Kriter > Dosya > Dosya / NATO |

NATO’nun Genişlemesinin Yolu: Eşit Müttefiklik


11 Eylül saldırılarını takiben terörle mücadele için NATO Antlaşması’nın çekirdeğini oluşturan 5’inci maddenin, ABD için yürürlüğe konurken Türkiye için uygulanmaması, bunun da ötesinde “müttefiklerin” çeşitli terör örgütlerine yardım ve yataklık etmelerinin sonuçlarının muhasebesini yapmak için bugünkünden daha doğru bir zamanlama olamaz.

NATO nun Genişlemesinin Yolu Eşit Müttefiklik
(Mandel Ngan/AFP-Getty Images, 19 Mayıs 2022)

İsveç ve Finlandiya’nın görünüşte Rusya-Ukrayna Savaşı ile ilgili görünen NATO’ya üyelik başvuruları iki boyutuyla Türkiye’nin önünde önemli bir kapıyı açtı. Bunların ilki Türkiye’nin teröre karşı mücadelede aradığı küresel desteğin temini, ikincisi ise NATO içerisinde neredeyse 40 yıldır suiistimal edilen “Eşit Müttefiklik” konumunun tesisi. Askeri ve mali düzeyde eşit sorumluluk talep eden başta ABD olmak üzere ittifakın başat üyelerinin Türkiye’ye karşı “Eşit Müttefik” olarak muamele etmeleri gerektiği gerçeğiyle yüzleşmelerinin zamanı geldi. Uluslararası antlaşmalardan doğan yükümlülükleri doğrultusunda Kıbrıs’a müdahale etmek zorunda bırakılan, 40 yıldır önce Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde ardından Irak ve Suriye’nin kuzeyinde terörle mücadele etmek zorundayken müttefiklerinin silah ambargolarına maruz kalan Türkiye’nin gerçeklerinin tam da bu süreçte NATO müttefikleri ile konuşulması gerekiyor. 11 Eylül saldırılarını takiben terörle mücadele için NATO Antlaşması’nın çekirdeğini oluşturan 5’inci maddenin, ABD için yürürlüğe konurken Türkiye için uygulanmaması, bunun da ötesinde “müttefiklerin” çeşitli terör örgütlerine yardım ve yataklık etmelerinin sonuçlarının muhasebesini yapmak için bugünkünden daha doğru bir zamanlama olamaz.

Türkiye’nin bu süreci yönetirken önündeki en ciddi engel, Batı dünyasının sebep-sonuç ilişkilerini ve tarihi arka planı bir kenara bırakarak, sorunun kaynağı olarak Türkiye’yi işaret etme alışkanlığı olacak. Bu alışkanlık ve peşin hüküm verme geleneğinin en tipik örneklerinden birini CNN International’da 19 Mayıs günü yayımlanan Jomana Karadesh imzalı analizin başlığında görebiliriz. “Neden Türkiye, Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya Katılma Planlarında Sorun Çıkarıyor?”.

Türkiye’nin tezlerini ve itirazlarını dikkate almak yerine Batı dünyasında kendisini çekiç ve Türkiye’yi de çivi olarak gören zihniyetin tipik bir tezahürü olan bu manşet 1853 Kırım Savaşı’nı noktalayan 1856 Paris Antlaşması’ndan bu yana Batı’da Türklere karşı takınılan tavrı yansıtıyor. Paris Antlaşması, Kırım Savaşı’nda Fransa ve İngiltere ile ittifak yapan Osmanlı Devleti’ni kağıt üzerinde Avrupa devletler sisteminin eşit bir üyesi yapsa da galip devletler arasındaki Osmanlı İmparatorluğu’na Karadeniz’de Rusya’ya karşı üstünlük sağlama imkanı vermedi, kapitülasyonlardan kurtulma teşebbüsü de sonuçsuz bırakıldı.

Batı dünyasının Türkiye ve Türklere karşı yürütülen teröre kol kanat germe geleneğinin köklerine inecek olursak Yunanistan’ın bağımsızlığı ve Doğu Roma İmparatorluğu’nun yeniden ihyası için 1814’te Odessa’da faaliyete geçen Etniki Eterya ile 1890’da kurulan Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnak Sütyun) örgütlerinin eylem süreçlerini incelemek yeterlidir.

Avrupa’nın hedef Türkiye olduğunda uyguladığı çifte standardı Türkiye’nin Paris Büyükelçisi Ali Onaner, 19 Mayıs günü La Chaine Info televizyon kanalında katıldığı programda şu sözlerle ortaya koydu: “Müttefiklerimiz anlamalıdırlar ki, PKK’yı başka isimlerle, PYD ya da YPG gibi isimlerle anarak sorumluluklarından kurtulamazlar.” Büyükelçi Onaner, 2015’te Paris’te 130 kişinin ölümüyle sonuçlanan terör saldırısının sorumlularına sığınma hakkı tanıyacak bir ülkenin daha sonra Fransa ile aynı ittifakta bulunma girişimine Elysee Sarayı’nın nasıl tepki vereceği sorusunu da programda gündeme getirdi.

Batı’nın çifte standartlı yaklaşımına 1914’de Osmanlı Devleti’nin Washington Büyükelçisi Ahmed Rüstem Bey de benzer bir yanıt vermişti. ABD basınında Osmanlı topraklarında Ermenilerin katledildiği yönündeki haberlere yanıt olarak Evening Star gazetesine bir demeç vermiş, Fransa, Rusya ve İngiltere’nin Osmanlı topraklarını hedef alan çarpık siyasetlerinden örnekler sunduktan sonra ABD’nin Filipinler’i işgal ederken yerli halka uyguladığı işkencelere dikkat çekmişti. Büyükelçi Ahmed Rüstem Bey bununla da kalmamış, günün birinde ABD’nin Japonya ile savaşa girmesi halinde, ABD topraklarında her gün aşağılanan ve linç edilen siyahların Japonya ile iş birliği yapmaları halinde başlarına neler gelebileceğinin hayal dahi edilemeyeceğini ifade etmişti. Demeci nedeniyle ABD Başkanı Wilson’dan özür dilemesi talep edilen Büyükelçi Ahmed Rüstem Bey, bu talebi reddederek ülkesine döndü. Bu demeçten 28 yıl sonra Pearl Harbor Baskını ile başlayan ABD-Japonya savaşı sırasında dönemin ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt’in imzaladığı 9066 sayılı kararla 120 bin Japon asıllı ABD vatandaşı toplama kamplarına kapatılacaktı.

Türkiye’nin yaklaşık 200 yıldır kendisini “sorun” olarak algılayan bu zihniyete karşı yürüttüğü mücadele bir yandan İsveç siyasetindeki gerçeklerin ortaya çıkmasına da hizmet ediyor.

İsveç ve Finlandiya heyetleri Ankara'da
İsveç ve Finlandiya heyetleri NATO'ya üyelik başvurularına ilişkin istişarelerde bulunmak üzere Ankara’ya geldi. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde gerçekleşen toplantıda Türkiye heyetine Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Büyükelçi İbrahim Kalın ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Büyükelçi Sedat Önal başkanlık etti. (Cumhurbaşkanlığı/AA, 25 Mayıs 2022)

 

Terör Örgütüne İpotekli İsveç Hükümeti

İsveç hükümeti üyelerinin, NATO’ya yaptıkları başvurunun ardından Türkiye’nin koyduğu tepkiye karşı benimsedikleri söylemler suçüstü yakalandıklarının itirafı niteliğindeydi. Savunma Bakanı Hultqvist, “Türkiye’ye bir heyet gönderip sorunun ne olduğunu anlamaya çalışacağız” ifadesini kullanarak Türkiye’nin PKK/YPG’ye verilen destekten duyduğu rahatsızlıktan ilk kez haberdar oluyormuş rolünü oynarken, Dışişleri Bakanı Linde ise PKK-İsveç ilişkisi konusunda dezenformasyon yürütüldüğünü iddia etti. Stockholm cephesinden gelen en objektif değerlendirmelerden birinin sahibi ise bu süreçte İsveç Genelkurmay Başkanı Micael Byden oldu. Byden “Genel inanışın aksine İsveç’in NATO üyelik sürecinin çok hızlı ve pürüzsüz geçeceğini hiçbir zaman düşünmedim. NATO başvurumuzun yüksek hızda düz bir yolda ilerleyeceğini kim tahmin etmişse bence çok yüksek beklentileri var. Sorunlar olacak, bazı sorunlar tartışılacak ve sonra çözmemiz gerekecek” ifadeleriyle hükümetinin içerisinde bulunduğu çıkmazı net bir şekilde ortaya koydu.

İsveç’te Kasım 2021’de kurulan hükümetin, PKK/YPG terör örgütü tarafından nasıl rehin alındığı bu üyelik başvurusu sayesinde artık İsveç kamuoyunun da malumu. İsveç’in Dagens Industri gazetesinin politika editörü Peter Magnus Nilsson, Magdalena Andersson Başbakanlığındaki hükümetin 29 Kasım 2021’de parlamentoda 1 oy farkla aldığı güvenoyunu PKK/YPG ile bağları bulunan bağımsız milletvekili Amineh Kakabaveh’e borçlu olduğuna işaret ediyor. Nilsson, Kakabaveh’in kurulacak hükümetin PKK/YPG ile ilişkilerin derinleştirilmesi karşılığında Andersson hükümetine güvenoyu vermesini sağlayan anlaşmanın anayasaya aykırı olduğuna da dikkat çekiyor. Nitekim bu diyetin bedeli olarak İsveç Savunma Bakanı Peter Hultqvist ve Dışişleri Bakanı Ann Linde Mart ve Nisan 2021’de PKK/YPG’nin sözde yönetim kadroları ile video konferans aracılığıyla görüşmeler yapmış, Linde bu temasları 2022’de de sürdürerek, terör örgütünün sözde lider kadrolarını Stockholm’de ağırlamıştı.

Teröristlerle hükümet kurma pazarlığına oturduğu, dahası terör batağına saplandığı şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde ortaya konan İsveç’teki mevcut hükümet ile Türkiye’nin müzakere edecek bir konusu olmadığı açıktır. Her iki taraf için en akla yakın seçenek, 11 Eylül 2022’de İsveç’te düzenlenecek parlamento seçimlerini bekleyerek, terör işbirlikçisi siyasetçilerden temizlenmiş yeni bir hükümetle hem iki ülke ilişkilerinde hem de NATO üyelik süreci konusunda temiz bir sayfa açmak olacaktır.

 

NATO’nun Gelecek Planları ve Masadaki Soru: Eşit Müttefik miyiz?

Madrid’deki NATO liderler zirvesinin arifesinde, ittifakın 1999 Washington Zirvesi’nde ortaya koyduğu küreselleşme hedefine yönelik 2018’de ivme kazanan adımlar önemli bir dönemeçte. Küresel güvenliğin tesisine yönelik olarak Batı dünyası tarafından planlanan bu adımlar yalnızca NATO eliyle hayata geçmiyor. ABD ve İngiltere’nin zaman zaman münferit, zaman zaman ise ortaklaşa oluşturduğu bölgesel ittifaklar, Kuzey Atlantik İttifakı’nın etki alanının şu ya da bu şekilde küresel boyutta genişleme yolunda olduğuna işaret ediyor. Japonya ve Hindistan ile QUAD, Avustralya ile AUKUS merkezli ittifaklar yakın gelecekte NATO’nun Asya-Pasifik’te de görünür olmasına hizmet edecek. Bir yandan da İngiltere’nin Polonya, Ukrayna, Finlandiya ve İsveç ile bağımsız savunma anlaşmaları imzaladığını izliyoruz. Bu şartlar altında iki İskandinav ülkesinin NATO üyelik başvurularını yalnızca Rusya tehdidi ile açıklamak mümkün değil. NATO bu üyeliklerle İskandinav Yarımadası’nın tamamını kontrol altına alarak zengin yeraltı kaynaklarına sahip Kuzey Kutup Dairesi ile küresel iklim değişikliğine bağlı olarak eriyen buzullarla açılan Kuzey Deniz Ticaret Rotası üzerindeki kontrolünü artıracak.

NATO, 2022’de bir konsept değişiminin ötesinde paradigma değişiminin temelini inşa ediyor. Bu temel, 1949’da Avrupa’nın güvenliğini sağlamaya yönelik inşa edilen yapıdan çok farklı ve karmaşık bir “güvenlik kompleksi” oluşturmayı hedefliyor. Şüphesiz bu askeri düzeydeki yeniden yapılanmayı “Truman Doktrini-Marshall Planı” benzeri, ABD-İngiltere ortaklığında bir ekonomik yapılanma da takip edecek. İsveç ve Finlandiya’nın Kuzey Atlantik İttifakı’na dahil olmaları sıradan bir genişleme hamlesine sıkıştırılamayacak kadar önemli bir sürecin parçası iken Türkiye’nin “Eşit Müttefiklik” talebi zamanlaması itibarıyla ertelenemeyecek önemde. Madrid Zirvesi’ne kadar geçecek süreçte Kuzey Atlantik İttifakı’nın, “ABD’nin düşmanı NATO’nun düşmanıdır” anlayışından sıyrılarak ittifak üyelerine yönelen tüm tehditlerin NATO’nun düşmanı olduğu anlayışını benimsemesi gerekiyor.

 

Rusya’nın Tepkisine Karşı NATO’nun Planı Var mı?

Finlandiya ve İsveç’in NATO üyelikleri 1991 sonrasında Rusya ile NATO arasında sağlanan anlaşmaların ve 2022’ye kadar süregelen konjonktürün de tamamen ortadan kalkması anlamına gelecek. Hiç şüphesiz bu üyeliklerin gerçekleşmesi halinde Rusya sadece Finlandiya sınırı ve Baltık bölgesinde önlem almakla yetinmeyecektir. Karadeniz ve Kafkaslar bölgelerinde Rusya’nın gündeme getirebileceği askeri karşılıklara karşı NATO’nun ne gibi bir yanıt hazırladığı da ortaya konmuş değil.

 

Türkiye Neden Yazılı Garanti İstiyor?

Türkiye’nin, 1980’de Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşünde yaptığı hatayı tekrarlamayacağının altı da bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından çizildi. 1976’da ABD’nin bu yönde yaptığı girişimler, Türk siyaseti ve diplomasisinin haklı itirazları ile karşılaşmıştı. ABD Yunanistan’ı yeniden NATO’nun askeri kanadına alma amacına ancak 12 Eylül Darbesi’nden sonra, hem de 45 gün gibi rekor bir sürede ulaştı. Bugünden geriye dönüp o yıllarda yaşanan gelişmelere kronolojik sırayla baktığımızda ABD’nin darbeye yeşil ışık yakma sebeplerinden birinin Türk siyaseti ve diplomasisini Yunanistan hususunda by-pass edecek bir yönetimi işbaşına getirmek olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. “Asker Sözü” gibi uluslararası diplomaside hiçbir karşılığı olmayan kavramlarla Yunanistan’ın önünü açan bu taviz, bugün Ege Denizi ve Doğu Akdeniz’de karşılaştığımız problemlerin önemli bir kısmını teşkil ediyor.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası