Son dönemde “endişeli muhafazakarlar” olarak tanımlanan seçmen kitlesi üzerinden yürüyen bir tartışma var. Bu tartışma, aşırı genellemeci bir yaklaşımla ve yanlış bir bağlam üzerinden sürdürülüyor. Tartışmayı başlatanlar ve devam ettirenler -ağırlıklı olarak- aslında bizzat tartışmanın öznesini oluşturduğu varsayılan muhafazakar ve dindarlar değil. Tartışmanın mahiyeti, Millet İttifakı’na eklemlenen ya da bu ittifakı destekleyen çevrelerin kanaat oluşturucuları tarafından yönlendiriliyor.
Tartışma şöyle bir gerçeklik üzerinden başladı: Yapılan kamuoyu araştırmalarında AK Parti’yi destekleyen seçmen kümelerinde büyük bir çözülme yok. Kendini kararsız olarak tanımlayanlar da muhalefete yönelmiş değil. AK Parti’nin oylarında bir düşüş olduğu söylenmesine rağmen muhalefetin oy oranlarında da bir artış görünmüyor. Hatta AK Parti’den ayrılanların kurduğu Deva ve Gelecek partilerine de AK Parti tabanından kayda değer bir geçiş olmadı.
Böyle bir duruma cevap arayan muhalefetin kanaat oluşturucuları, bu gerçekliğin nedenini “endişeli muhafazakarlar” olarak tanımlanan seçmen kümeleri üzerinden açıklama kolaycılığına kaçtılar. Bu kavramsallaştırma da daha çok 2010 öncesinde uzunca bir süre gündemde tutulan “endişeli modernler” tartışmasına referansla yapılıyor.
Muhafazakarların endişesini ise AK Parti’nin kaybetmesi durumunda kaybedecekleri çok “şey” olduğu için iktidarı desteklemeyi terk etmemek ile açıklıyorlar. Muhafazakar dindarların kaybedecekleri “şey”ler sayılırken; “makam”, “mevki”, “varlık” “sosyal konum”, “iktidar nimetleri” gibi hususlar öne çıkarılıyor. Deva, Gelecek ve Saadet partilerine yakın yazarlar bu hususlara ek olarak, “sosyal yardım”, “başörtülülerin kamu istihdamındaki kazanımları” ve “kültürel kazanımları” gibi hususları da listeye dahil ediyorlar. Ama muhalefetin kanaat oluşturucularının tümü, muhafazakar dindar seçmenlerin “endişelerini” açıklamaya çalışırken onların “bireysel konumları” üzerinden meseleyi görmeyi tercih ediyorlar.
Bu tartışmayı başlatmalarının amacı belli: Muhafazakar dindar çevrelerin endişelerinin yersiz olduğuna dair kamuoyunu şekillendirecek söylemin devreye sokulmasını sağlamak. Deva, Gelecek ve Saadet partilerinin Millet İttifakı ile iş birliğini derinleştirmek. CHP’nin aslında dönüştüğünü iddia etmek. Kısaca CHP’nin içinde olduğu ittifaka muhafazakar dindar seçmenlerin desteğini artırmaya dönük taktiksel ya da stratejik hamleleri devreye sokmak.
Öncelikle tartışmanın kayda değer tarafını vurgulayalım: Evet, AK Parti seçmeninde muhalefetin beklediği gibi bir çözülme yok. Yapılan kamuoyu araştırmalarında çıkan sonucun ortak yönü, muhalefetin oylarında belirgin bir artışın söz konusu olmadığıdır. Deva ve Gelecek partilerine de muhafazakar dindar seçmen kümelerinden dikkat çeken bir geçiş yaşanmamıştır. SP lideri Temel Karamollaoğlu’nun, bu durumu bir röportajında “hayal kırıklığı” olarak ifade etmesini hatırlatalım. Kararsız olarak ifade edilen seçmen kümelerinin ise geçmiş seçimlerde AK Parti’yi desteklediği biliniyor.
Burada altı çizilmesi gereken husus şu: AK Parti’ye seçmen desteğinin devam etmesinde birçok neden sayılabilir. Gerçekten bu nedenlerin arasında, AK Parti’nin iktidarı kaybetmesi halinde muhafazakar-dindar seçmenlerin mevcut kazanımlarını kaybetme endişesi azımsanamayacak bir mahiyette olabilir. Bu tespitte bu şekliyle bir sorun yoktur.
Endişeli Modernlere Karşılık Endişeli Muhafazakarlar
Tartışmanın yanlış olan mahiyeti ise iki bağlam üzerinden ele alınabilir. İlki, “endişeli muhafazakarlar” tartışmasının geçmişteki “endişeli modernler” tartışmasına atıfla yapılmasıdır. “Endişeli modernler” meselesinde endişe eden toplumsal kesimler, ekonomik olarak Türkiye’nin üst sınıflarını oluşturuyorlardı. Yani gelir seviyeleri oldukça yüksekti. Bu anlamda toplumun geri kalan çoğunluğundan ayrışmışlardı. Kendilerini eğitim, sosyal konum ve yaşam koşulları bakımından ayrıcalıklı olarak görüyorlardı. Ayrıcalıkları tarihsel olarak uzun süre devam eden “imtiyazlı” olmaları ile doğrudan ilgiliydi. İmtiyazlarını demokrasinin vesayet altında olduğu, çıkarcı elit gruplarının demokratik siyasi alanı kolayca sömürgeleştirebildiği iktidar dönemlerinde elde etmişlerdi.
Bu bağlamda, “endişeli modernler”in bu endişelerinin temelinde, siyasi alanın demokratikleşmesi, sivilleşmesi ve böylece vesayetçi yapıların geriletilmesi neticesinde imtiyazlı çıkar alanlarını kaybedecekleri korkusu yer alıyordu. Ayrıca endişeleri, Türkiye’nin ya da toplumun geniş kesimlerinin demokratik kazanımları değil daha çok kendilerinin bireysel çıkar alanlarının kaybedilmesine dayanıyordu. Yaşam tarzlarının tehdit altında olduğunu söylerlerken, başkasının özgürlüklerinin kısılmasını savunuyorlardı. Örneğin, kendi giyim tarzlarına kısıtlama gelebileceğinden endişe ettiklerini söylerlerken, devlette başörtüsü ile çalışmaya karşı çıkıyorlardı. Bırakın devlette çalışmayı, başörtüsü ile eğitim görmeye bile tahammülleri yoktu. Mevcut iktidarın dışlayıcı olacağını ya da olduğunu veya özgürlükleri kısıtlayacağını söylerken, eşi başörtülü olan birinin cumhurbaşkanı olamayacağını hatta gerekirse partisinin kapatılabileceğini savunuyorlardı. Aslında “endişeli modernler” olarak tarif edilen kesimlerin çoğunluğu endişe etmekten ziyade AK Parti’nin sürekli seçimleri kazanmasına bir öfke duyuyordu. Çevreyi temsil eden toplum kesimlerinin merkeze gelmesine tepkiliydiler. Öfkelerinin altında en nihayetinde eşitlenme endişesi yer alıyordu.
Endişeli muhafazakarlardan bahsedilecekse bu 2008’de çokça gündeme gelen ve sonra devam ettirilen endişeli modernlerin endişe halinden tamamen farklı bir durum. İçerik olarak, bağlam olarak aynı değil. Toplumun bu kesimleri, endişeli modernler gibi gelir seviyesi yüksek imtiyazlı gruplar falan da değiller. Dışlayıcı modernlerin aksine, muhafazakarların endişelerinin altında, imtiyazlı olmak değil demokratik kazanımlarının geri gitmesi gibi bir durum olabilir. Ötekinin özgürlüğüne karşı çıkarak mevcut konumlarını korumak gibi bir arayışları söz konusu değil. Endişelerinin altında yakın geçmişte bizzat yaşadıkları somut korkuları var: Dini eğitimin (imam hatip okullarında katsayı sorununda olduğu gibi) kısıtlanmasına yönelik yaptırımlar, başörtüsü yasaklarının tekrar gündeme gelmesi ve kendi değer dünyalarının aşağılanması gibi travmalar…
Televizyon ekranlarına baktıklarında camiye giden çocuklarının sanki suç işlemiş gibi gösterildiği günler hafızalarında daha taptaze. Oy verdikleri siyasi lidere, silahlı bir devlet memurunun ağza alınmayacak hakaret ve küfrü kameraların önünde söylemekten geri durmamasının özgüvenini unutmuş değiller. Daha yakın döneme kadar eski düzen yanlılarının vesayetçilerle nasıl iş tuttuklarını da biliyorlar. Bu kesimlerin bugünkü “özgürlük” ve “demokrasi” söyleminin zoraki ve konjonktürel olduğunu, aynı kesimlerin gazetecilerinin kanaat önderlerinin geçmişte televizyon ekranlarından, gazete köşelerinden yasakları nasıl savunduklarını iyi hatırlıyorlar.
Endişe Sadece Bireysel Bir Tutum Değildir
Tartışmanın yanlış olan mahiyetinin ikinci tarafı ise muhafazakarların endişesinin salt bireysel çıkara indirgenmiş olması. Sanki bu kesimlerin tümü “makam”, “mevki”, “varlık” “sosyal konum” ve “iktidar nimetleri” gibi kazanımları kaybetme endişesi ile iktidara destek verdiği gibi yanlış bir varsayım var. Bugüne kadar yüzde ellinin üzerinde oy oranları ile seçim kazanmış bir iktidarın desteğinin devam etmesini bu kadar basite indirgediğinizde, o kesimlere yönelik kurabileceğiniz yegane cümle, “Deva, Gelecek ve Saadet partileri işte burada, endişe etmeyin”den öteye geçmez. Bu partilerin CHP siyasetine eklemlenme halinin bizzat kendisi bile muhafazakar dindar kesimlerin çoğunluğunun endişesini artıran bir durum olabilir.
Örneğin, Deva ve Gelecek partilerinin yöneticilerinin geçmişte AK Parti içinde siyaset yaptığı düşünüldüğünde ve eski partilerine destek vermeye devam eden toplum kesimlerine, onların değer dünyalarına yönelik muhalefeti destekleyen elitler ya da siyasetçiler tarafından ağıza alınmayacak hakaretler edildiğinde karşı çıkmaları beklenir. Ancak muhalefetin birlikteliğine zarar gelecek endişesi ile bu konularda değerlendirme yapmayı bile uygun görmüyorlar. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çocuklara Kuran-ı Kerim eğitimi vermesine yönelik aldığı kararın “ortaçağ zihniyeti” olarak tanımlanması karşısında bu çevrelerin suskun kalması, AK Parti seçmeninin ileriye yönelik endişesini haklı çıkarıyor.
Sonuç olarak, muhafazakarların endişesinden bahsedilecekse, bu endişe hali ne endişeli modernlerin endişesine benzetilebilir ne de sadece bireysel konumlar üzerinden açıklanabilir. Hatta muhafazakar dindar çevrelerin bizatihi kimliklerine yönelik kazanımlarının geri gitmesi ile de bu endişe hali izah edilmez. Aynı zamanda, son 20 yılda Türkiye’nin dış politikasından, yatırım ve kalkınma hamlelerine, hizmet siyasetinden icraat politikalarına kadar tüm alanlarda yaşanan atılım ve iyileşmelerin durma ve geri gitme korkusu da muhafazakar dindar çevrelerin gelecek endişelerine dahildir. İlaveten, Ayasofya Camii’nin ibadete açılması ve Taksim’e cami yapılması süreçlerinde olduğu gibi benzer hizmetlerin devamının gelmeyecek olması da muhafazakar dindar kesimlerin endişesine dahildir.
Son cümle şu olsun: “Başörtüsüne değil ama türbana karşıyız” siyaseti ya da zihniyetinin farklı tezahürleri ile 2020’lerin Türkiye’sinde muhafazakarların ya da dindarların bahsedilen gelecekle ilgili endişelerinin giderilebileceğini zannetmiyorum.