31 Mart’ta sandıktan çıkan sonuçlar, tüm siyasi aktörler için çözülmesi veya yönetilmesi gereken bazı meseleler üretti. Bu açıdan siyasetin başat aktörü olan Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve partisi için ortaya çıkan en önemli mesele, 22 yıllık kesintisiz sandık hakimiyeti sonrası gelen mağlubiyet ve söz konusu mağlubiyetin yönetimiydi. Zira bir zamanlar AK Parti’yi ve onun siyasal dominasyonunu tanımlamak için sıkça kullanılan “hakim parti” kavramının artık geçerli olmadığı net biçimde gün yüzüne çıktı. Üstelik bu hakimiyetin sanılanın aksine partinin kurumsal gücünden ziyade Recep Tayyip Erdoğan’ın karizmatik ve istisnai liderliğinden kaynaklı olduğu, bugünden bakıldığında söz konusu dönemi “hakim parti” yerine “hakim lider” şeklinde tanımlamanın daha doğru olabileceği de ayrı bir tartışmanın konusu.
Ancak nihai olarak bugün gelinen noktada, AK Parti’nin kurumsallığı ve geleceği açısından ortaya çıkan sorunların çözümü, bu mağlubiyet sürecinden güçlenerek çıkması ve gelecekte yeniden sandık hakimiyeti kurabilmesi, AK Parti Genel Başkanı olarak Erdoğan’ın uzun ve istisnai derecede başarılı siyasi hayatındaki en kritik sınamalarından biri olabilir. AK Parti için en büyük şans ise eğer söz konusu meseleler çözülecekse bunu başarabilecek yegane ismin Erdoğan olması. Diğer bir ifadeyle Erdoğan, AK Parti lideri olarak bu meselelerin biricik çözüm ihtimalini temsil ediyor.
Siyasetin diğer tarafında ise sandıktan on yıllar sonra ilk defa birinci çıkmayı başarabilmiş bir CHP ve onun koltuğa henüz oturmuş genel başkanı Özgür Özel bulunuyor. Üstelik ortada kendilerinin dahi bu kadarını beklemediği, dolayısıyla nispeten hazırlıksız yakalanılmış bir seçim galibiyeti bulunuyor. Ayrıca partide savunulan “değişim”, kişileri aşarak kurumsal yapıya sirayet etmiş değil. Buna İmamoğlu’nun kendi kişisel kariyeri odaklı şekilde CHP’ye paralel inşa ettiği siyasal yapı eklendiğinde, Özel açısından zorlukların asıl şimdi başladığı rahatlıkla söylenebilir.
İşte tam bu noktada İsmet Özel’den mülhem şekilde Özgür Özel’in de kendi “Üç Meselesi”ne sahip olduğu ifade edilebilir. Hem 31 Mart’taki başarının sürdürülebilmesi ve 2028’e taşınması, hem de Özel’in kendi siyasi kariyerini bir sonraki aşamaya taşıyabilmesi için söz konusu üç meselenin çözülmesi, çözülemese dahi başarıyla yönetilebilmesi elzem. Daha net bir ifadeyle Özel’in 31 Mart’taki seçim başarısının kendisi ve partisi açısından bir illüzyon oluşturmasını engellemek, partideki kurumsal dejenerasyonu tamir etmek, İmamoğlu’nun kendisi ve CHP üzerinde inşa etmeye başladığı vesayete direnerek yönetmek gibi üç zor meselesi bulunuyor.
İlk Mesele: İllüzyon Riski ve Başarıyı Yönetmek
31 Mart 2024 yerel seçimleri, CHP açısından en azından kendilerinin dahi bu kadarını beklemediği bir sandık başarısı ile sonuçlandı. Nitekim CHP, SHP selef sayılırsa 1989, sayılmaz ise 1977’den sonra ilk kez birinci parti olarak sandıktan çıktı. Her ne kadar siyasetin doğası gereği partiler veya siyasetçiler iddialı açıklamalar yapma gereği duysalar da CHP’nin birinci parti olması sürpriz bir neticeydi. Nitekim seçim sonrası CHP merkezli yaşanan gelişmeler de partinin bu duruma yönelik güçlü bir strateji hazırlamadığını gösterir nitelikte.
Bu noktada belki de seçim galibiyetini en rasyonel şekilde karşılayan ve söylemleri ile süreci en azından şimdilik makul bir şekilde yürütmeyi başaran isim Özgür Özel oldu. Özellikle seçim gecesi ve sonrasında yaptığı açıklamalar, Özel’in sandıktan sürpriz bir şekilde birinci çıkmanın sebep olabileceği negatif etkileri yönetmeyi ve elde edilen başarının “galibiyet tecrübesizliği” ile boşa harcanabileceğini fark ettiği söylenebilir. Bu açıdan özellikle seçim sonrası ilk günlerde dikkat çeken “emanet oyların farkındalığı”, “erken seçim çağrısı yapmamak”, “negatif anlamda fırsata çevirmemek”, “cumhurbaşkanlığı makamına saygı” yönündeki tutum ve açıklamaları dikkat çekiciydi.
Ancak Özel, her ne kadar ilk etapta başarılı bir performans gösterse de bunun 2028 seçimine dek sürdürülmesi hem kendisi hem de partisi için daha kritik. Zira Özel, genel başkanlık hususunda olduğu kadar partisi de seçim galibiyeti konusunda o denli tecrübesiz. Nitekim CHP’nin oy oranındaki yükseliş, başta diğer muhalif partiler olmak üzere seçmenlerin “emanet” olarak verdiği ve seçimlerin belediye odaklı olmasının sağladığı esneklik neticesinde ortaya çıkan stratejik oylar sayesinde. Özel de ilk açıklamalarında bunun farkında olduğuna yönelik mesajlar verdi. Ancak CHP’nin aldığı oyları yalnızca kendi başarısı olarak kabul etmesi, bir illüzyon riskini de beraberinde getiriyor. Dolayısıyla Özel’in bu başarıyı yalnızca partisine veya kendine atfetmemesi ve zafer sarhoşluğunu engellemesi, diğer bir ifadeyle seçim sonuçlarını rasyonel bir zeminde değerlendirmesi gerekiyor. Zira tecrübesizlik neticesinde başarının hatalı okunması veya doğru yönetilememesi, yakalanan ivmenin CHP açısından 2028 seçimlerinde ters istikamete dönmesi ile sonuçlanabilir.
İkinci Mesele: CHP’nin Kurumsal Dönüşümü
31 Mart seçimleri her ne kadar CHP açısından başarıyla sonuçlansa da partinin kurumsal sorunları olduğu gibi varlığını koruyor. Diğer bir ifadeyle seçim sonuçlarını oluşturan dinamikler CHP merkezli değil. Ancak bu durum, CHP’nin herhangi bir başarısı olmadığı anlamına gelmiyor. Zira CHP, ürettiği strateji ile seçmenlerin stratejik dahi olsa oylarını çekebilmeyi başarmış durumda. Üstelik bunu 2023 seçim sonuçlarının özellikle muhalif seçmenlerde sebep olduğu büyük hayal kırıklığına rağmen başardı.
Ancak CHP açısından kurumsal/yapısal problemler çok büyük oranda varlığını sürdürüyor. Daha önceki yazılarda vurguladığım gibi uzun yıllardır muhalefet olmanın ürettiği külfetsiz konfor ve muhalefet blokundaki alternatifsizliğinin sağladığı kesin kazanımlar, parti elitlerinin önceliklerini değiştirdi. Partinin tüm kurumsal kapasite ve enerjisi, iktidarı hedefleyen bir rekabet yerine, garanti kazanımları elde etmeye yönelik olarak parti içerisindeki rekabet için harcandı. Diğer bir deyişle parti elitleri iktidar için değil, partinin kazanımları için kendi arasında rekabet eder hale geldi. Bunun neticesinde ise parti kendi kabuğu altında, statükoya dört elle sarılan oligarşik bir yapı üretti.
Her ne kadar bu yapıya ait elitlerden bazıları merkezden dışarı itilse de CHP’de sürekli kendini yenileyen, değişen isimlere rağmen varlığını sürdüren yapı ve elit mücadelesi, henüz bir değişime uğramış değil. Bu da CHP’nin ve Özel’in “yeni CHP” ve “değişim” iddialarının samimiyetini sorgulatıyor. Zira Özel, kendisinin de parçası olduğu bir elit grubunun diğer elitler veya gruplar ile yaptığı uzlaşının neticesi olarak genel başkan seçilmiş bir isim. Nitekim bugün itibariyle Özel’in partideki yıpranmış ve kamusal tepkinin odağı olmuş bazı isimleri merkezden uzaklaştırmak dışında yaptığı herhangi bir değişim bulunmuyor. Aksine düne kadar tıpkı kendisi gibi Kılıçdaroğlu’nun yanında konumlanmış elitler, perde arkasındaki varlığını ve gücünü sürdürmeye devam ediyor.
İşte tam olarak Özel’in ikinci meselesi burada kendini gösteriyor. 31 Mart’ta CHP’nin birinci parti olması tek başına bir anlam taşımıyor. Eğer CHP, tepkisel stratejik oyları kalıcı kılmak istiyorsa değiştiğini memnuniyetsiz ve arayış içerisindeki seçmenlere kanıtlamak mecburiyetinde. Erdoğan karşıtlığı veya AK Parti’nin kendi sorunları sebebiyle yıpranmışlığı, sürdürülebilir başarı için yeterli değil. Nasıl ki Özel, yeni bir siyaset yapma tarzını yerel seçimlerde ön plana çıkardıysa partinin kurumsal değişimini de yapabilmeli. Ancak bu noktada en büyük sorun, Özel’in bunu başarabilecek bir güç ve isteğe sahip olmaması.
Son Mesele: CHP’de İmamoğlu Vesayeti
CHP’de her ne kadar genel başkan Özgür Özel olsa da partinin kendi tabanı ve seçmenleri nezdinde gerek popülarite gerekse dinamizm anlamında fiili lideri Ekrem İmamoğlu. İmamoğlu’nun 29 Mayıs’ta başlattığı “değişim” dalgası ve sonrasında izlediği yol da aslında kendisini CHP’ye paralel ancak onun üzerinde bir konumda tuttuğunu gösteriyor. Bunun en önemli göstergesi ise CHP Genel Başkanlığı’nı tercih etmemesi veya yedek plan olarak belirlemesi. Zira artık Türkiye’de siyaset ile az da olsa ilgili tüm kişiler biliyor ki İmamoğlu’nun asıl planı 2028 seçimlerinde cumhurbaşkanı seçilebilmek. Bu noktada İmamoğlu, CHP’yi değil kendisini merkeze alan bir strateji benimsemiş durumda.
Burada İmamoğlu’nun rasyonel bir strateji geliştirdiğini söylemek gerek. Zira İmamoğlu, farklı partilere oy veren muhalif blok seçmenleri ile gri bölgede konumlanan ve geçişkenlik gösteren diğer seçmenlerin desteğini almak mecburiyetinde olduğunun farkında. Bunun için de kendisini CHP ile kısıtlamak yerine partileri aşan, aktör çatısı altında bir araya gelen ve “tabanda ittifak” olarak kavramsallaştırılan ve 31 Mart’ta o veya bu şekilde çalışan stratejiyi geliştirmiş durumda. Bu stratejide CHP’nin rolü ise merkezde değil, yardımcı bir pozisyonda.
Özgür Özel’in son ve en kritik meselesi de aslında bu strateji. İmamoğlu ve Özel de dahil olmak üzere parti elitleri, ortak hedef, çıkar ve kazanımlar neticesinde aynı gemide yol almayı ve rol paylaşımını şimdilik kabullenmiş durumda. Ancak gemideki kaynak paylaşımı, istikamet belirleme ve yönetme mücadelesi sınanmış değil. Burada İmamoğlu, partinin kazanması için kendi kazancını şart koşmakta ve lokomotif rolünün kendisinde olduğunu iddia etmekte. Nitekim parti politikalarını da bu iddia üzerinden şekillendirmek amacında. Böylelikle CHP’nin 2028’de “kendisiyle birlikte” kazanabilmesi için yardımcı olması gerektiğini düşünmekte. Diğer bir ifadeyle CHP’yi kendi gösterdiği istikamette ve yine kendi çizdiği sınırlar içerisinde hareket etmeye zorlamakta.
Ancak CHP, artık yüz yılı aşan tarihi, sorunları da olsa belli seviyedeki kurumsal yapısı ve kendi içinde bazı güç merkezlerine hakim elitleri ile buna uygun bir parti değil. Özgür Özel’in kendisini genel başkan yapan elit gruplarının uzlaşısını sürdürebilmesi için İmamoğlu ile elitler arasındaki dengeyi parti kurumsallığına zarar vermeden ve de aynı zamanda siyasi başarıyı sağlayarak sürdürmek zorunda. 31 Mart her ne kadar siyasi başarının bu meseleyi ötelemesi ile Özgür Özel’in elini rahatlatmış olsa da dört yıllık süreç, sağlanması gereken dengenin ciddi anlamda sınanacağı çeşitli zamanlara gebe.
Sonuç olarak Özgür Özel’in lider olmadan genel başkanı olduğu CHP’deki asıl sınavı 31 Mart sonrası başlıyor. Seçimlerdeki başarıyı, partiyi ve İmamoğlu’nu ayrı ayrı yönetmek ve bunu aynı anda başarmak, onu bekleyen dört yıllık zorlu süreçteki başlıca engeller. Özel’in ve etrafında konumlanan elitlerin bunu başarabilecek kapasitede olup olmadıklarını ise zaman gösterecek. Ancak Özel’in şimdiye kadar sergilediği tutum, kendisini bazı farkındalıklara sahip olduğunu ve rasyonaliteden vazgeçmediği takdirde kendi dezavantajlarını ve bunların negatif etkilerini çeşitli taktiklerle kısıtlayabileceğini gösteriyor.