Kuruluşu üzerinden bir asırlık zaman dilimi geçtiği halde büyük ölçüde değişmemiş bir zihniyete sahip olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin ötekileştiren dili, çaresiz bir hastalık mıdır? Bu soru hakkında bir tartışma başlatmak gerektiğini düşünenlerdenim.
Yarım asırdır Türkiye’nin entelektüelleri ve gazetecileri CHP’yi tartıştılar. Bugün de bu tartışma devam ediyor. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, iktidarı tek parti olarak ele geçirmiş ve Çin Komünist Partisi benzeri bir kültür devrimini Türk halkı üzerinde uygulamış, ulus-devlet çağının radikal uygulamalarının tarafı olmuş tek partinin siyasi kadroları, teknokratları ve akademisyenleri, kıyamete kadar üstlendikleri bu tarihsel misyonun psikozunu yaşamaktadırlar.
1950’lerde Demokrat Parti iktidar olduğunda CHP, seçimlerde neden yenildiğini anlamaya çalışmış, bugünün deyimiyle kurultaylar toplamış, bütün bölgelere müfettişler göndermiş ve nitelikli çalışmalar yaptırmıştır. Nitelikli ifadesini bilinçli olarak kullanıyorum, çünkü o günün CHP’si kelli felli siyaset bilimcilerden ve vasıflı siyasetçilerden oluşuyordu. Uzun yıllar süren tartışmalar, partinin ağır sorunlarını üç ana başlıkta özetliyordu:
- Halk ile parti arasındaki sorunlar,
- Tarih ile parti arasındaki sorunlar,
- Din ve dindarlarla parti arasındaki sorunlar.
1950 ile bugün arasında tam 70 yıllık bir zaman dilimi var. Eleştirel bir bakışla partinin ve partililerin, zikredilen konuların hiçbirinde bir arpa boyu yol almadığını görebiliriz. Bir asır boyunca CHP zihniyetinin büyük ölçüde aynı kalmış olması şaşırtıcı olsa gerekir. Bu yazıda bu köklü soruna ışık tutmaya çalışalım.
Medeniyet Çatışmalarının Geçmişi
Meselenin kökünde medeniyet değerleri alanında bir çatışma var. CHP zihniyetinde tanıklık ettiğimiz, bu derin çatışmanın yüzeydeki yansımalarıdır. Hint ve Çin medeniyetlerini dışarıda bırakacak olursak, ilahi dinler temelinde varlığını sürdüren iki medeniyet tasavvuru vardır: Batı medeniyeti ve İslam medeniyeti. İki medeniyet birikiminin birbirinin devamı olduğu tezleri tartışmaya açıktır. İslam medeniyeti, Medine’den başlayarak Şam, Bağdat, Maveraünnehir, Endülüs, Kahire, Kuzey Afrika, İstanbul ve Saraybosna’ya kadar uzanır. Tevhidi inanç ve nübüvvet eksenli İslam ilkelerinin insanların günlük yaşamlarından, din anlayışlarından, bilgi ve bilimi yorumlamalarından tutun da mimariden estetiğe, adalet ve ahlak tasavvuruna kadar yaşamın tüm alanlarında beliren İslami bir ruh meydana getirdiğini söyleyebiliriz.
Orta Çağda İslam ve Batı medeniyetleri arasındaki savaş daha çok din eksenli bir savaş, Osmanlı Devleti ile Papalık ve Haçlı zihniyeti arasında geçen bir rekabetti. Bu dönemde çoğunlukla Müslümanlar lehine tecelli eden sonuçlar alınırdı. Bu sebepten ötürü Osmanlı Devleti, dört yüzyıl boyunca Avrupa devletler sisteminin bir parçası olarak daha çok Avrupa topraklarına doğru genişlemiştir.
Modern çağın başlangıcında aydınlanmacı, sömürgeci ve nihayet ulus-devletçi Batı aklının ortaya çıktığı dönemlerde, yukarıda bahsettiğimiz medeniyet çatışması başka bir boyut kazandı. Modern Batı kültürü, deney ve gözleme dayalı Batı bilimi oluştuğunda, ortaya çıkan modern tasavvurun dışında ne kadar din, ne kadar kültür ve ne kadar medeniyet birikimi varsa hepsini arkaik, geri kalmış, hatta insanlığı geri bıraktıran unsurlar olarak ele aldı. Batılı ülkelerin sahip olduğu teknolojik üstünlük sonucu oluşan sömürgecilik ve işgal çağında Batının dışında kalan bütün imparatorlukların inanç değerleri ve kültürleri üzerinde önü alınamaz bir yıkıcılık faaliyeti başladı.
Her ne kadar Batılı sömürge imparatorluğunun dünyada yıkıma uğratmadığı hiçbir medeniyet kalmamışsa da Batının en büyük düşmanlarından biri İslam medeniyeti oldu. Osmanlı Devleti de bu yıkımdan payını aldı.
Batı Tekeli
Osmanlı Devleti’nin modernleşme serüveninden ve devleti koruma çabalarından uzun uzadıya bahsetmek yerine bir ulus-devlet inşa etme sürecinde kurucu parti seçkinlerinin nasıl bir inanç ve psikoloji içerisinde olduklarını anlayıp, bu psikozdan neden çıkamadıklarına vurgu yapmanın daha faydalı olacağını düşünüyorum.
Modern ulus-devlete geçiş sürecini en radikal, kanlı ve yıkıcı bir şekilde deneyimleyen Fransa olmuştur. Din karşıtlığı en fazla Fransız Devrimi’nde kendini göstermiştir.
Osmanlı ve Cumhuriyet modernleşmesine öncülük eden siyasi seçkinler, daha çok Fransız Aydınlanma filozoflarının izinden gittiler. Cumhuriyet kurulduktan sonra savunmasız kalan İslam ve Osmanlı medeniyet değerlerini yok ederken, kilise engizisyonuyla savaşan bir Fransız aydın gibi bir kahramanlıkla ve karşı konulmaz bir motivasyonla söz konusu toplumsal dönüşüme öncülük etmeye çalıştılar.
Buradan bakınca Türkiye’nin müstemleke aydınları, sadece gariban Anadolu halkı, birkaç vakıf ve dernek, bir siyasi parti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la savaşmıyor. Belki de farkında olmadan İslam medeniyetiyle savaşıyorlar. Oysa Batı merkezli medeniyet tahayyülü güç kaybediyor. Çin, Japonya, Türkiye ve Güney Kore gibi ülkeler, kendi teknolojilerini üretmeye başladığından kalkınmanın ve teknolojiye sahip olmanın Batının bir tekeli olmadığı ortaya çıktı.
Ali Nesin’in çok kıymetli bir ifadesi oldu. Kendisi “80 yılda bu halka neler yapmış olmalıyız ki 20 yıllık iktidar yıpranmasına, ekonomik krize, felaketlere rağmen ilk turda kazanamıyoruz” diyor.
O halde madde madde CHP’nin kendisini esir ettiği zihinsel çıkmazı anlamaya çalışalım:
- Her CHP’li kendisini Aydınlanma filozofu zannetmektedir.
- Kendilerini bilge, halkı cahil olarak görmektedirler.
- 70 yıldır gerçeklikten kopuk yaşamaktadırlar.
- Kâinattaki bütün kusurları kendilerinin dışında aramaktadırlar.
- Bir medeniyete, bir dine, bir kültüre yönelik inançları var ise bu, Batı medeniyeti ve onun kopyalanmış değerlerinden ibarettir.
- Bu milletin tarihinin 600 yüzyılını yok sayan bir tarih tezine inanmaktadırlar.
- Mustafa Kemal Atatürk hakkındaki bilgileri sığ olmakla kalmıyor, aynı zamanda Kurtuluş Savaşı’nın emperyalizme karşı değil Osmanlı Devleti’ne karşı verildiğine inanıyorlar.
- Anadolu insanı, İslam dini ve tarihi, Türk tarihi ve Osmanlı tarihi konusunda ön kabulleri ve hiçbir şekilde değişmeyen sloganları var. Buna göre İslam eşittir Orta Çağ karanlığı, tasavvuf eşittir izbe ve karanlık yuvalar, Osmanlı eşittir insanın kul olduğu devlet sistemi… Birer paslı çivi gibi kafalarına çakılmış olan bu şablonlara dair inançları 70 yıldır neredeyse hiç değişmemiştir.
- Batılı bir aydın, kendi medeniyetinin klasik kaynaklarından beslenir. Sömürge aydınları ise kendi tarihini ve medeniyetini küçümser, geriye dönüp geçmişine bakmaz. CHP seçkinleri, sömürge aydını psikozundan bir türlü çıkamamışlardır.
- Parti örgütü ve kanaat önderleri kapalı bir cemaat psikolojisinde yaşamaktadırlar.
- Kendi iddia ettikleri fikirlere kendileri inanıyor, onlara inanmayanları aşağılayarak linç ettikleri için gerçeklerle yüzleşemiyorlar.
- Hakikatin bilgisinin şüphesiz bir şekilde kendilerinde olduğuna inanıyorlar, bu konuda hiçbir tereddütleri de yok.
- Dindarları, Anadolu insanını, milliyetçileri, Kürt’ü, Arap’ı küçümsüyorlar.
- Ali Nesin’in dediği gibi bu millete yaşattıkları travmaların farkında değiller.
Bir topluluk, bütün doğruların kendi yanında, bütün yanlışlarınsa karşı tarafta olduğuna inanınca rasyonelliğini kaybetmiş demektir. Bu ortamda bilim, rasyonellik, değerler sistemi, ahlak, izan, adalet bir yönüyle işlemez mekanizmalara dönüşür. Kendilerini tanrı sunağı gören bir zihniyete sahip olanlar, asla kendilerini sorgulamazlar.
Son Durak
Ötekileştirme, nefret ve linç kültürü, bu zihniyetin kaçınılmaz son durağıdır. Milenyum çağında bir seçime gittik. CHP’nin İttihat ve Terakki Partisi iktidarı döneminden bugüne kadar geliştirdiği komitacılık ve linç kültürü, sosyal medya trolleri ve FETÖ etkisi ile yeni bir boyut kazandı.
Bu ülkede kim tek parti zihniyetine hizmet etmiyorsa CHP’nin ötekisidir. Bu ırkçı, ötekileştirici nefret ve linç kültürüne bakınca, tek parti zihniyetinin 70 yıldır neredeyse hiç değişmediğini görmüş oluruz.
Meral Akşener veya Muharrem İnce gibi kazara yanlarında durmasını bekledikleri siyasi bir liderin karşı safa geçmesi ile ağır bir dil, küfür ve yok etme girişimi başlıyor. Bu ülkede hayatında ilk defa sandığa gidecek olan yüzbinlerce genç Muharrem İnce’ye oy vermek istiyordu. Ülkeyi normalleştirme iddiasıyla yola çıkan altılı masa mensupları, FETÖ ve PKK hesapları Muharrem İnce’yi siyasi sahneden düşürerek yüzbinlerce gencin iradesine el koymuş oldular. Sözüm ona bu darbeyi demokrasi adına yaptılar. Akşener’e yapılanların kokusu ise zamanla ortaya çıkacaktır.
Hayatında ilk kez oy kullanacak geniş bir genç seçmen kitlesi bulunuyor. Bu kitleye tek parti zihniyetini anlatmak için uzun analizlere ihtiyaç yoktur. Bir seçim kazanmak uğruna demokrasiyi, adaleti, ahlaki ilkeleri ayaklar altına alan bu zihniyeti anlatmak için tek başına 18 yaşındaki seçmenlere yapılan bu suikast girişimini aktarmak kâfidir.
Zihniyet genetiktir, değişmez. Kutsal tek parti zihniyeti ise hiç değişmez. 14 Mayıs gecesi iki belediye başkanının çıkıp alenen halkı kandırmaya çalışması, bu zihniyetin en hafif dışa vurumlarından bir tanesidir.