Kriter > Dış Politika |

Türkiye-AB İlişkilerinde PKK Sorunu


Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkilerinde AB Bakanı Ömer Çelik’in 15 Kasım’da gerçekleştirdiği Brüksel ziyaretinde ifade ettiği gibi “en kırılgan dönem” yaşanıyor. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu aynı gün Ankara’da ağırladığı Alman mevkidaşı Frank-Walter Steinmeier’le yaptığı ortak basın toplantısında, “AB’nin Türkiye’yi aşağılayıcı tavırlarından bıktık” eleştirisinde bulundu.

Tu rkiye-AB I lis kilerinde PKK Sorunu

Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkilerinde AB Bakanı Ömer Çelik’in 15 Kasım’da gerçekleştirdiği Brüksel ziyaretinde ifade ettiği gibi “en kırılgan dönem” yaşanıyor. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu aynı gün Ankara’da ağırladığı Alman mevkidaşı Frank-Walter Steinmeier’le yaptığı ortak basın toplantısında, “AB’nin Türkiye’yi aşağılayıcı tavırlarından bıktık” eleştirisinde bulundu. Yine AB Bakanı Çelik, AB’den adaletli ve hakkaniyetli bir yaklaşım ile saygın bir dil beklediklerini kaydetti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da AB’nin terör karşısındaki politikasını eleştirip Türkiye’de AB üyeliği konusunda bir referandum yapılabileceğini ifade etti. Bu açıklamalar Ankara ile Brüksel arasında gelinen noktayı gösteriyor. Başbakan Binali Yıldırım’ın aynı gün grup toplantısında yaptığı, “AB önce teröristlerin ağzından konuşmayı bıraksın” açıklaması ise Türkiye’nin AB konusunda en fazla rahatsız olduğu hususa işaret ediyor.

Türkiye-AB ilişkilerindeki en önemli sorun, Türkiye’ye yönelik terörist tehditlere karşı Brüksel’in tutumu ve bu konuda Ankara’daki öfkenin son dönemde giderek artmasıdır. PKK’nın Türkiye’de şehit ettiği insanların sayısı her geçen gün artarken, AB ülkelerinin bir yandan Ankara’yı terörle mücadele çerçevesindeki politikaları nedeniyle eleştirmesi diğer yandan da terörle bağlantılı kişileri kendi ülkelerinde ve AB kurumlarında ağırlamaları bu öfkeyi daha da yükseltiyor. Birçoğu NATO çatısı altında Türkiye’nin müttefiki olan ve kendileri terörist saldırılara maruz kaldıklarında bütün dünyanın koşulsuz desteğini talep eden bu ülkelerin, Türkiye’nin insanına ve istikrarına kast eden terörist örgütlere destek veren tutumları artık Ankara’nın tahammül sınırlarını aşıyor. Avrupa Parlamentosu’nda açılan PKK/PYD sergisi, Avrupa’daki bazı siyasetçilerin PKK’yı terör örgütleri listesinden çıkarmaya yönelik çabaları, örgütün Avrupa’da her yıl milyonlarca avro toplamasına göz yumulması, Avrupalı yetkililere ülkelerindeki PKK’lılara ilişkin verilen binlerce dosyaya cevap alınamaması, resmen yasak olan PKK’nın farklı isimlerde kurduğu derneklerin çatısı altında faaliyetlerine serbestçe devam etmesi Türkiye’nin canını çok sıkıyor. Bu örgüt Türkiye’de yaptığı her yeni saldırıda bir devlet görevlisi ya da sivil insanı katlettiğinde bu can sıkıntısı öfkeye dönüşüyor.

Avrupa’nın PKK Sempatisi

Avrupa ülkelerinin PKK konusunda Türkiye’yi son derece rahatsız eden bu tutumlarının nedeni sorulduğunda üç muhtemel sebepten bahsedilebilir: Bunlardan ilki PKK ve onun siyasi uzantılarının Türkiye’nin güvenliğine karşı oluşturduğu tehdidin Avrupa’da yeterince anlaşılamamış olduğu varsayımına dayalıdır. Buna göre kendileri Türkiye gibi büyük terörist saldırılara maruz kalmayan Avrupalılar, PKK’nın Türkiye’de gerçekleştirdiği kanlı saldırıları görmezden gelerek bu örgütün ne kadar tehlikeli olduğunu kabul etmek istemiyor. Hatta Suriye uzantısı PYD’nin DEAŞ’a karşı mücadeledeki katkılarından dolayı söz konusu örgüte sempati bile duyuyorlar. PKK/PYD, Türkiye’de tonlarca bomba yüklediği araçlarla okul yolundaki çocukları, işine giden insanları ve görevini yapan kamu görevlilerini katletmesine rağmen DEAŞ’a karşı gösterdiği “kahramanlık” sayesinde Avrupalı siyasetçiler için tehlikeli bir terörist örgüt olmuyor. Başka canilere karşı savaşta işe yaraması Avrupalıların gözünde PKK’nın cinayetlerini örten bir işlev görüyor.

İkinci muhtemel sebep Avrupalı siyasetçilerin PKK’yı Avrupa’da on binlerce sempatizanı olan tehlikeli bir örgüt olarak gördükleri için karşısında durmayı göze alamadıkları varsayımına dayanmaktadır. Buna göre Avrupa ülkeleri ile PKK arasında üstü kapalı bir anlaşma söz konusudur. PKK Avrupa’da eylem yapmayacak ve Avrupa ülkelerini hedef almayacak, buna karşılık Avrupa yönetimleri bu örgütün ülkelerinde yeni eleman kazanma ve para toplama faaliyetlerine göz yumacaktır. PKK’nın resmen terör örgütü olarak ilan edilmesi ise Ankara’yı yatıştırmaya yönelik bir adımdır ve gerçekte örgütün Avrupa’daki faaliyetleri için bir engel oluşturmamaktadır.

Üçüncü ihtimal ise önde gelen Avrupa ülkelerinin PKK’yı Türkiye’ye karşı daima kullanmak istedikleri bir enstrüman olarak gördükleri varsayımına dayanmaktadır. Buna göre PKK zaman zaman “ekseni kayabilen” Türkiye’nin yeniden Avrupa yörüngesine oturtulması konusundaki araçlardan biridir. Bu çerçevede Avrupa ülkeleri ile PKK arasında Avrupa lehine dengesiz bir karşılıklı bağımlılık ilişkisi vardır. Yani PKK’nın Avrupa ülkeleri tarafından kendi hedefleri doğrultusunda kullanılması, onun da bazı amaçları doğrultusunda Avrupa’dan yardım almayacağı ve talepte bulunmayacağı anlamına gelmiyor. Ancak bu karşılıklı çıkar ilişkisinde Avrupa’nın PKK’yı yönlendirme gücünün örgütün Avrupa ülkelerini etkileme kapasitesinden çok daha fazla olduğunu ifade etmek gerekir. Yeri gelmişken PKK’nın ABD ile de benzer bir ilişkiye sahip olduğunun altını çizelim.

Avrupa Siyasetinin Doğası

Avrupa-PKK ilişkisini açıklama konusunda bu ihtimallerden hangisinin gerçeğe daha yakın olduğunu ya da hepsinin birden biraz da olsa gerçeği yansıtıp yansıtmadığını anlamak için Avrupa siyasetinin yapısı, iktidar ilişkileri ve dış politikasının doğasına bakmalıyız. Öncelikle PKK konusunda yukarıda değinilen bütün bakış açılarının Avrupa’da temsilcilerinin olduğunu ifade etmek gerekir. Avrupa ülkelerinde içinde siyasetçilerin de olduğu PKK’ya sempati duyan ve bu “seküler” örgütü DEAŞ’a karşı mücadelesinden dolayı “kutsayan” kesimler var. Almanya’daki Sol Parti (Die Linke) milletvekillerinin çoğu buna örnek olarak gösterilebilir. Bu kişiler için kutsadıkları örgütün yaptığı kanlı saldırılarla öldürdüğü masum insanların fazla bir önemi yoktur. Zaten kutsamanın bir parçası, kutsananın yanlışlarını görmeme üzerine oturur. Başka Avrupa ülkelerinde de PKK’ya bu şekilde “sempati duyan” siyasetçiler, medya mensupları ve diğer toplum kesimlerinden çeşitli gruplar vardır. Ancak bunlar her ne kadar AB’nin politikalarına kısmen etki edebilecek durumda olsalar da genel olarak iktidarda değildir. Bu nedenle Avrupa-PKK ilişkisinde bu kesimlerin etkisi sınırlıdır.

Avrupa ülkelerinde, PKK’nın Avrupa’daki güçlü örgütlenmesinin kendilerine zarar vermesinden çekindikleri için onunla mücadele etmeye yanaşmayan siyasetçiler de vardır. Yine Almanya’dan örnek verirsek, “Türkiye’nin sorunlarının Almanya topraklarına taşınmasını istemiyoruz” söylemi bu terör örgütü karşısındaki ürkekliğe işaret etmektedir. Bu şekilde düşünen siyasetçiler PKK’nın ülkelerindeki faaliyetlerine izin verdiklerinde örgütten gelebilecek tehlikelerden emin olabileceklerini zannediyor. Ancak PKK konusunda bu düşünceye sahip olan siyasetçilerin sayılarının ve Avrupa siyasetine etkilerinin sınırlı olduğunu ifade etmek gerekir.

Bu durumda AB’nin PKK terörü konusundaki destek olarak nitelendirilebilecek olan müsamahakar ve tavizkar tutumunun asıl nedenini, Brüksel ve diğer Avrupa başkentlerinin bu örgütü dış politikalarının bir aracı olarak kullanabileceklerini düşünmeleri oluşturmaktadır. Avrupa ülkelerinin geleneksel dış politika yaklaşımlarına bakıldığında, hedeflerine ulaşmak için meşru olmayan birçok yola başvurulmasında bir sakınca görmedikleri anlaşılır. Bu gayrimeşru yöntemlere, uluslararası hukuka aykırı olarak başka ülkelere silahlı müdahalelerde bulunmak ve askeri darbeleri desteklemek suretiyle meşru hükümetlerin yıkılmasına neden olmanın yanında, zaman zaman terör örgütlerinin araçsallaştırılması da dahildir. Bu çerçevede bazı Avrupa ülkelerinin PKK’yı Ankara’ya karşı bir baskı aracı olarak kullandıkları görülmektedir. Örgüt üzerinden izlenen “havuç ve sopa” politikasıyla Türkiye terbiye edilmeye ve Avrupa’nın çıkarları açısından sorun oluşturacak arayışlara girmesi engellenmeye çalışılmaktadır.

Sonuç olarak Avrupa ülkelerinde PKK’ya sempatiyle bakan siyasetçiler de var, PKK’dan korkanlar da ve onu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyenler de. Bunlar arasında AB politikalarına yön verme kapasitesi en yüksek olanlar ise şüphesiz PKK’yı kendi dış politik hedefleri doğrultusunda faydalı bir araç olarak görenlerdir. Ancak Türkiye’nin özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında AB’nin bu konudaki tutumu yüzünden yaşadığı hayal kırıklığının da etkisiyle, Brüksel’e karşı politikasını sertleştirip terör konusunda Avrupa ülkelerini net bir pozisyon almaya zorlaması Avrupa’nın PKK’yı kendi çıkarları çerçevesinde kullanmasının maliyetini çok artırmıştır. Ankara’nın PKK terörünün dış kaynaklarını bitirme konusundaki kararlılığı Avrupalı liderlere açık bir şekilde şu mesajı vermektedir: PKK konusunda Türkiye’nin canını sıkmaya devam ederseniz artık Ortadoğu’da Türkiye gibi bir müttefikiniz kalmayacak. Türkiye ile PKK arasında bir tercih yapmak zorundasınız.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası