Rusya’nın Ukrayna’yı işgale başlamasının ardından, Ukrayna’nın beklentilerin üzerinde gösterdiği direniş ve buna bağlı olarak Rus ordusunun vermiş olduğu ağır kayıplar, Rusya’nın askeri operasyonlarını tartışmaya açtı. Bunun yanında Rusya’nın işgaline karşı Batı dünyasının yaptırımlarının giderek ağırlaşması, Rusya’yı oldukça kısıtlı bir manevra alanına sürükledi. Tabii Batı’nın Rusya’yı kısıtlamada, yaptırımların ve Ukrayna’ya yönelik askeri yardımların ötesine geçip geçmeyeceği de değerlendiriliyor.
Başta ABD olmak üzere Batı ülkelerinin Rusya ile tansiyonu belirli bir seviyede tutma gayretleri görülse de Rusya ile mücadelenin başka sahalara yansımalarının olması mümkündür. Bu sahalardan birisi de Suriye olabilir. Suriye muhalefeti, Ukrayna-Rusya Savaşı’nı, Rusya’yı eleştirmek ve Suriye’de Batı devletlerini aksiyon almaya zorlamak adına kullansa da henüz Batılıların Suriye adına sahici bir yaklaşımının olmadığı görülüyor. Buna karşın, Ukrayna-Rusya Savaşı’nın Suriye sahasına etkilerini ve muhtemel gelecek senaryolarını üç başlık altında irdelemek yerinde olacaktır.
Askeri Etkiler
Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlatmış olduğu işgal girişiminin ardından savaş sahasında oldukça zorlandığı, belirli bir noktadan sonra da neredeyse askeri olarak ilerleme sağlayamadığı gözlemlendi. Ukrayna ordusunun beklentilerin üzerinde göstermiş olduğu direnç, özellikle Bayraktar TB-2’lerin Rusya’nın ikmal hatlarını hedef alması ve kara unsurları için işaretleme yapmasının öne çıkması ve bunun yanında Ukrayna’ya destek amaçlı gönderilen anti tank ve hava savunma sistemi silahları, Rusya’nın hava sahasında mutlak üstünlük sağlayamaması gibi faktörler Rusya’yı sınırlayan etmenler olmuştur. Rus ordusunun yaşadığı komuta kontrol sorunları, donanım ve ekipman açısından içine düştüğü yetersizlikler, görsel açından da doğrulanmış ağır kayıpları, aynı zamanda askeri caydırıcılığının yitirilmesi anlamına geliyor. Sonuç olarak Rusya, özellikle Kiev ve Çernihiv cephelerinden geri çekilmek zorunda kalmıştır. Haritaya bakıldığında Rusya’nın planlanan ya da beklenilen askeri etkiden çok uzak kaldığı görülüyor. Bu noktadan hareketle Rus ordusunun içine düştüğü durumun Suriye sahasına da etkileri olabileceği değerlendirilebilir.
Ukrayna’nın düşürdüğü bir Rus askeri savaş uçağında Suriye’de görevli bir pilotun esir alınması, söz konusu duruma örneklik geliştirse de tahmin edildiği üzere Rusya’nın en tecrübeli pilotları başta olmak üzere askeri olarak Suriye’den kurmay ve saha kadrosunu Ukrayna cephesine sevk ettiği düşünülüyor. Söz konusu durum, Rusya’nın Suriye sahasında, özellikle Hava Kuvvetleri düzeyinde sorun yaşayabilme ihtimaline işaret ediyor. Bunun yanında Rusya’ya bağlı paralı askeri şirketlerinin de Ukrayna sahasına getirildiği biliniyor. Bu durum da Rusya’nın saha faaliyetlerini etkileyebilir.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sırasında yüzlerce askeri aracını, ekipmanını, helikopterini ve uçağını kaybettiği görüldü. Söz konusu durum, Suriye’de rejime yapılması muhtemel askeri yardımları aksatabilir. Bunun yanında Türkiye’nin Boğazları ve Suriye’ye yönelik Rusya'nın askeri uçaklarına hatta Suriye'ye giden ve asker taşıyan sivil uçaklarına geçişi kapatmış olması, muhtemel sevkiyatları güçleştirebilir. Hatırlanacağı üzere rejimin İdlib savaşı ve TSK’nın Bahar Kalkanı Harekatı süresince TSK, rejime ait çok sayıda askeri ekipmanı imha etmiş, Rusya ise rejime takviye askeri ekipman sevkiyatında bulunurken, Boğazları ve kargo uçaklarını kullanmıştı.
Başta TB-2’ler olmak üzere Türk SİHA’larının Ukrayna’da da rüştünü ispat etmesi, İdlib başta Suriye sathında moral/motivasyonu Türkiye lehine güçlendirdiği gibi, TB-3, AKINCI A ve B serileri ile Hisar A&O+’nun yakın bir zamanda seri üretime geçmesi, Türkiye’yi askeri bakımdan da Suriye’de Rusya’ya karşı oldukça güçlü kılıyor. Nitekim, 2 yıl önce dahi Türkiye’nin başarılı SİHA operasyonları neticesinde Rusya’nın İdlib saldırısı rejime ağır kayıplar verdirilerek durdurulmuştu. Bugün gelinen noktada Türkiye’nin, yalnızca İdlib’te değil, Suriye sahasında statükoyu kendi lehine değiştirebilecek kabiliyetlere erişebileceği değerlendirilmektedir.
Ekonomik Etkiler
Rusya’nın ABD ve Batı dünyasından gördüğü ağır yaptırımlar nedeniyle, Suriye rejimi de söz konusu durumdan etkilendiği gibi Rusya’dan gelen yardımlar da aksayabilir. Rusya yerine İran’ın dünya petrol piyasasına yeniden dahil edilmesi senaryosu ile birlikte Rusya ve İran arasındaki rekabet Suriye sahasına da yansıyabilir. Söz konusu savaşın rejimi de etkilediği hemen görülmeye başlanmıştır. Nitekim, Suriye lirası Ukrayna Savaşı’nın başlangıcından itibaren yaklaşık yüzde 10 değer kaybına uğramıştır. Rejimin ekonomik olarak neredeyse “hayatta kalma” sınırında yaşadığı bir denklemde söz konusu örneklerin ne kadar etkili olabileceği tartışmaya açık bir şekilde not edilebilir.
ABD’nin Suriye Büyükelçiliği’nin Mart başında rejimi hedef alan “hesap vakti geldi” bağlamındaki tweeti, ABD ve Batı’nın Rusya ile mücadeleyi rekabet sahalarına taşıma ihtimali göz önüne alındığında, Suriye rejimine yönelik Sezar yaptırımlarına ek yaptırımların gelmesi muhtemeldir. Ek olarak ABD’nin yaptırımlardan YPG ve Suriye Geçici Hükümeti (SGH) bölgelerini ayrı tutması ve söz konusu bölgelerin rejim bölgelerine nazaran ekonomik olarak daha serbest ve güçlü olması, söz konusu bölgeleri orta ve uzun vadede Suriye’nin yeni ekonomik merkezleri haline getirebilir.
Rejimin içerisinde bulunduğu ekonomik zorluklar, altyapının büyük oranda tahrip olması ya da eski teknolojiler Suriye halkını göçe zorlamaya devam ediyor. Suriye’de çatışma ortamı ortadan kalksa dahi Suriye’nin göç vermeyi sürdüreceği öngörülebilir. Nitekim, günümüzde dahi SGH’nin kontrol ettiği bölgeler iç göç almaya devam ediyor. Türkiye’nin destekleriyle gerçekleştirilen altyapı yatırımları ile birlikte SGH bölgeleri giderek cazibe merkezleri haline geliyor.
Siyasi Etkiler
Suriye’de uzun bir süredir, üç aktörlü bir siyasi denklem söz konusu. Rusya ve Türkiye’nin yanı sıra ABD’nin ve dolayısıyla Batı’nın farklı perspektife sahip olduğu ifade edilebilir. İran’ın siyasi olarak durduğu nokta, Rusya ile büyük ölçüde benzeştiği için bir blok olarak değerlendirilebilir. 2020’deki Bahar Kalkanı Harekatı’nın ardından sahadaki sükunet, siyasi girişimleri de dondurmuş görünüyor. Nitekim iki yıl boyunca anayasa görüşmeleri dahil olmak üzere herhangi bir alanda ilerleme kaydedilemedi.
Suriye sahasındaki mevcut statüko, Rusya ve İran lehine olmasına ve Batı dünyasında yükselen Rus karşıtlığına rağmen Suriye sahasında herhangi bir değişiklik yaşanmadığı görülüyor. Batılı diplomatlar Suriye muhalefeti ile görüşme sıklıklarını artırsalar da somut bir adım atmış değiller. Bazı Batılı uzmanlar ise Suriye’de insani yardım faaliyetlerini artırmayı örnek göstererek stratejik adımlar atılabileceğini iddia ediyorlar.
Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik işgal girişimi, Batılı devletlerin Rusya’nın etki sahalarına yönelik adımlar atmaya hevesli olmadığını ortaya koyduğu gibi Rusya-Ukrayna Savaşı’nın soğumasıyla birlikte, Suriye’de Türkiye karşıtı pozisyonlarına geri döndükleri anlaşılıyor. Nitekim, ABD Suriye Büyükelçiliği Twitter hesabından yapılan açıklamada, YPG/PKK’nın gerçekleştirdiği terör faaliyetleri görmezden gelinerek, Türkiye’nin Ayn el Arab’taki terör unsurlarına yönelik operasyonlarından endişe duyulduğu ifade edildi. Türkiye’nin Irak’ın kuzeyinde Pençe Kilit ismiyle yeni bir askeri harekat başlatmasının ardından, PKK’nın Suriye kolunun devreye girerek terör üretmesi de elbette tesadüf olarak görülmemeli.
Tüm bu gelişmeler göz önünde bulundurularak ve Türkiye’nin Rusya-Ukrayna Savaşı’nda diplomatik olarak durduğu pozisyon düşünüldüğünde; Rusya’nın Ukrayna sahasında uzun süren bir savaşı ve Türkiye’nin mevcut pozisyonunu Rusya lehine dengede tutmak adına Suriye’de Türkiye’ye belirli tavizler verebileceği düşünülebilir. Rusya-Ukrayna Savaşı’nın gidişatı, Batı’nın tutumu ve Türkiye’nin ulusal güvenlik öncelikleri birlikte düşünülerek Suriye dosyasını Türkiye lehine belirli bir noktaya getirmek üzere, Türkiye’nin adımlar atması gerekebilir. Terör örgütü PKK’dan sığınmacılar sorununa kadar, Suriye’nin istikrara kavuşması Türkiye’nin önceliklerinden biri olmayı sürdüreceği gibi kısa ve orta vadede Türk dış politikasının en önemli gündemlerinden biri olmayı sürdürecektir.