Zorlu bir yılı geride bıraktık. 2020’ye damgasını vuran Covid-19 salgını hem gündelik yaşam hem de reel ekonomiler üzerinde derin bir şekilde etkili oldu. Şubat-Mart’ta dünyayı kasıp kavurmaya başlayan salgın (Kuzey yarımkürede) yaz aylarında hafifledikten sonra ekim-kasımla birlikte tekrardan güç kazanarak ülkeleri çok daha şiddetli bir şekilde vurmaya başladı. Salgında zirve böylece sonbahar-kış döneminde görülmüş oldu. Bu süreçte ortaya çıkan aşı haberleri ise insanların geleceğe biraz daha ümitle bakabilmelerine olanak tanıdı. Genel olarak bakıldığında 2020’yi hayatlarımız üzerinde derin etkilere sahip olan ve tam olarak ne zaman sona ereceğini bilemediğimiz bir salgın ile kapattık.
Türkiye’nin Performansı
Salgın doğal olarak Türkiye ekonomisi üzerinde derin etkilere sebep oldu. 2018’de yaşanan kur krizi akabinde güçlü bir toparlanma ve büyüme yılı olmasını beklediğimiz 2020’de bu beklentilerimiz boşa çıktı. Henüz salgının etkilerinin pek görülmediği ilk çeyrekte Türkiye ekonomisi yüzde 4.5 oranında bir büyüme oranı yakaladıktan sonra ikinci çeyrekte yüzde 9.9 oranında küçüldü. Salgın Türkiye’ye biraz daha geç geldiği için Türkiye ilk çeyrekte diğer birçok ülkeye kıyasla daha iyi bir ekonomik performans sergiledi. Öyle ki G20 ülkeleri arasında sadece Türkiye ve Hindistan bir önceki çeyreğe kıyasla ekonomik küçülme yaşamadı. İkinci çeyrekteki ciddi küçülmeye rağmen Türkiye ortalamadan daha iyi bir “performans” gösterdi. Bu çeyrekte Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) ülkeleri ortalamada yüzde 10.9 küçüldü. En ciddi küçülme yüzde 21.7 ile İngiltere’de gerçekleşti. Türkiye üçüncü çeyrekte ciddi bir toparlanma ile yüzde 6.7 düzeyinde ekonomik büyüme rakamına ulaştı. Bu çeyrekte G20 ülkeleri arasında Türkiye haricinde pozitif büyüme sağlayan tek ülke Çin oldu. Böylece Türkiye birinci çeyrekten sonra üçüncü çeyrekte de G20 ülkeleri arasında oransal olarak en çok büyüyen ülke oldu. Salgında yaşanan ikinci dalga ile birlikte tekrardan yoğunlaşan kısmi-karantina önlemleri doğal olarak 2020’nin son çeyreğinde ekonomik büyüme oranı üzerinde negatif etkilere sahip olacak. Fakat ikinci dalganın Türkiye’ye görece geç gelmiş olmasının da katkısıyla Türkiye son çeyrekte yüksek ihtimalle diğer ülkelere kıyasla daha iyi bir ekonomik performans gösterecek. Tabi şu durumda yeni yılın ilk çeyreğine biraz “borçlanmış” olduk.
Ortalama Senaryo
Peki, 2021’de Türkiye nasıl bir ekonomik performans gösterecek? Belirsizliğin bu kadar yoğun olduğu bir süreçte anlamlı tahminlerde bulunmak imkansız değilse de çok zor. Bu nedenle ancak “ortalama senaryo” çerçevesinde bu konuda birtakım değerlendirmelerde bulunabiliriz. Ortalama senaryoda şu önemli soru işaretleri karşımıza çıkıyor;
- Salgının ikinci dalgasının ne kadar süreceği.
- İkinci dalgadan sonra salgının ne kadar zayıflayacağı.
- Aşıların gerçekten etkili olup olmadığı.
- Etkili ise ne zaman yaygın bir şekilde kullanıma sunulabileceği.
- Reel ekonomilerin ve insan psikolojisinin salgını ve alınan kısmi-karantina önlemlerini daha ne kadar “kaldırabileceği”.
Bu çerçevede, bahar aylarıyla birlikte salgında ikinci dalga sona erebilir ve salgını artık yavaş yavaş geride bırakmaya başlayacağımız bir sürece girebiliriz. 2021’de etkili aşıların uygulanmaya başlaması ve yıl içinde nüfusun çoğunun aşılanabileceği şeklinde bir kanaatin oluşması durumunda ise salgından çıkış süreci hem daha hızlı hem de daha “acısız” olacaktır. Öte yandan, salgının yeterince zayıflamaması ve aşıların yeterince etkin olmaması veya yaygın bir şekilde hemen uygulanamayacağının anlaşılması durumunda ise ekonomik ve psikolojik sınırlarımıza dayanabiliriz. Bu durumda da -istediğimiz hızda olmasa da- zaten zayıflamakta olan salgını ekonomik ve psikolojik gerekçelerle “önemsememeye” başlayabiliriz. Bu son husus biraz spekülatif gelebilir. Fakat salgının bu ikinci dalgasında zaten söz konusu sınırlara yaklaştığımızı net bir şekilde görüyoruz: İlk dalgada bizi dehşete düşüren rakamların çok daha fazlası artık bizi o kadar da etkilemiyor.
Şu halde, kabaca elimizde iki senaryo bulunuyor; iyimser senaryo ve kötümser senaryo. Bu iki senaryo birçok açıdan birbirinden epey farklı olsa da ekonomik boyutta birbirine hatırı sayılır ölçüde benziyor ve şuna işaret ediyor: O veya bu şekilde 2021 bir ekonomik toparlanma yılı olmak durumunda. İyimser senaryoda bu güle oynaya ve güçlü bir şekilde gerçekleşecek. Kötümser senaryoda ise bıkkınlıkla, mecburiyetten ve çok da güçlü olmayan bir şekilde gerçekleşecek. Şahsi kanaatim iyimser senaryoya görece yakın olduğumuz. Kötümser senaryonun yaşanabileceğini de aklımızın bir köşesinde tutmak gerekiyor. Hatta “gerçekten kötü” bir senaryo da öne sürülebilir. Fakat bunun olasılığı epey düşük olmalı.
Hangi senaryo yaşanırsa yaşansın şunu unutmamak gerekiyor: Ekonomi de sağlık da bizim için çok önemli. Her ikisini de elden geldiğince korumaya çalışmamız gerekiyor. Sağlığı kaybetmemiz durumunda ekonomi önemsizleşir. Ekonomiyi kaybetmemiz durumunda ise sadece ekonomik değil aynı zamanda sıhhi acılar da çekeriz: Daha kötü ekonomi sadece daha çok işsizlik ve zorluk değil, aynı zamanda çeşitli yollarla daha kötü sağlık ve daha çok ölüm anlamına gelir.
2021 Toparlanma Yılı
Genel olarak değerlendirildiğinde, Türkiye ekonomisi 2021’de kısmen veya ciddi bir toparlanma yaşayacak diyebiliriz. Yaşanacak toparlanmada hükümetin uygulayacağı iktisat politikaları da önemli oranda etkili olacaktır. Salgının ilk yılında uygulamaya sokulan paketler reel ekonomiye ciddi ölçüde destek oldu. Bu hususta özellikle kısmi çalışma ödeneği önemli bir yere sahip bulunuyor. Ekonomiye sağlanan desteklerin salgından çıkış sürecinde de yavaş yavaş ve zamanında kesilmesi reel ekonominin bir anda kendisini açıkta bulmaması noktasında önemli olacak. Öte yandan, salgının ilk aylarında oldukça genişletici bir para politikası uygulandıktan sonra yaz aylarıyla birlikte durum tersine döndü ve Kasım-Aralık’ta para politikasında bu sefer epey sıkı bir duruşa geçildi. Bu durumun arka planında ise kurda yaşanan dalgalanma ve enflasyonda yaşanan artış bulunuyordu. 2021’de reel ekonominin hızlı bir şekilde toparlanabilmesi noktasında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) çok sıkı bir duruşa sahip olmaması ve finansal piyasaları gözettiği kadar reel ekonomiyi ve istihdamı da gözetmesi gerekiyor.
Uygulanacak para politikasında kuşkusuz enflasyonun 2021’deki seyri de etkili olacak. 2018’deki kur krizi akabinde yüzde 25’lere kadar çıkan ve 2019’da yüzde 12 düzeyine kadar gerileyen enflasyonun 2020’de kalıcı olarak yüzde 8’lere gerilemesini bekliyorduk. Salgın bütün boyutlarda planları ve beklentileri bozduğu gibi bunda da bozdu. Salgının enflasyon üzerinde birçok kanaldan pozitif ve negatif yönde etkili olduğunu vurgulamak gerekir. Bu kanallardan; a) baz etkisi, b) toplam talepte yaşanan gerileme/durgunluk ve c) enerji fiyatlarında yaşanan düşüş enflasyon üzerinde aşağı yönlü baskı uyguladı. Enflasyon üzerinde yukarı yönlü baskı uygulayan kanallar ise a) birim maliyetlerde yaşanan artış, b) bazı ürünlere dönük talepte yaşanan patlama ve c) Türk Lirası’nın (TL) yıl içerisinde ciddi düzeyde değer kaybetmesi oldu.
Baz etkisi enflasyon oranının yüzde 8’ler şeklindeki uzun vadeli seyrine dönme yönündeki içsel eğilimini yansıtıyor. Ayrıca salgın nedeniyle toplam yerli talepte yaşanan gerileme/durgunluk fiyatların yükselme eğilimini baskıladı. Küresel talepte yaşanan gerileme ise enerji fiyatlarında gerileme yaşanmasına neden oldu ki bu da enflasyon üzerinde aşağı yönlü bir baskı uyguladı.
Öte yandan, küresel tedarik zincirlerinde yaşanan kırılmalar/bozulmalar birim maliyetler üzerinde genel manada yukarı yönlü bir baskı uyguladı ve bu durum fiyat artışlarını direkt olarak besledi. Ayrıca yıl içinde uzun süre kapalı kalan veya kısıtlı saatlerde hizmet verebilen, açık bulundukları zamanlarda da kısmi kapasiteyle çalışabilen kafe ve restoran gibi çeşitli işletmeler, birim maliyetlerinde bu şekilde yaşanan artışı fiyatlarına önemli ölçüde zam yaparak telafi etmeye çalıştı. İkinci olarak, salgın döneminde evde çalışmanın yaygınlaşması ve ayrıca evde geçirilen vaktin ciddi şekilde artması ev ekipmanları ve elektronik aletler gibi ürünlere dönük talepte ciddi bir artış yaşanmasına neden oldu. Bu da bu ürünlerin fiyatlarda önemli artışlar yaşanmasını beraberinde getirdi. Son olarak, diğer birçok gelişmekte olan ülke para biriminde olduğu gibi, TL’nin de yıl içerisinde dolar karşısında ciddi şekilde değer yitirmesi ithal malların TL cinsinden fiyatlarının yükselmesine neden oldu.
Enflasyon üzerinde aşağı ve yukarı yönlü etkilere sahip olan bu faktörler toplamda enflasyon yılın ilk on ayında görece “istikrarlı” bir seyir izlemesine neden oldu. Yukarı yönlü faktörlerin baskın çıktığı Kasım’da ise enflasyon önemli ölçüde artarak yüzde 14’e yükseldi.
Enflasyonda Düşüş Trendi
Peki, 2021’de ne olacak? Bu yıl herhangi bir ekstra şokun yaşanmaması durumunda baz etkisi çerçevesinde enflasyonun yılın ilk dört ayında hafif bir yükseliş trendi içinde olmasını ve Mayıs’tan itibaren de önemli bir düşüş trendine girmesini bekleyebiliriz. Bu senaryodan belirli ölçüde uzaklaşılmasını sağlayabilecek faktör ise -yaşanacak herhangi bir şokun yanı sıra- salgının büyük ölçüde geride kalması durumunda küresel/yerel talepte yaşanacak ciddi artış olacaktır. Fakat bu durumda da enflasyonun 2021’in ikinci yarısında düşüş trendi içerisinde olacağı söylenebilir.
Genel olarak değerlendirildiğinde, TCMB’nin enflasyonda yaşanacak gelişmelere göre politika faiz oranında değişikliğe gideceğini söyleyebiliriz. Bu noktada vurgulamak gerekir ki gelişmiş ülkelerde negatif reel faizlerin hüküm sürdüğü ve gelişmekte olan ülkelerde reel faizlerin ya negatif ya da sınırlı ölçüde pozitif (yüzde 0.5-1.5) olduğu bir salgın atmosferinde Türkiye’de enflasyon ile faiz oranı arasında yaklaşık 3 puanlık bir farkın ortaya çıkmış olması aşırı sıkı bir para politikasının uygulanmaya başlandığı anlamına geliyor. 2021’de enflasyonun gerileyeceği şeklindeki ortalama senaryo da nihayetinde bu 3 puanlık farktan epey daha yüksek bir reel faiz düzeyinin gerçekleşmiş olacağına işaret ediyor. Şu halde, TCMB’nin 2021’in ilk aylarında enflasyonda yaşanması muhtemel kısmi artışlar karşısında politika faiz oranını daha da yukarılara taşımaması, ilerleyen aylarda enflasyonda düşüş yaşandıkça da faiz oranını vakit kaybetmeden düşürmesi gerekiyor. TCMB’nin uygulayacağı para politikası 2021’de ortalama senaryoda yaşanacak ekonomik toparlanmanın düzeyi üzerinde önemli düzeyde bir etkiye sahip olacak. Salgının etkilerini üzerinden atmaya çalışan bir ekonomide uygulanacak aşırı sıkı para politikası ekonomik büyümeyi negatif etkileyeceği gibi hali hazırda yüksek düzeylerde seyreden işsizliğin de normal düzeylere gerilemesini yavaşlatacaktır.
Son olarak, 2019’da verilen cari fazladan sonra 2020’de kısmi düzeyde bir cari açık vermeyi bekliyorduk. Fakat cari açık 2020’de önemli ölçüde yükseldi ve yıllık cari açık Eylül 2020 itibariyle 34 milyar dolar oldu. Bu durumun arka planında ise ihracatta yaşanan durgunluğun yanı sıra, altın ithalatında yaşanan sıçrama ve turizm gelirlerinde yaşanan dramatik daralma bulunuyor. 2021’de salgın sürecinden çıkıldıkça cari dengenin de iyileşeceğini söyleyebiliriz. 2021’in hepimiz için hayırlı olması dileğiyle…