Ağustos’ta ajanslara Suriyeli sığınmacılarla ilgili şöyle bir haber düştü: “Denizli, Merkezefendi ilçesinde, iş yerinin vitrinine ‘İran, Suriye, Afgan müşteri bu dükkana giremez, alışveriş yapamaz, girerse bu mekanda dayak yer’ yazılı afiş asan esnaf İ.O’ya ‘ayrımcılık yasağı’ ihlalinden uyarı cezası verildi.”
Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunun yerinde yaptığı inceleme ve soruşturmada söz konusu esnafın ihlal suçu sabit bulunup önce bin TL idari para cezası kesiliyor, daha sonra pişmanlığı ve ekonomik durumu gerekçe gösterilerek para cezası uyarı cezasına dönüştürülüyor.
Esnaf İ.O. ifadesinde Denizli’nin Kale ilçesinde, 14 yaşında engelli bir kıza Suriyeli oldukları iddia edilen on kişinin tecavüz ettiği haberleriyle psikolojisinin bozulduğunu, bunun üzerine o afişi astığını, astığı sırada alkollü olduğunu ve pişman olduğunu söylüyor
Konudan yola çıkarak kısa bir haber taraması yaptığımızda –İl Göç İdaresinin resmi rakamlarıyla– Denizli’de yaklaşık 13 bin Suriyeli bulunduğunu, bunun da nüfusun sadece yüzde 1,22’sine tekabül ettiğini görüyoruz. Suç oranları açısından bir tarama yaptığımızda Denizli ili toplamında sadece Suriyeli değil tüm yabancı uyruklu kişilerin karıştığı suçların oranının yüzde 1,64’te kaldığını, bu suçların çoğunun da yabancıların kendi aralarında işlendiğini anlıyoruz. Diğer bir deyişle şehirdeki suçların yüzde 99’unu Suriyeliler işlemiyor.
Bu oranlar ülke genelinde de aşağı yukarı aynı. Suriyelilerin yüzde 1,2’lik nüfusunu ve karıştıkları yüzde 1’den az suç oranını Denizli’nin 19 ilçesine dağıttığımızda Merkezefendi’deki bu esnafın “korkusu” ve ön yargısının altının ne kadar boş olduğunu rahatlıkla anlayabiliriz. Suçların yüzde 99’unu işleyen hemşerilerinden değil de en ufak hatalarında şehirden sürülme riskiyle yaşayan, nüfusa oranla bir avuç Suriyeliden çekinmesinin rasyonel bir sebebi olmadığı ortada. Ancak onu motive eden sebepleri anlamak için konunun başka veçhelerine de bakmak gerekiyor.
Siyasi Figürlerin Etkisi
Suriye’de iç savaşın başlayıp Türkiye’ye ilk göç haberlerinin duyulmasıyla birlikte Suriyelilere dair ön yargılı, ayrımcı, kimi zaman ırkçı beyanatların da yayılmaya başladığını tespit edebiliriz. Büyük çoğunluğu gerçek bilgiye dayanmayan, aslı olmayan, dedikodu şeklinde kulaktan kulağa yayılan bu haberlerde Suriyeli sığınmacılar ülkesi için savaşmaktan kaçmış, tecavüzcü, hırsız, kavgacı, hatta “cihatçı teröristler” olarak yaftalanıyor, toptan suçlu veya potansiyel suçlu gibi lanse ediliyor.
Herhangi bir yerde infial yaratan (örneğin çocuklara cinsel taciz vb.) bir olay olduğunda faili Suriyeli olarak göstermeye çalışan birileri mutlaka çıkıyor. Bazen de ortada olay bile yokken, başka bir ülkede meydana gelmiş eski bir olayın fotoğrafları kullanılarak yine Suriyeliler hedefe konuluyor. Sosyal medya platformları aracılığıyla bu “haber” inanılmaz bir hızla yayılıyor ve toplumda oluşturulan negatif Suriyeli algısı her geçen gün perçinleniyor.
Üstelik bu suçlamalara, devletin onları maaşa bağladığı, üniversitelere sınavsız soktuğu, bedava sağlık hizmeti verdiği, seçimlerde oy kullandırdığı, kendi vatandaşlarımız işsizken onlara en güzel işlerin verildiği, sahillerde keyif çatıp Türk kızlarına sarkıntılık ettikleri gibi asılsız yüzlerce suçlama ekleniyor.
Bu haberleri yayan ilk kaynaklara baktığımızda karşımıza genellikle muhalif siyasi figürler ve muhalif medya kurumları çıkıyor. Avrupa ırkçı aşırı sağının sığınmacı karşıtı söylemlerini birebir benimseyip kullanmakta sakınca görmeyenler arasında sık sık sol gruplar ve tanınmış simalar da yer alıyor.
Kimi siyasi figürler ise adeta hayatlarını bu işe adamış gibi Suriyeli sığınmacılarla ilgili olumsuz ve çoğu zaman asılsız haberleri yaymaktan başka bir şeyle uğraşmıyor, isimleri gündeme sadece bu tip haberlerle geliyor
Bu konuda isimleri en çok öne çıkan iki siyasi figürden biri MHP’de milletvekilliği yaptıktan sonra ayrılan Sinan Oğan, diğeri de yine MHP’den ayrılıp halen İYİ Parti İstanbul milletvekili olan Prof. Ümit Özdağ. Her iki isim de ırkçılığa varan açıklamaları ve başta Suriyelilere olmak üzere yabancı karşıtlığını yaymalarıyla biliniyor. Kabul etmek gerekir ki yapmaya çalıştıkları şey konusunda oldukça da başarılılar. Sosyal medyada her ikisinin de bir milyon civarı takipçileri var ve yaydıkları asılsız haberler yüz binlerce kişiye ilk elden ulaşıyor.
Muhalefetteki Suriyeli alerjisi elbette bununla sınırlı değil. Daha üst düzey isimler de kervana katılıyor. Örneğin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Suriyelileri sınır dışı etmeyi seçim vaadi haline getirdiğini biliyoruz. CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin de kampanyası sırasında benzer bir söyleme kendisini kaptırdığı hafızalarda taze. Bu söylemler son yerel seçimler sonrası CHP’li Bolu belediye başkanının sığınmacılara verilen bir kap yemeği bile kesmesiyle uygulamaya da dökülüyor. Kimi zaman da vatandaşların kışkırtılmasıyla Suriyelilere yönelik linç vakalarına kadar varabiliyor. Bazılarının evleri ateşe veriliyor veya sokakta topluca dayaktan geçiriliyor.
Sol cenahtan gelen eleştirilerin ise daha çok mezhepçi bir temele dayandığını görüyoruz. Suriye iç savaşının başından beri Esed rejimi tarafında saf tutan Türk solunun büyük kesimi Suriyelilere yönelik suçlamalarında sıklıkla “cihatçı” vurgusunu kullanıyor. Çoğunluğu Türkiye’deki Alevi camiadan olan bu sol kesimler gelen sığınmacıları “sakallı teröristler” olarak kodlarken hükümetin Suriye politikasını da “Alevi düşmanlığı” şeklinde yorumlayıp suçluyor.
Zorunlu göç olgusunun insani boyutunu göz ardı etmeyen çok küçük sol gruplar ise sekiz yıldır devam eden göç boyunca AK Parti hükümetlerinin dünyada övgüyle karşılanan insani politikasını takdir etmeye bir kez bile yanaşmadılar. Yine de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun izinsiz sığınmacılara yasal işlem yapılacağı sözlerinden sonra “Hepimiz Göçmeniz” pankartlarıyla protesto gösterileri düzenleyecek kadar tutarsızlar.
Tek tek ele alındığında kişilerin kendi ayrımcılık/ırkçılıklarına bağlanabilecek bu söylem üretme ve yayma olgusunun farklı kişi ve gruplardan eş zamanlı ortaya çıkışına ve zamanlamalarına bakınca daha organize ve belli hedefleri olan kampanyalar olduğunu görebiliyoruz
Muhalefetin ortak hedefinin toplumda kendilerinin oluşturup yaydığı negatif Suriyeli algısını büyüterek hükümete eksi puan yazdırmak olduğunu söyleyebiliriz. Sekiz yıl boyunca resmi makamlar defalarca aksini ifade etmesine rağmen asılsız dezenformatif haberler yaydıklarında elbette belli bir hoşnutsuzluk doğacak ve bunun da faturası hükümete kesilecektir. ABD’de en az suç işleyen kesim Müslümanlar olmasına rağmen en yaygın korkulardan birinin İslamofobi olması gibi burada da en az suç işleme oranına sahip olsalar da en tepki çeken kesimin Suriyeliler olması vicdansız siyasi rantçılığın bir sonucudur. Nitekim bu türden söylem bombardımanının seçim dönemlerinde iyice yoğunlaşması ve iktidara karşı kullanışlı bir koz olarak masaya sürülmesi bu görüşü doğruluyor.
Hedef Türkiye’nin Milli Çıkarları
Öte yandan bu söylemin birdenbire yoğunlaştığı başka bazı dönemler daha var: Suriye sınırından dışarıya askeri operasyon yapılacağı dönemler. Sekiz yıldır zaten sürmekte olan Suriyeli sığınmacılara yönelik ırkçı-ayrımcı söylemler Türkiye’nin DEAŞ ve PKK terör örgütlerine yönelik sınır ötesi askeri operasyonları olan Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları öncesinde organize biçimde yoğunlaşmıştır. Şu an sürmekte olan Pençe Harekatı boyunca da azalmamıştır.
Şimdi Fırat’ın doğusuna operasyon hazırlıklarının gündemin en sıcak maddesi olduğu günlerde de durum yine aynı. Birbirinden çok farklı siyasi gruplar sözleşmişler gibi aynı anda, aynı söylemleri yeniden üretiyorlar. Dikkatle bakıldığında başta CHP olmak üzere muhalif grupların Suriyeli sığınmacılara karşı geliştirdikleri olumsuz söylemin sonunu mutlaka Esed rejimiyle temas kurulması gereğine bağladıkları görülüyor.
Bir bölümü mezhepçi bakıştan kaynaklanan bu yaklaşımın fiiliyatta Suriye’nin kuzeyine askeri operasyon düzenlenmesini engellemeye yönelik hamleler olduğu anlaşılıyor. Afrin operasyonu sırasında sınırdaki askerlere moral desteği vermeye giden sanatçılara Kılıçdaroğlu’nun verdiği sert tepkiler ve Muharrem İnce’nin kampanyası boyunca harekata katılan bir komutanın “apoletlerini sökeceğini” bağıra bağıra söylemesi hatırlanırsa konu daha net anlaşılır.
İç siyasette Erdoğan liderliğindeki AK Parti’ye oy kaybettirmek için vicdansız bir siyasi rantçılık şeklinde tezahür eden Suriyeli sığınmacı karşıtlığının –konu dış siyaset olduğunda– Türkiye’nin milli çıkarlarının tam tersi bir siyasi pozisyona dönüştüğünü görüyoruz. Bu noktada konu sığınmacı karşıtlığı kılıfından çıkıp Ortadoğu’daki yeni konumlanışta Türkiye’nin önünü kesmeye dönük emperyal hamlelerin iş birlikçisi olmaya evriliyor. Başta CHP olmak üzere neredeyse tüm muhalefeti ABD’nin “sahadaki kara kuvvetimiz” dediği terör örgütü PKK’nın çökertilmesi için düzenlenen operasyonlara şiddetle karşı çıkan saflarda birleştirmek böylece mümkün oluyor.
Dolayısıyla Denizli’nin Merkezefendi ilçesinde bir manifaturacıya o ayrımcı pankartı astıran söylem günü geldiğinde bambaşka yüzleriyle karşımıza dikiliyor.