Katolik dünyasının lideri Papa Francis’in, dört gün süren Irak ziyareti tarihi bir önem taşıyor. Zira bu, Katolik Kilisesi’nin Ortodokslardan ayrılarak kurulduğu 11. yüzyıldan bu yana bir papa tarafından, Abbasiler döneminde hilafet merkezi olarak inşa edilen Bağdat’a yapılan ilk ziyaret. Papa, dört gün boyunca Bağdat, Musul ve Necef gibi Irak’ın sembolik önemdeki şehirlerine yaptığı bu yolculuğu, “kutsal bir hac” olarak tanımladı.
Belki de bu seyahat sırasında evine kadar giderek görüştüğü Şii lider Ayetullah Sistani ve ülkede az sayıda kalmış Hristiyan cemaatiyle yaptığı ayinlerden daha önemli nokta, Hristiyanlık tarihinde bilinen herhangi bir geçmişi olmayan Irak’a ziyaretin “hac” olarak tanımlanmasıydı.
ABD askerlerinin büyük oranda Irak’tan çekildiği, ABD’de yönetimin değişmesinden sonra Musul şehri ile birlikte yok edilen DEAŞ’ın yeniden bombalı saldırılarla kendini göstermeye başladığı ve beklenmedik bir şekilde Irak hükümetine karşı protestoların güneydeki Şii eyaletlerde yoğunlaştığı bir dönemde yapılan bu ziyareti anlamlandırma arayışı birkaç noktada belirginleşiyor.
Irak işgali boyunca CNN’in Bağdat Büro Şefi olarak görev yapan Jane Arraf, Papa’nın bu ziyaretinin iki temel amacı olduğuna işaret ediyor. Birincisi Katolik dünyasının Şiilerle bağlarını derinleştirmek. İkincisi ise Irak’ta nüfusu 250 bine kadar düşen Hristiyanları tersine göçe teşvik etmek.
Papa Francis, Irak Cumhurbaşkanı Berham Salih tarafından, ülkedeki etnik ve dini çeşitliliğin vurgulandığı, her bir grubun kendi yöresel kıyafetleri ve coşkulu bir müzik gösterisi eşliğinde karşılandığı Irak’a “dini hoşgörü ve barış mesajı” getirdiğini ifade etse de ziyaret tüm kesimlerde aynı heyecanla karşılanmadı.
Papa Sünnileri Neden Görmezden Geldi?
Özellikle, Papa’nın tartışmalı bir Şii lideri ziyaret etmesine karşın, hükümetin atadığı Sünni din adamlarını ziyaret dahi etmemesi, mezhep savaşının yıktığı ülkede gerçekçi bir barış mesajı olarak algılanmadı.
Papa ile Sistani’nin görüşmesi, ülkedeki mezhepçi Haşdi Şabi milislerinin saldırılarını engelleme konusunda bir etkinlik gösteremeyen ve savaş sonrası ortaya çıkan yeni kuşak tarafından ülkeyi İran’a teslim etmekle suçlanan Irak Hükümeti’nin elini rahatlatmış olmalı ki, Başbakanı Kazımi 6 Mart’ı Irak’ta “Ulusal Hoşgörü ve Birlikte Yaşama Günü” ilan etti.
Buna karşın, milyonlarcası ülke dışına çıkmak zorunda kalan Sünniler, kendilerini dışlanmış hissetmeye devam ediyorlar. Üstelik Irak Savaşı sırasında ABD ve diğer koalisyon askerlerine karşı savaşmanın haram olduğu şeklinde fetva veren Ayetullah Sistani, sadece Sünniler tarafından değil, ekonomik çöküntünün yaşandığı ve işsizliğin had safhaya ulaştığı ülkede Şii genç nüfus tarafından da eleştirilerin odağındaki bir isim.
Sünniler, Papa’nın ziyareti esnasında kendilerini muhatap almamasından duydukları rahatsızlığı ifade ediyorlar. Körfez Krizi’nden (1991) sonra İran’daki ve Güney Irak’taki Şii havzaya karşı güçlendirilen ve bir Sünni havza olması hedeflenen Bağdat’taki Azamiye merkezli Sünni ulema hareketi Irak Müslüman Alimler Heyeti yayınladığı bildiride; Papa’nın ırkçı-mezhepçi kimliğiyle temayüz etmiş bir rejimi meşrulaştırmasının, iddia edildiği gibi barışı getirmek bir yana, Irak’taki krizi daha da derinleştirdiğini vurguladı.
Açıklamada Papa’nın, Irak’ın en büyük ikinci Sünni kenti olan Musul’un enkazı üzerinde yaptığı konuşmada, DEAŞ teröründen bahsederken, Şii milislerin saldırılarını kınamaması ve koalisyon güçlerinin kenti bütünüyle yaşanmaz kılan hava saldırılarına değinmemesi; savaş sebebiyle hala çadırlarda yaşamlarını sürdüren milyonlarca insanın dramına kayıtsız kalması da eleştiriliyor.
Bir başka temel eleştiri konusu ise, Basra ve çevre illerde aylardır devam eden protestolara ve bu eylemleri milislerin tüm saldırılarına karşı barışçı bir şekilde sürdüren gençlerin taleplerinin görmezden gelinmesi.
The Washington Post’un Bağdat Şefi Louisa Loveluck’a göre ise Papa Francis’in bu ziyareti, ABD işgali yüzünden kaos yaşayan ve bir dönem Roma’yı işgal etmekle tehdit eden DEAŞ terör örgütünün çıktığı topraklarda Iraklıları cesaretlendirmek amacını taşıyor. Oysaki, Sünni kitlelere ve ekonomik sıkıntılar içinde boğuşan Şii genç kuşağa göre cesaretlendirilen kendileri değil; Irak, Suriye, Lübnan ve hatta Barış Pınarı Harekatı bölgesinde Türkiye için de bir tehdit haline gelen Haşdi Şabi milisleri.
Yeni Bir Dinler Arası Diyalog Projesi mi?
Papa’nın Irak Sünnilerinin dramına kayıtsız kalmasının, taşıdığı barış mesajıyla tenakuzuna değinen Prof. Dr. Özcan Hıdır, sembolik de olsa bir Sünni liderle görüşmesinin anlamlı olacağını söyleyenlerden. Ancak ona göre, Papa’nın Sistani ile görüşmeden önce Mısır’daki El Ezher şeyhi Ahmet et-Tayyip ile Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) görüşmesi yeni bir teo-politik hat olarak görülmeli.
Papa Francis’in Ortadoğu’da Türkiye karşıtı hareketlerin merkez üssü haline gelen BAE’de Ezher Şeyhi ile birlikte imzaladığı “İnsan Kardeşliği Zaptı”nın yeni bir dinler arası diyalog projesi anlamına geldiği düşünülse de, geçmişte bu tarz bir çabanın 2005’te ölen Papa İkinci Jean Paul’ün Fetullah Gülen ile buluşmasına yakıştırıldığı unutulmamalı.
İki büyük din arasında kurulması düşünülen diyalog zemini, Müslüman halklar ve ülkeler nezdinde meşru kabul edilen dini otoriteler arasında yapılabilir. Savaş sebebiyle Türkiye’de yaşayan Iraklı akademisyen Dr. Münir Kuşçuzade, bu meşruiyet problemine dikkat çekenlerden. Ona göre, Papa Francis, böylesi bir diyalog zeminini, Mısır’daki darbeyi destekleyen Sünni Ezher Şeyhi ve ülkesinin işgalini destekleyen Şii Sistani ile sağlanamayacağı da görmeli.
Papa’nın Türkiye’ye karşı PKK’ya destek veren Haşdi Şabi teröristleriyle buluşması hatta bu örgütün içerisinde sembolik düzeyde yer alan Hristiyan Babilyun Tugayı lideri Keldani Reyyan Salim’e kendi tespihini hediye etmesi, tüm ziyaret boyunca verilen barış mesajlarına gölge düşüren bir başka önemli detay.
Din Savaşları Neyi Örtüyor?
İslam dünyasındaki Hristiyan azınlıklara yönelik tehditler, pek çok ülkedeki kriz ve gerilimlerin altında yatan gerekçeleri perdeleyen bir unsura dönüşmüş durumda. Suriye’de 2011’den bu yana rejim güçlerinin saldırılarında 1 milyona yakın sivilin yaşamını yitirmesine ve Şam dışındaki tüm şehirlerin yerle bir olmasına karşın, Türkiye sınırına yakın Ermeni yerleşimi olan bin 800 nüfuslu Kesep’in muhaliflerin kontrolüne geçmesi Batı medyasının en fazla ilgi gösterdiği konu olmuştu.
Irak’ta 2003’ten bu yana başta Bağdat, El Anbar eyaleti ve Diyala olmak üzere pek çok bölge, koalisyon güçleri ve terör örgütleri tarafından yıkıldı. Müttefik güçlerin çekilmesinden sonra Musul’u işgal eden DEAŞ’la mücadele adı altındaki gruplar, bu şehri yaşanılamaz hale getirdi ve milyonlarca insan hala Erbil ve Süleymaniye gibi görece güvenli şehirlerde mülteci kamplarında yaşamlarını sürdürüyorlar.
Fakat Papa Francis, Musul’a yaptığı ziyarette dört kilisenin bulunduğu meydanda düzenlediği ayin sonrası sadece küçük bir Hristiyan yerleşimi olan Karakuş’a gitti. Burada yaptığı konuşmada savaşın ve düşmanlığın trajik sonuçlarının çok net görüldüğünü vurgularken, “Müslümanlar, Hristiyanlar, Ezidiler ve diğer insanların çektiği acılardan” bahsetti. Ancak terör örgütü dışında bu acıların müsebbibi olan hiçbir devleti ya da milis gücü kınamadı.
Papa’nın en sembolik ziyaret yerlerinden birisi şüphesiz Bağdat’taki Seyyidetün Necat (Meryem Ana Kurtuluş) Kilisesi’ne yaptığı ziyaret. IŞİD terör örgütünün henüz Suriye’ye geçip DEAŞ olarak ortaya çıkmadan önce yaptığı bir katliamla adını duyurduğu kilise, aynı zamanda örgütün ileride çıkarmayı planladığı Müslüman-Hristiyan savaşının da ilk tecrübe edildiği yer olması sebebiyle önem kazanıyor. Beş intihar bombacısı Ekim 2010’da adı geçen Süryani Katolik Kilisesi’nde kendilerini patlatarak 58 kişinin hayatını kaybetmesine yol açmışlardı. Örgütün, bu eylem için seçtiği bombacıların her biri farklı Arap ülkelerine mensuptu. Böylece Hristiyan sivillere yönelik katliamdaki sorumluluğun diğer Müslüman Arap toplumlarına da yansıtılması hedeflenmişti.
Irak işgalini “emperyal bölüşüm gerçeğinden, iki din arasında yaşanan bir savaş yanılsamasına” döndüren bu tarihi kırılmanın yaşandığı yere Papa’nın yaptığı ziyaret, yakın geçmişte kitlelerin nasıl manipüle edildiğini göstermesi açısından da önem taşıyor.
Hatırlayacak olursak; Mısır Kıpti Kilisesi Rahibi Tadros Samaan’ın eşi Kamilia Shehata’nın İslam’a geçtiği için kilise tarafından hapsedildiği iddiası üzerinden başlayan tartışmalar, Kıpti azınlık ile Müslümanlar arasında karşılıklı protestolara dönüşmüştü. Temmuz 2010’da başlayan ve haftalar süren sokak eylemleri, İslam dünyasında Lübnan İç Savaşı’ndan bu yana Hristiyan azınlıklar ile Müslümanlar arasındaki en ciddi çatışmalar olarak kayda geçmişti.
Tüm bu olaylar süresince konuşmayan Shehata, Mısır’da iki toplumun arasına güçlü nefret tohumlarının atılması ve DEAŞ’ın gerçekleştirdiği katliamdan bir yıl sonra, Mayıs 2011’de Kıpti bir TV kanalına ailesiyle birlikte verdiği röportajda, İslam’ı kabul ettiği ve kaçırıldığı şeklindeki söylentilerin bütünüyle asılsız olduğunu ifade etmişti.
Papa Francis’in Irak ziyaretinin ABD’de uzun yıllar sonra ilk defa iktidara gelen bir Katolik olan Joe Biden’ın başkanlığı dönemine denk gelmesini, Protestan öğretisinin radikal kanadını temsil eden Evangelistlerin nüfuz kaybıyla izah edenler de bulunuyor. Bilindiği gibi Jimmy Carter, Ronald Reagan ve Irak Savaşı’nı başlatırken bunu bir “Haçlı Savaşı” olarak duyuran George W. Bush, Evangelizmin gelişimine ciddi katkıları olan liderlerdi.
ABD’nin yeni Ortadoğu siyasetinde, Vatikan’ın nüfuzunu kullanarak Rusya’nın bölgedeki etkinliğini azaltma yönünde bir açılımda mı bulunacağı; bunu yaparken İran’ın Şii nüfuz ekseni ile nasıl bir ilişki kuracağı sorularının cevaplarını yakın zamanda göreceğiz. Kasım Süleymani suikastı sonrası Irak’ta ABD hedeflerine yönelik saldırıların devam ettiği bir dönemde, Papa-Sistani buluşmasının, ABD-İran ilişkilerine nasıl yansıyacağı ise işaret taşlarından birisi olarak önümüzde duruyor.