14 Mayıs’ta yapılan Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimleri öncesinde Batı medyasında ortaya çıkan “Erdoğan gidecek/gitmeli” şeklindeki yayınlar oldukça dikkat çekti. Türkiye’nin başta Suriye’nin kuzeyinde YPG/PKK’ya karşı operasyonları olmak üzere son dönemde attığı güçlü bazı adımları şiddetle eleştiren Batı başkentlerinin ve medyasının, 14 Mayıs öncesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karşısında yer almasında esasen şaşılacak bir durum da yoktu. Ancak bu sefer daha net ifadeler ve medya tarafsızlığının tamamen kenara bırakıldığı açıktan söylemlerle “Erdoğan gitmeli” yayınları, tüm Türkiye’nin dikkatini çekti. Bu söylemin diğer uzantısı ise altılı masanın adayı CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na söz konusu medya organlarının açıktan destek vermesi oldu. Ana akım liberal Batı medyasında 14 Mayıs öncesinde giderek artan şekilde yapılan bu yayınlar, Türkiye sosyolojisini ve siyasetini anlamak/değerlendirmekten ziyade yönlendirmeye matuf bir tutum içerisinde hareket ettiler. Bu noktada Amerikan medyasındaki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alan yayınlar da gündemin ön sıralarında yer buldu.
ABD Medyası Bildiğiniz Gibi
Son yıllarda Ankara-Washington hattında yaşanan gerilimler ve ikili ilişkileri negatif etkileyen tüm başlıklarda net bir şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı suçlayan ana akım Amerikan medyası, 14 Mayıs seçimleri öncesinde de bildiğiniz hikayeleri anlatmaya başladı: “Erdoğan döneminde Türkiye Rusya’ya yaklaştı”, “demokrasisi geriledi”, “savunma sanayiindeki adımları ABD için tehdit oluşturuyor”, “muhaliflere baskı yapılıyor” ve benzeri söylem ve iddialarla, Türkiye hakkındaki olumsuz algının nedeni olarak bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın olduğu savlarını gündeme taşıdılar. Bu süreçte manşete en fazla taşınan tema ise 14 Mayıs seçimlerini Erdoğan’ın kaybedeceği ve Türkiye’de 20 yılın ardından ilk kez muhalefetin iktidara geleceği şeklindeki fazla iddialı söylem oldu. Bazı Avrupa merkezli yayın organlarının doğrudan Erdoğan’ı hedef alan ve hatta ahlaksız çizim ve ifadelerle yanlı tutumlarını ortaya koydukları yayınlar da arşivlere o şekilde girdi.
Washington Post gazetesinde 14 Mayıs öncesinde öne çıkan başlıklar Erdoğan’ın kaybetmesinin güçlü bir olasılık olduğu tezine dayanıyordu. 4 Mayıs’ta Yayın Kurulu imzasıyla çıkan “Büyüyen despotizmin gölgesi Türkiye seçimlerinin ardından pusuda bekliyor” başlıklı yazıda, Cumhurbaşkanı Erdoğan yönetiminin “artan despotik bir yola girdiği” iddia edilirken, arka planda “Erdoğan’ın ABD için yönetilmesi zor bir lider olduğu” fikri dikkat çekiyordu. Sonraki günlerde gazetede çıkan bazı başlıklar, Washington Post’taki Türkiye temsilini gözler önüne seriyordu: “Türkiye seçimleri: Seçmenler, Erdoğan’ı geride bırakmaya hazır mı?”, “Eğer Erdoğan yenilirse Batı Türkiye’ye yardım etmeli”, “Türkiye seçimleri: Erdoğan’ın rakibi otoriter yönetime son verme vaadinde bulundu”, “Türkiye seçimleri serbest ve adil mi?”, “En çetrefil seçimler yaklaşırken Erdoğan saldırıyor.” Benzer şekilde ana akım liberal medyanın önemli gazetesi New York Times da 14 Mayıs öncesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçimleri kaybedeceğine okurlarını epey inandırmıştı: “Erdoğan kaybetse bile Türkiye’nin başı dertte”, “Türkiye’nin cumhurbaşkanı gücü topladı, ancak hala kaybedebilir”, “Erdoğan’ın seçimi kaybetmesi Batı’da rahatlamaya, Moskova’da endişeye neden olur” gibi başlıklar altında NYT, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçimleri kaybetmesinin güçlü bir olasılık olduğu vurgusunu yapıyordu. Benzer şekilde CNN gibi liberal ve Fox News gibi muhafazakar televizyon kanalları da 14 Mayıs seçimlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kaybedeceği ve Kılıçdaroğlu’nun galip çıkacağı yönündeki senaryoları öne çıkarıyordu.
14 Mayıs ve 28 Mayıs Sonuçlarının Ardından Çark Ettiler
14 Mayıs gecesi ortaya çıkan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yüzde 50’lik baraja takılsa bile rakibinin 4,5 puan önünde sandıktan çıkması, Batı medyasını, özelde de Amerikan medyasını adeta şok etti. Ekonomideki sancılı duruma ve ülkeyi sarsan deprem felaketine rağmen Erdoğan’ın halen halkın ilk ve en güçlü tercihi olması, Türkiye’ye yönelik dışsal ve liberal Batı okumasının bir kez daha çökmesi anlamına geliyordu. Yukarıda adı zikredilen Washington Post, New York Times, CNN, Fox News ve benzeri ulusal yayın organları Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tüm ekonomik zorluklara rağmen nasıl halen bu derece oy alabildiğine şaşırmış şekilde yorumlarla doluydu.
28 Mayıs’taki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim zaferinin ardından ise bir nevi bir kabullenme psikolojisine giren Batı medyasında iki başlı bir yönelim dikkat çekti. Bir yanda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son dönemdeki ekonomik zorlukları, 6 Şubat’taki deprem felaketinin büyük travmasını ve 20 yıllık iktidar yorgunluğunun getirdiği psikolojik faktörleri büyük bir ustalıkla aştığı vurgusu yapıldı. Bu haber ve analizlerde Erdoğan’ın Türk toplumu nezdinde halen çok güçlü bir dalgayı siyaseten taşıyabildiğine ve muhalefetin bu dalganın üstüne çıkacak bir performans ortaya koyamadığına vurgular dikkat çekti. Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin giderek “otoriterleştiği” şeklindeki altı boş iddiaları biraz daha köpürterek, seçimi analiz etmeyi tercih etti. 28 Mayıs sonrası analizlerde, Erdoğan’ın iddialı söylemlerini gerçekleştirmek ve özellikle ekonomi ile deprem sonrası toparlanma konularında önemli adımlar atmak durumunda olduğu vurgularını öne çıkaran ABD’li analistler, Türk-Amerikan ilişkilerinde bekleyen temel meselelerin de kısa vadede çözülemeyeceği fikrine vurgu yaptılar.
Batı Medyası Seçimleri Nasıl Bu Kadar Yanlış Okudu?
Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde ona “hasta adam” yaftasını yapıştıran Batı aklının Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni okuma biçimi, büyük oranda Anadolu ruhunu ıskalayan kapitalist-liberal bir sentez olarak önümüze çıkıyor. Batı rasyonalitesi ve salt sosyoekonomik saiklerle Türk toplumuna dışarıdan bakanlar, 15 Temmuz FETÖ’nün darbe girişimini ve sonrasını anlayamadıkları gibi, 14 Mayıs’tan önce de ekonomi sorunlu diye Erdoğan’ın kaybedeceği ön kabulüne yaslandılar. Bu analizlerin sorunu, esasen doğru, gerçekçi ve olduğu gibi bir Türk toplumu okuması yapmak yerine “wishful thinking” yaparak olmasını arzu ettikleri sonucu sanki olacak şeymiş gibi görme hatasına düşmeleri oldu. Örneğin Millet İttifakı’nın HDP ile üstü örtük ortaklığının seçmen nezdinde nasıl bir milliyetçi hissiyata neden olacağını anlamadılar veya anlamak istemediler. Sadece bu bile Anadolu’daki hassasiyetleri okuma noktasında Batı başkentlerinden Türkiye analizi yapanların aslında göründüklerinden daha sığ olduklarını gözler önüne serdi. Amerikan siyasetine Bill Clinton döneminden miras kalan “mesele ekonomi, aptal” şeklindeki meşhur politik çıkarımın, 14 Mayıs seçimleri öncesinde Türkiye’de de aynen geçerli olduğunu varsaydılar. “Bu sefer Erdoğan gidecek galiba” şeklindeki inanç ve temennilerini siyasi analiz gibi kabul eden ve yazılarında da dünyaya bunu satan Batı/Amerikan medyası bir kez daha çark etti.
Son not olarak, Amerikan medyasında öteden beri var olan Cumhurbaşkanı Erdoğan rahatsızlığının 14 Mayıs öncesinde güçlü bir şekilde analizler üzerinden yeniden ortaya çıktığına herkes şahit oldu. Ancak söz konusu analistlerden ve medya kuruluşlarından “Erdoğan nasıl yeniden kazandı?” kadar “muhalefet nasıl yeniden kaybetti?” sorusu üzerine de kafa yormasını bekliyoruz. Bu yönde gerçek manada analizler yapmak yerine sürekli Türkiye’deki seçimlerin adil olmadığı iddiasına sığınmaya devam eden ana akım medya, ABD’nin ve NATO’nun en önemli ortaklarından birindeki bu hayati politik ve sosyolojik süreçleri gerçek boyutlarıyla anlamak yerine Erdoğan karşıtlığına takıntılı ve taraflı analizler üzerinden böylesine yanlış Türkiye okumaları yapmaya devam edecek gibi gözüküyor. Bu seçimler, Türkiye’deki olgun ve güçlü demokrasi deneyimini ve birikimini tüm halkın ne kadar içselleştirdiğini göstermesi bakımından çok anlamlıydı. İyi ki Türk halkının siyasi feraset ve basireti, Batı medyasındaki yanlış ve taraflı Türkiye okumalarının kat be kat ötesinde bir öz bilince ve değere dayanıyor. Bu seçimlerde sadece muhalefet değil, Türkiye sosyolojisini bu denli yanlış okuyan Batı medyası da kaybetmiştir…