönetmeye devam edecekti.
Yapılmak istenen operasyonlar başarısız olup Türkiye siyasetini AK Parti üzerinden dizayn etme girişimleri sonuç vermeyince AK Parti’yi devre dışı bırakacak alternatifler denendi. 7 Haziran 2015 seçimlerinde geniş bir Erdoğan ve AK Parti karşıtı cephe oluştu. Toplumsal ve siyasal muhalefetin birbirine benzemez unsurları 28 Şubatvari bir koalisyon ile yan yana getirildi. HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın partisinin seçim kampanyasının ana unsuru olarak açıkladığı “Seni başkan yaptırmayacağız” hedefi Erdoğan ve AK Parti karşıtı cephenin birlik noktası haline geldi. Erdoğan karşıtı cephenin lideri olarak parlatılan Demirtaş’ın kampanyasına sadece içeriden değil dışarıdan da destek geldi. Uluslararası medya kuruluşları 7 Haziran seçimlerine giden süreçte hemen her gün “Erdoğan’ın 1001 odalı sarayı” hakkında haberler yaptı. Bu dönemde AK Parti içerisinden bazı aktörler de “yerli ve milli”nin parti meselesi olmadığını gösterircesine “yaklaşmakta olan kaçınılmaz son”u görmüşler ve Erdoğan’ın tasfiye olmasıyla başlayacak döneme yatırım yapmaya başlamışlardı.
7 Haziran ve 1 Kasım seçim süreçlerinde yönetim sistemi tartışmaları Erdoğan ve AK Parti karşıtı cepheyi konsolide edecek bir araç olmanın ötesinde bir siyasi anlam taşıyordu. “Seni başkan yaptırmayacağız” seçim söylemi olmanın ötesinde Türkiye’nin kronik yönetim sistemi sorununun devamına yani ülkenin müdahaleye açık kalması anlamına geliyordu. Aynı şekilde o günlerde Çözüm Süreci tezahüründe devam eden ülkenin terörle mücadele serüveninin de akamete uğratılması Türkiye’nin bir zafiyet noktasının daha devamına karşılık geliyordu. Planın bu kısmı iki aşamada boşa çıkarıldı: Önce milli irade 1 Kasım’da açık bir şekilde tavır aldı. İkinci aşamada ise siyasi irade milli iradeden aldığı güçle terörle mücadelede Çözüm Süreci tezahürünü terk ederek güvenlik operasyonlarına başladı.
15 Temmuz darbe girişimi ise şeklen siyasetin içerisinden yapılan müdahalelerin başarısız olmasıyla birlikte uygulanan, anlam ve şekil olarak siyaset dışı bir müdahaleydi. Darbe girişimi başarılı olsa ülkenin yönetimi FETÖ’cü cuntaya bırakılmayacak, Türkiye bu sefer ordunun içerisindeki diğer hiziplerin hesaplaşması üzerinden iç savaş ortamına sürüklenecekti. 15 Temmuz darbe girişimi de güçlü siyasi liderlik ve milletin iradesine sahip çıkması sayesinde akamete uğratıldı.
Tüm bu girişimler kendi başlarına başarısız adımlar olmakla birlikte bir araya geldiklerinde kümülatif yani birikerek çoğalan bir etkiyi de doğuruyor. Diğer bir ifadeyle kendi başlarına başarısız olan bu irili ufaklı müdahaleler öldürücü darbenin hazırlığında başarılı birer adım işlevi görüyor. Neticede bugün ülkeyi “milli seferberlik” çağrısı mecburiyetini doğuran varlık yokluk iklimine taşıyor.
Milli Seferberliğin Siyasal Anlamı
Türkiye’nin atlattığı tüm bu badireler sonrasında ete kemiğe bürünen “seferberlik” çağrısının “milli” karakteri birden fazla siyasi anlamı içermektedir. Öncelikle “milli seferberlik” çağrısı “yerli ve milli” tanımlamasında karşımıza çıktığı haliyle dış müdahalelere karşı ülkenin hukukunu korumaya, dıştan gelen tehditlere karşı içeride bir ve diri olmaya karşılık gelmektedir. Gezi Parkı Şiddet Eylemleri, 17-25 Aralık müdahale girişimi ve 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olsaydı, sadece AK Parti iktidarını değil tüm bu süreçlerde dünya sisteminin ağzıyla konuşup Türkiye’nin direncini kırmaya çalışan aktörleri de saf dışı bırakacaktı.
Maalesef milli duygularla seferberliğin lüzumu ve anlamını kavrayamayanlar, kar-zarar analizi yapıp seferberliğe katkıda bulunmaları gerektiğini anlamaktan da uzaklar. 15 Temmuz başarıya ulaşsaydı, FETÖ’nün montajlı ses kayıtlarını grup toplantısında dinleterek darbe değirmenine su taşıyan Kemal Kılıçdaroğlu’nun ne CHP’yi daha güçlü bir parti haline getirme fırsatı olacaktı ne de kendi genel başkanlığını tahkim etme imkanı... Türkiye’nin uluslararası sistem ve güçlerle çetin bir rekabete giriştiği bu günlerde, vatanseverlik ve ulusalcılığı vird-i zeban eden CHP’nin küresel güçlerin Türkiye’deki herhangi bir gelişmeyi ülkenin hayrına olduğu için desteklemeyeceği yalın gerçeğini görememesi bu anlamda manidardır.
Seferberliğin “milli” olmasının bir diğer anlamı ise kapsamının genişliğidir. Toplumsal fay hatları, ekonomi, terör, medya, siyaset ve askeri darbe gibi birçok araç kendi namı ve hesabına çalışan bir aktör olmak isteyen Türkiye’ye karşı seferber edilmiştir. Giriştiği rekabette Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı tehdit ve ataklar bu kadar şümullüyken, savunmanın da tek bir alan veya hatta olması düşünülemezdi. Tehdidin topyekunluğuna karşı seferberliğin de topyekun olmasına ihtiyaç duyulmaktadır. PKK’nın canlı bombası ile DEAŞ’ınkinin, Gezi Parkı Şiddet Eylemleri sırasındaki medya manipülasyonları ile arkasından FETÖ’nün çıktığı Rus sefire düzenlenen suikastın failleri farklı olsa da siyasi amaçları aynıdır. Bu amaç bugün “milli seferberlik” çağrısını doğuran, Türkiye’yi edilgen değil etken bir aktör olma yolundan döndürmektir.
Türkiye’nin kendi namı ve hesabına hareket eden bir aktör olma mücadelesi ve buna mukabil karşı karşıya kaldığı saldırılar ise tek bir zeminde yürümemekte aksine birden çok zeminde ilerlemektedir. Bu çok zeminlilik seferberliğin milli vasfını oluşturan bir diğer unsurdur. Savunma sanayiinin yerlileştirilmesinden dış politika alternatiflerinin artırılmasına, kalkınmacı merkez bankası politikalarından Fırat Kalkanı Harekatı ile uygulanan yeni güvenlik konseptine, sosyal medyadaki terör destekçilerinin yakalanmasından Türkiye’nin özgün modeli olan CumhurAtlatılan badirelerin kazandırdığı tecrübe “yerli ve milli”nin de “milli seferberlik”in de içeriği konusunda zihinleri netleştirdi. başkanlığı Sistemine geçişe kadar farklı zeminlerdeki arayış ve değişiklikler “milli seferberliği” oluşturan unsurlardır.
Savunmacı Değil Kurucu Seferberlik
Yerlilik, kapsamının genişliği ve çok zeminliliği ile milli seferberlik tehditlere karşı oluşturulan bir savunma hattı olmanın ötesinde kurucu bir ivmeye işaret etmektedir. Milli seferberliğin amacı yalnızca güçlü ve yeni Türkiye yolunda karşı karşıya kaldığımız saldırı ve tehditleri bertaraf etmek değil bu enerjiyi kurucu bir unsura dönüştürmektir. Siyasette Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçişte sağlanan kurucu birliktelik diğer alanlara da yayılacaktır. Olağanüstülük yönüyle kısa sürmesi temenni edilen seferberlik ise siyasi anlamı itibarıyla kalıcı olacak ve yeni Türkiye’nin yeni siyaset zemini haline gelecektir.