CHP’yi bir iktidar alternatifi olarak hazırlamaya çalışan çevreler 16 Nisan 2017’deki referandum sürecinden itibaren muhalefetin tüm unsurlarını hem tavanda hem de tabanda bir araya getirmeyi büyük ölçüde başarmış görünüyor. Zira CHP muhalif unsurların neredeyse tümünün sözcüsü gibi davranıyor. Farklı gruplar ve kesimler de CHP’nin bu pozisyonundan rahatsız değil. Birlikte çalışıyorlar. CHP’nin “Adalet yürüyüşü” ve “Adalet Kurultayı” bu bağlamda rol oynamıştır.
Bu bağlamda Meral Akşener’in merkez sağa oturmayı hedefleyen ama ağırlık merkezi, taşıyıcı kolonu ve tabanı temsil eden kadro ve söyleminde bu hedefi tutturamayan İYİ Partisi CHP ile hareket ediyor. HDP çevrelerinin yeni sol söylemini yedeğine alan Kürt milliyetçiliğiyle ve Saadet Partisi’nin görünürlüğünün artırılması da benzer merkeze eklemlenmiş durumda.
Bu tablo içinden özünde CHP’nin bulunduğu mevcut iktidara alternatif bir seçeneğin çıkartılması için çalışılıyor. Ayrıca şu ya da bu gerekçe, şu ya da bu siyasi farklılık, şu ya da bu ayrılık bahanesiyle sallantılı ve ikircikli politikaların girdabında debelenmeye devam eden Gül, Babacan ve Davutoğlu gibilerin büyük yanılgısı da söz konusudur. Bununla birlikte cephe siyasetinin gereği olarak bütün toplumsal kuvvetlerle iş birliği yapmak, ittifak ilişkisi kurmak zorunluluğunu öne çıkaran strateji ve taktikler günden güne yaygınlaşmaktadır.
Kimlikçi Hareketlere Açılım
Yaklaşık iki yıldır devam eden coşkulu ve arzulu bu ittifak örgüsüne teorik destek sunan sınıf siyasetini öne çıkaran sol çevreler bile “şartları olgunlaştırmak” için hemen her şeyi hatta Türk burjuvazisinin desteğini bile dikkate alan bir yaklaşımı öne çıkardılar. Günümüzde unutulan, neredeyse yüzyıl önce önerilmiş gibi duran bu ifadeler –çok değil– siyasi alanın hararetlendiği birkaç yıl öncesine aittir. Aslına bakılırsa 2013’ten itibaren muhalefetin özellikle de CHP’nin süreklilik arz eden krizini aşmak için çok geniş bir ittifakın kurulmasının gerektiği çeşitli vesilelerle ifade edilmiştir.
Yerleşik düşünüş biçimlerinin altüst olduğu bu süreçte safları ve adımları sıklaştıran muhalefet blokunun ulusalcı ve Kemalist söylemi geride bırakması dahası ihtiyaç duyduğu halk desteğini elde edebilmesi için temel politikalarını değiştirmesi bir zaruret haline gelmişti. Çok hatırlanmasa da 2012’de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yeni bir siyasi kimlik bağlamında dördüncü büyük devrime vurgu yapmasını göz ardı etmemek gerekir. Partisinin Balıkesir il kongresindeki konuşmasında Kılıçdaroğlu CHP’nin saltanatı kaldırıp Cumhuriyet’i kurmakla ilk devrimi yaptığını belirtmişti. Ona göre ikinci büyük devrim İsmet İnönü döneminde çok partili hayata geçilmesiydi. Üçüncü devrim ise Bülent Ecevit ile bir reform çizgisini benimseyen partinin sosyal demokrasiyi Türkiye’ye kazandırmasıydı. Şimdi ise bütün CHP’lilerin dördüncü büyük devrimi, demokrasi ve özgürlük devrimini gerçekleştireceklerini ifade ediyordu. Hiç şüphesiz manifestoyu andıran bu ifadeler solda 2010’ların ortalarından itibaren şahit olduğunuz sosyal demokrat partilerin yeniden yapılanma çabası veya solcu/halkçı/ sosyal demokrat siyaset şeklindeki yeni parti ve formların tarih sahnesine çıkışından bağımsız düşünülemez. Kaldı ki Gezi Parkı Şiddet Eylemleri sonrasındaki gelişmelerin ivme kazandırdığı meselelerden birinin “CHP nasıl kurtulur?” sorusu olması sebepsiz değildi. İşte o zamandan beri CHP, pusulasını tüm çevrelerden oy almak üzere ayarlamaktadır.
Türkiye’deki siyasi sistemin geleceği açısından önem arz eden gelişmelerin CHP’de somutlaşması, bilhassa yerelde elde edilen seçim başarıları partide isteyenin istediğini görmeye başlaması sonucunu doğurmuştur. Parti, sol söylemlerin yükseldiği zamanlarda daha çok sol retoriğe yer vermekte, düştüğü zamanlarda ise yumuşak Kemalizm’e alan açmaktadır. Tabii aynı süreçte hem Kürt hem Türk milliyetçiliği söylemlerinden yararlanmayı ihmal etmeden kapılarını en geniş biçimde yeni kimlikçi hareketlere açmaktadır. Tüm bunları ve daha fazlasını içeren birbirine karşıt öznelliklerin yapısını ve kapasitesini kavramadan son yerel seçim sonuçlarını anlamak imkansızdır.
Sarıgül mü, Özkes mi?
CHP’nin 30 Mart 2014’teki yerel seçimlerden mağlubiyetle çıkmasının ardından devlet partisi olarak ömrünü tamamladığı dahası toplumun farklı kesimlerine umut vermekten çıktığının altının çizilmesi sebepsiz değildi. Bu çerçevede partinin Kürt meselesini de ıskalamadan “Türkiyeli bir sosyal demokrasi” tarif etme önerisine İslam’la araçsal değil samimi ve otantik bir ilişki kurmasının zaruretinin eklenmesi 2019’daki yerel seçim sonuçlarını olduğu kadar Türkiye’de iktidarın yolunun İslam’la kavga etmeyi bırakmaktan geçtiğini kavramayı mümkün kılıyor.
Şimdilerde CHP’de siyaset yapan Yüksel Taşkın’ın “CHP: Yol Ayrımında Bir Parti” (Birikim, 2014, Sayı: 301) başlıklı yazısı muhalefet için iyimserlik yaratan son yerel seçim sürecindeki strateji ve taktiği kavramak açısından berrak bir değerlendirmedir. Pek hatırlanmayan bu yazısında Taşkın, CHP’nin radikal bir değişimle kazanabileceği tabanın çok geniş olduğunu kaydediyordu. Partinin bir çıkış yolu bulabilmesi için yerel seçim sonuçlarını Mustafa Sarıgül üzerinden değil Üsküdar’da İhsan Özkes ile elde ettiği başarı üzerinden değerlendirilmesinin önemini vurguluyordu. Yine aynı şekilde iyimser bir varsayımla CHP’nin 30 Mart 2014’teki yerel seçimlerde Saadet Partisi’nden Rize belediye başkan adayı olan ve yüzde 22,5 oranında oy alan Mehmet Bekaroğlu’nu partiye kazandırması gerektiği ifade ediliyordu. Zira CHP’nin Rize adayı ancak yüzde 4,2 oranında oy alabilmişti. Buradan hareketle Bekaroğlu’nun söz gelimi Sultanbeyli’den belediye başkanı adayı gösterilmesinin İstanbul’daki seçim sonuçlarını etkileyebileceği öngörülüyordu.
O zamanlar partinin sağa kayması olarak kenara itilen bu yorumlar şimdilerde İstanbul ve Ankara’da elde edilen başarılardan dolayı başlı başına değerli addediliyor. Ancak bu sonuçların kimlerin çıkarına hizmet ettiği ve toplumda yarattığı algı –sonuçlarıyla birlikte– henüz yeterince incelenip sorgulanmadı, tartışmalar sürüyor. Bir zamanlar Batılılaşmayı ve Kemalizm’i kültürel yabancılaşma kabul eden Bekaroğlu ise CHP’den belediye başkanı değil milletvekili oldu. Uzun yıllar siyaset yaptığı Saadet Partisi ise Millet İttifakı’nın stratejik bir parçası haline geldi.
Birikim’in CHP özel sayısının rasyonel çekirdeğini temsil eden Yüksel Taşkın, Oğuz Kaan Salıcı ve Yunus Emre gibi isimlerin partideki konumları artık belli ezberleri yeniden gözden geçirmenin vaktinin geldiğini gösteriyor. Bu ise bizi siyasi düşünceyi kamçılayan Chantal Mouffe’un Verso’da yayımlanan söyleşisine yönlendirir aslında. Fikirlerin bir güce dönüşebilmesi için duygulara tercüme edilmesi gerektiğini hatırlatan Mouffe bahsi geçen söyleşisinde şöyle diyordu: “Taleplerin eklemlenmesi çaba ister ve siyasal yapılanma armut piş ağzıma düş değildir. Bu mücadelenin çoğullukları içinde eklemlenmesi siyasal çalışma ve ‘eş değerlilik zinciri’nin oluşturulması demektir.” Son üç seçim sürecindeki ittifaklar Mouffe’un analizleriyle epey benzerlik taşımaktadır.
Farklı Mecralardan Akan Su
Öte yandan Gezi Parkı Şiddet Eylemleri repertuarından bazı unsurları söylemine katan CHP’nin sabit ayağını yerleştirmeye niyet ettiği, çok sayıda siyasi aktörle paylaşılan ve yeni heveslilerinin de çıktığı alanı tam manasıyla kavramak için başka mecralara da yakından bakılmalıdır. Ritim tutturamadığından zaman zaman gerilimlere neden olan sol tabanda seçim süreçlerinin ötesine geçen çok farklı yapılanmaların ve anlayışların varlığından da söz etmek gerekir. Kemalistler, Halkevlerinden müştereklere, sınıf siyasetini öne çıkaranlardan semt ve kent meclislerine dönüşen hayır meclislerine, forumlardan sendikalara, demokrasi için birlik platformundan meslek odalarına varıncaya kadar günümüzün muhalif hareketlerinin geniş yelpazesini ortaklaştıran bir bağ söz konusudur. Şu son yıllarda Leninist tarz örgütlenme modellerini bir kenara bırakarak asgari müşterekler üzerinden bir araya gelinen ortamlarda her siyasi yapı –kendi politik argümanlarıyla iş yapmaktan ziyade– beklentilerini asgariye indirerek beraber hareket etmeyi öğrenmiştir.
Gezi Parkı Şiddet Eylemleri ile doğrudan bağlantılı olan ve pıtrak gibi çoğalan meclisler bambaşka bir siyasi kimliğin şekillendiği mecralar haline geldi. Bu mecralar sol ve seküler kitle seferberliklerinin çekirdeğini oluştururken farklı kimliksel konumları ve uyuşmazlıkları birleştirici zeminler olarak karşımıza çıktı. Nitekim CHP’nin genel siyaset tarzına karşı Selin Sayek Böke’yle birlikte itiraz eden ve “Gelecek için Biz” başlıklı bir çıkış yapan İlhan Cihaner partinin tüzüğünde yer almak üzere yatay örgütlenmelerle parti arasında bağ kurulmasını teklif etmişti. Dolayısıyla mevcut tabloda süreci sadece yukarıdan partiler üzerinden okumanın gerçekliğin idrakini mümkün kılmadığı son derece açıktır.
Geleneksel olarak kendilerini solda tanımlayanlar CHP’nin yanılgılarından, hatalarından hatta Türkiye’nin en köklü sağ partisi olduğundan bahsedenler bile onunla iş birliği yapmayı, ittifak kurma yolunu bir şekilde buluyor. Bununla birlikte ideolojik bakımdan kültürel ve söylemsel pratikleri şekillendiren iki ana damarın söz konusu olduğu söylenebilir: İlki “Kemalist Cumhuriyet” fikri, ikincisi de henüz çok müşterek hale gelmese de devrimci demokrat, sol, sosyalist, kırılgan İslamcılar, muhafazakarlar ve Kürt hareketinin belli unsurlarının ortaklaşabileceği “demokratik toplum” fikri. Bunların tabiatlarını ve işleyişlerini araştırmak acil bir görev fakat çok daha uzun bir araştırmayı gerektirmekte ve buradaki dikkat çekme hedefimizi aşmaktadır. Hiç şüphesiz duygularla irtibatlı fikri tartışmalara odaklanmak reel siyasete etki eden gelişmeleri daha iyi kavramayı beraberinde getirecektir.
CHP’nin basit bir uzantısı olma konumuna düşme teyakkuzu söz konusu olsa da solun umutları ve yanılsamalarını ayakta tutan yapılarla diğer unsurlar ittifak ve iş birliği imkanlarını sonuna kadar zorluyor. Heterojen, çoğunlukla birbirine karşı taleplerin ilişkisinden hareketle çapraz bağlar projesini hayata geçirdiler. İktidara giden yolu direnişle eşitleyen Celalilik ile kendisini sosyal huzuru tesis edebilecek tek siyasi aktör olarak tahayyül etmeyi içeren radikal sevginin bir araya geldiği kırılma anlarındaysa eleştiri ve beklenti çıtasını gerçekçi bir zeminden kurduklarının altını çizmek gerekir. Bir sol popülizmin acil ihtiyaç olduğu tespitinden beslenen yaklaşım çekişmeli 16 Nisan referandumu sürecinde CHP tabanını, sosyalistleri ve HDP kitlesini “Hayır cephesi”nde bir araya getirmeyi başarmıştı. Duyguların, duygusal özdeşleşmelerin asli olduğunun farkına varan muhalefet bloku 24 Haziran 2018 genel ve 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde ise çaprazlaya çaprazlaya haddeden geçirilmiş ihtirasları ve talepleri eklemlemeyi büyük ölçüde başardı. Gelgelelim farklılıklar bir araya geldiğinde neyin mümkün olduğunu seçim sonuçları dışında henüz görmüş değiliz.
Herkes sıklıkla motivasyon ataklarıyla şekillenen “yeni” CHP’den bir şey anlıyor, diğer yandan birbirinden farklı kesimler aralarındaki kavgaya son vermeden bu ittifakta buluşabiliyor. Pür CHP eleştirisinden pozitif bir sonuç çıkmayacağına, eleştirinin dönüştürücü bir etki yaratmasının ancak içeriden mümkün olduğuna inananların Varlık dergisinin Türkiye’de tarih yazımını ve güncel siyaseti yeni bir okumaya sürükleyen “Post-Kemalizm” dosyasındaki (Şubat, 2019) ifadelerinin de Kemal Kılıçdaroğlu’nun arzuladığı dönüşüm perspektifiyle iç içe geçmesi bu çerçevede ele alınabilir.
CHP’de başlayan fakat henüz parti politikasına dönüşemeyen “akılcılaşma” ve “bir ortak irade kurma” çabasının emarelerine kulak kabartmak açısından dikkate değer olan altı, yedi yıllık arka plan dikkate alınmadığında parti içinde cereyan eden gelişmelerin titizlikle değerlendirilebilmesi mümkün olmayacaktır. Bu nedenle CHP’nin sağında ve solundaki gelişmelere ve sorunlara kayıtsızlık içeren yorumlar Erken Cumhuriyet Dönemi uygulamalarına dönük eleştirilerin bıktırıcı tekrarına düşmeyi kaçınılmaz kılacaktır. Dolayısıyla CHP ile ilgili gürültücü hakim söylem alanını geride bırakıp soğukkanlı bir şekilde toplumsal ve siyasal alanın gizli kuytularında olup bitenlere kulak kabartmak gerekir. Böylece yeni şekillenmekte olan yapılanmanın anlaşılması ve tanımlanabilmesi bakımından önemli bir adım atılmış olur.