Modern demokrasilerin geçtiğimiz yüzyıl boyunca karşılaştığı meydan okumaların önemli bir kısmı, askeri elitlerin sivil siyasete müdahale etme çabalarından kaynaklanmıştır. Bu anti demokratik iktidar arayışının bir parçası olarak pek çok ülkede seçilmiş hükümetler aleyhine askeri otonomi tesis edilmiştir. Türkiye özelinde de bu özerklik, anayasal ve yasal güvenceler eşliğinde tahkim edilerek yakın zamana kadar sürdürüldü. Ordunun kendi kurumsal yapısı ve personel rejimini sivil denetime kapatması bir yana, siyasi meselelere müdahil olma girişimlerinde bulunması, askeri vesayet olarak kavramsallaştırılan olguyu karşımıza çıkarmıştır.
Türkiye’de 27 Mayıs ve 12 Eylül darbeleri sonrası hazırlanan anayasalar, askeri vesayetin anayasal kurum ve mekanizmalar eliyle hukukileşmesinin önünü açmıştır. 1961 Anayasasından itibaren bu vesayetin kurumsallaşmaya başladığını ve Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) da bu perspektifle bir anayasal organ olarak düzenlendiğini söylemek mümkündür. Kurulun selefi Milli Savunma Yüksek Kurulu 3 Haziran 1949’da 5399 sayılı Yasayla kurulmuştu ve tek asker üyesi Genelkurmay Başkanıydı. 1961 Anayasası ise bugünkü ismiyle MGK adında yeni bir yapılanmaya gitmiş ve kurulu anayasal organ statüsüne yükselterek kuvvet komutanlarını da tabii üyeler arasına dahil etmiştir. Bu düzenleme 1982 Anayasasıyla bir adım daha ileriye götürülmüş, hangi bakanların MGK üyesi olduğu sınırlı şekilde belirlenmiş ve asker üyelerin arasına esasen bir kolluk gücü olan Jandarma Genel Komutanı da katılmıştır.
Dolayısıyla MGK’nın kompozisyonundaki askeri üyelerin ağırlığı artırılmıştır. Diğer taraftan MGK kararlarının hükümete tavsiye niteliğinde olduğuna yönelik 1961 Anayasasındaki ifadenin 1982 Anayasasında çıkarılması da oldukça anlamlı bir değişikliktir. 1982 Anayasası, Kurulun siyaset üzerinde daha baskın bir konuma yükseldiğini vurgularcasına “MGK’nın alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlarının hükümet tarafından öncelikle dikkate alınacağı” şeklinde emredici bir ifade kullanmıştır. Darbe sonrası anayasalar MGK’yı bir tür hükümeti denetleme organı olarak tasavvur etmiş ve bu yaklaşım doğrultusunda Kurul, ulusal güvenlik konularında hükümete yardımcı olacak istişari bir organ olmanın ötesine geçmiştir. Uygulamada MGK, askeri seçkinlerin sivil siyaseti sigaya çektiği, hükümetlere “milli güvenlik siyaseti” bağlamında çeşitli direktifler verdiği bir askeri vesayet platformu olarak istismar edilmiştir.
Hemen her MGK toplantısının kamuoyu tarafından yakından takip edilmesi ve gündem olması, aslında Kurul’un defakto biçimde meşru yürütme erki olan Bakanlar Kurulundan ayrı bir iktidar odağı olduğunu da göstermekteydi. Nitekim bazı dönemlerde Kurul’un “gölge kabine” olarak anılması bunu doğrulamaktaydı. Zira medya ve toplum asıl belirleyici gücün askeri seçkin olduğunu çok sayıda vakada deneyimlemişti. Kurul 1990 ve 2000’lerde terörle mücadeleden Kıbrıs sorununa, Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinden din ve ibadet özgürlüğüne kadar pek çok iç ve dış siyaset konusunda demokratik iktidarları denetleyen askeri vesayetin kurumsal bileşeni haline gelmiştir. Şüphesiz bu, meşruiyetini halktan almayan iktidar kullanımı doğurması sebebiyle Türkiye için önemli bir demokrasi açığı meydana getirmiştir.
Dünyadaki Uygulama
Bununla birlikte Türkiye’deki demokrasi dışı çarpık uygulama, milli güvenlik kurullarının demokratik hukuk devletleriyle bağdaşmayan kurumlar olduğu şeklinde yorumlanmamalıdır. Önemli olan bu tür kurulların gayri meşru bir iktidar alanı oluşturmak için suistimal edilmemesi ve karar alma inisiyatifinin sivil siyasette olmasıdır. Nitekim pek çok modern demokraside ulusal güvenliğe ilişkin konularda hükümete yardımcı olmak üzere kurulmuş organlar bulunur. Bu kurul ya da konseyler, ülkenin stratejik güvenlik siyasetinin belirlenmesinde rol alan danışma kuruluşlarıdır. Bu anlamda statüleri bakımından bilim, eğitim veya ekonomiye ilişkin bir yüksek kuruldan farkları yoktur. Hürriyetçi demokrasilerdeki güvenlik konseylerinin yapısı incelendiğinde, İngiltere, Avusturya, Almanya, Fransa ve Hollanda gibi ülkelerde kurulların yalnızca sivillerden oluştuğu görülürken, ABD’de genelkurmay başkanı kurulun üyesi olmayıp askeri danışmanı olarak görev yapar.
İspanya, Yunanistan ve İtalya’da genelkurmay başkanları kurulun üyeleri arasında yer alır. Diğer yandan ulusal güvenlik konseylerinin genel sekreterlerinin ekseriyetle sivil bürokratlardan oluştuğu da göze çarpmaktadır. Kurulların temel işlevleri savunma politikaları olmakla birlikte, toplantı gündemleri salt askeri güvenlik meselelerine indirgenerek tayin edilmemektedir. ABD örneğinde ulusal güvenlik konseyinin gündemini oluşturan konular arasında küresel iklim değişikliği, uluslararası ekonomik gelişmeler ve güncel bir tehdit olan Covid-19 pandemisi yer alıyor. Keza İngiltere’de de konseyin görev alanları arasında kalkınma ve enerji güvenliği gibi hususlar sayılıyor. Benzer bir durum İtalya’daki ulusal güvenlik kurulu (The Supreme Council of Defence) için de geçerlidir. Sonuç itibarıyla kuruluş ve işlevlerine ilişkin çeşitli idari farklılıklar bulunsa da demokratik rejimlerde temel belirleyici husus MGK benzeri kuruluşların sivil otoriteye bağlı istişare bir organı niteliğinde olmalarıdır.
2000’ler ve MGK’nın “Normalleşmesi”
1999 Helsinki Zirvesiyle Türkiye’nin resmen AB’ye aday ülke statüsünü kazanması demokratikleşme reformları için önemli bir motivasyon teşkil etmiştir. Bu çerçevede gerçekleştirilen 2001 Anayasa değişikliği 12 Eylül’ün tesis ettiği anayasal vesayet düzeninde ilk önemli kırılmadır. Bu değişiklikle MGK’nın statüsünde de yeni bir düzenlemeye gidilmiştir. Kurul’un kompozisyonundaki sivil ağırlığı güçlendirmek maksadıyla başbakan yardımcıları ve adalet bakanı tabii üyeler arasına dâhil edilmiştir. MGK kararlarının oy çoğunluğu ile alınması nedeniyle üye dağılımının pratik bir önemi vardır.
Yine 2001 Anayasa Değişikliği ile Kurul’un kararlarının hükümete ancak bir “tavsiye” niteliğinde olduğu da vurgulanmıştır. Bu reform süreci AK Parti hükümetleri döneminde ivme kazanarak sürdürülmüştür. Yapılan yasal değişikliklerle Kurul’un ayda bir yerine iki ayda bir toplanması usulü kabul edilirken, daha önce yalnızca generaller arasından ve genelkurmay başkanının önerisi üzerine atanabilen MGK genel sekreterinin atama usulü de değiştirilmiştir. Genel sekreterin siviller arasından başbakanın teklifi ve cumhurbaşkanının onayı ile atanabileceği; asker kişiler arasından gerçekleştirilecek atamalarda ise genelkurmay başkanının önerisinin değil olumlu görüşünün alınacağı belirtilmiştir.
Öte yandan MGK Genel Sekreterliğini, okullarda okutulacak yabancı dillerin tespitinden kültür ve sanat eserlerinin denetimine kadar uzanan bir sahada yetkilendiren ve bu suretle sivil siyasetin kontrol edilmesini amaçlayan düzenlemeler de kaldırılmıştır.
2003 ve 2004’te yapılan yasal değişikliklerle;
- Genelkurmay Başkanının MGK’nın olağanüstü toplanmasını teklif etme yetkisi kaldırıldı
- MGK Genel Sekreterliği temsilcisinin sinema ve müzik eserlerinin yasaya uygunluğunu denetlemek üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde kurulan denetleme kurulu üyeliğine son verildi
- MGK Genel Sekreteri Haberleşme Yüksek Kurulu üyeleri arasından çıkarıldı
- Türkiye’de eğitimi ve öğretimi yapılacak yabancı dillerin tespit edilmesi için MGK’nın görüşünün alınmasını öngören düzenleme ilga edildi
- Bakanlıklar, kamu kurumları ve özel kuruluşlara MGK Genel Sekreterliğinin istediği her türlü açık veya gizli bilgi ve belgeyi verme yükümlülüğü yükleyen madde kaldırıldı. Bu düzenleme askeri-bürokratik vesayete hukuki bir zemin sağlama çabalarının tipik bir örneğiydi
- MGK Genel Sekreterliğinin Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeliği için aday gösterme yetkisi kaldırıldı
Yine Yüksek Askeri Şura’da yapıldığı gibi bu düzenlemelerin simgesel bir ifadesi olarak MGK toplantılarındaki oturma düzeni de değiştirilerek sivil ve asker üyelerin karşı karşıya değil karışık şekilde oturmaları uygulamasına geçilmiştir. Son olarak 2017 Anayasa değişikliği ile Jandarma Genel Komutanı’nın Kurul üyeliği sona erdirilmiştir. İçişleri Bakanlığı’na bağlı bir kolluk teşkilatının MGK’nın doğal üyesi olması şüphesiz idari hiyerarşi ve demokratik teamüller açısından uygun değildir. Atılan tüm bu adımlarla MGK toplantıları, Türkiye’de asker ile siyasetin karşı karşıya geldiği ve demokrasi krizleri üreten bir mecra olmaktan çıkıp asli fonksiyonuna kavuşturulmuştur. Bugün MGK, anayasa ve yasayla kendisine verilmiş görevleri sivil demokratik iradeye tabi biçimde yerine getiren bir kuruluş olarak Türkiye’nin ulusal güvenliğine katkı sağlamaktadır.