Türkiye, 14 Mayıs 2023 seçimlerine doğru giderken temel konularda çok ciddi bir yol ayrımının eşiğinde… Altılı masa yahut genişletilmiş Millet İttifakı, Türkiye’nin ve dünyanın temel meselelerini tartışmak ve ortak bir siyasi program üretmek yerine Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığı, güçlendirilmiş parlamenter sistem ve aday tartışmalarıyla 2018’den bu yana bir beş yıl geçirdi. Altılı masanın ortağı olan HDP’nin talepleri, masada ve kamuoyu önünde tartışılmadan, mutabakat metni ve masanın ortaklarından bazılarının vaatleriyle zımnen gizli mutabakatla sağlandı ve Türkiye kamuoyunda tartışılmadı. Bu açık ve gizli mutabakat, Türkiye’nin dış politikada ve ekonomide, ABD ve Batı’ya tamamen teslim olması; HDP’yi tatmin etmek için Suriye ve Irak’taki terörle mücadele operasyonlarına son verilmesi, Avrupa Yerel Özerklik Şartı’na Türkiye’nin muhalefet şerhlerinin kaldırılması, kayyum uygulamasına son verilmesi, anayasadan Türk vatandaşlığı ifadesinin çıkarılması ve Abdullah Öcalan’ı da içine alacak bir af çıkarılması anlamına geliyor… Ancak bu anlamın arkasındaki farklılıklar, tarafların niyet ve stratejileri, birbiriyle telif edilemeyecek şekilde uzaklaşıyor.
Özerklik, Talepler, Gizli Kalanlar…
Altılı masanın iyi niyetli bir kısmı bu vaatleri Avrupa Birliği müktesebatına uyum çerçevesinde Türkiye’nin özerkliği kabul ederek, Kürt meselesini bölünmeden çözme ve altılı masa üzerinden HDP’nin Türkiye siyasetine entegrasyonu olarak içselleştiriyor. Ancak ne ABD ve Batı’nın ne de HDP’nin Türkiye, Ortadoğu ve Kürt sorunundaki politika ve stratejisi, altılı masanın iyi niyetli kısmıyla uyumlu değil… HDP, kendisini siyasi ve hiyerarşik açıdan bağlı gördüğü KCK Sözleşmesinde yazılan ve önderlik olarak adlandırdıkları Abdullah Öcalan’ın sözlerinde ifadesini bulan; Türkiye, Suriye, Irak ve İran’da evvela özerkliklerini alan ve bilahare beraberce konfederal şekilde örgütlenmiş bir Kürdistan istiyor. ABD ve Batı ise bunu Akdeniz’e çıkışı olmaması ve İsrail dışında bütün bölge ülkeleriyle anlaşmaması şartıyla destekliyor. Bunun mümkün olması için stratejik öncelik, Suriye’de PKK/PYD bölgesinde sağlanacak özerkliktir. Tabii burada bahsedilen özerkliği anlayabilmek için Avrupa Yerel Özerklik Şartı’na değil, KCK Sözleşmesine bakmak lazım. KCK’nın bahsettiği özerklik, aslında özyönetim anlamında yerel bir özerklik değil, şiddet kullanma tekeli ve diplomatik faaliyet yürütmeyi de ihtiva eden, yani egemenlik kullanan bir devletleşme yapısıdır.
Altılı masanın KCK’dan haberi olmayan iyi niyetli seçmen tabanı dışında, bu projeye angaje olmuş unsurlarının var olduğu biliniyor. Bu iki kesim dışında kalanlar ise Erdoğan’ı Cumhurbaşkanlığından indirip iktidarı ele aldıktan sonra ABD, Batı ve HDP/KCK çevrelerinin bu hayalden vazgeçerek daha gerçekçi olacakları ve projenin Türkiye ayağında Avrupai bir çözüme razı olabileceklerini hayal ediyorlar. ABD, Batı ve HDP/KCK için öncelik Suriye olduğundan şimdilik bir anlaşmazlık ortaya çıkmıyor. Ancak HDP, taleplerinin aşikar olması için çok net ve açık bir şekilde kamuoyuna açıklamalar yapıyor, altılı masa ise kendi tabanlarından çekindikleri için bu talepleri duymazdan geliyor ve HDP’nin sert açıklamalarını sessizlikle karşılıyor.
Altılı masa, ortak aday belirleme stratejisindeki yanlışlık ve taktik aculluklarıyla; ABD, Batı ve HDP’nin elinin güçleneceği bir iç kompozisyona yol açtı. Altılı masanın HDP desteğiyle adeta yedili koalisyona dönen yapısı hem yürütmede hem de yasamada çok parçalı bir hal kazanmaktadır. Evvela altılı masada CHP’ye Cumhurbaşkanlığı düşerken kalan beş siyasi partinin genel başkanına birer cumhurbaşkanı yardımcılığı ve birer bakanlık pazarlığı yapılmışken; İYİ Parti’nin genel başkanı Meral Akşener’in Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı çıkarak masadan kalkıp sonrasında masaya dönerken CHP’li İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve CHP’li Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın cumhurbaşkanı yardımcılığını şart koşmasıyla, sayı şu an itibarıyla yediye çıkmış durumda… Gerçi Kemal Kılıçdaroğlu, İmamoğlu ve Yavaş’ın cumhurbaşkanı yardımcılığını, “uygun zamana” erteleyecek bir ifadeyi mutabakat metnine koymayı başardı ve belediye başkanlığı ile cumhurbaşkanı yardımcılığının bir arada olmayacağı tezini kullanıyor ama Meral Akşener’in yasama üzerinden kullanacağı kozla bu direnç kırılabilir.
Başkanlık Konseyi Yönetimsizliği
Tabloyu tamamlamak için yasamadaki duruma da yakından bakmak lazım. Altılı masadaki iki büyük parti Cumhuriyet Halk Partisi ve İYİ Parti dışında kalan dört küçük parti Demokrat Partisi, Saadet Partisi, Gelecek Partisi ve DEVA Partisi, herhangi bir yerde milletvekilliği kazanabilecek bir oy almaları beklenmediği için CHP kontenjanından seçimlere girecekler. Kemal Kılıçdaroğlu bu kontenjan vaadi karşılığında altılı masada küçük dört partinin, Cumhurbaşkanlığı adaylığında kendisini desteklemesini temin etmiştir. Basındaki iddialara göre Kılıçdaroğlu, masadaki dört partiye 54 milletvekili kontenjanı vaat etmiş. CHP’nin halihazırda 134 milletvekili olduğu düşünülürse, 54 kontenjan milletvekilliği, CHP’nin mevcut grubunun yüzde 40’ına denk geliyor. Bu rakam ve oranın yüksekliği, hele bu dört partinin yüzde 2 bile olmayan toplam oyları düşünüldüğünde dikkat çekicidir.
Bu durum, Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP teşkilatı, grubu ve delegasyonu üzerindeki neredeyse mutlak hakimiyetini de göstermektedir. Bu anlamda belki de Türkiye’deki hiçbir partinin genel başkanı, Kemal Kılıçdaroğlu kadar partisi üzerinde hakimiyet kurabilmiş değildir. Bu hakimiyetin sebeplerinin üzerinde durulması gerektiği açıktır. Kılıçdaroğlu, kamuoyunda tartışılan yaygın iddialara göre, Tuncelili hemşeri ve mezhep dayanışmasıyla parti teşkilat ve delegasyonunda tartışılmaz bir hakimiyet tesis etmiş durumda. Kılıçdaroğlu parti üzerindeki mutlak hakimiyeti sayesinde elde ettiği pazarlık imkanıyla, masada adaylık konusunda istediğini aldı. Ancak buna karşılık sadece yürütmeyi değil yasamayı da partilerin istikrarı her an bozabileceği ve iktidarı parçalayabileceği bir kırılganlığa mahkum etti. Altılı masanın, HDP desteğine rağmen TBMM’de güçlü bir çoğunluk elde etmesi mümkün gözükmüyor. Ancak muhtemel kıl payı oluşacak bir çoğunluk dahi her an bozulabilecek birçok parçalılığa dayanacak. Yasamadaki bu kırılganlık, Cumhurbaşkanı yardımcılıklarını bir koalisyon liderine dönüştürecek ve anayasal düzeyde Cumhurbaşkanlığı sistemi değiştirilmemiş olsa dahi fiilen Cumhurbaşkanlığı sistemi işlemeyecek. Bu durumda, karşımıza “Cumhurbaşkanlığı sistemi” yahut “güçlendirilmiş parlamenter sistem” değil, fiilen bir tür “başkanlık konseyi yönetimi” ortaya çıkacak.
Bu isimlendirme ve tehlikeye, ilk olarak altılı masadaki pazarlıkların sonuçları hakkındaki en mühim yazıyla işaret eden Çetiner Çetin şöyle dikkat çekiyor:
“Vaatlerinde güçlendirilmiş parlamenter sistem vardı. Bugün ise masaya gelen ve tarafların üzerinde mutabık kaldığı nokta ise güçlü başkanlık sisteminin kaldırılması yerine, ‘Başkanlık Konseyi’ sisteminin getirilmesidir. Yani Kemal Kılıçdaroğlu ola ki başkan seçilirse, tek bir imza ile veya tek bir noktadan karar alması engellenerek, eşit imza yetkisine sahip başkan yardımcılarının onayını almadan iş yapamayacak. Başkan bir temsil makamı olacak, başkan yardımcılarının imzası veya kaşesi olmadan kararları etkinleşmeyecek. Başkanlık konseyi sistemini uygulayan ülkeler Irak ve Bosna gibi ülkeler. Bu ülkelerdeki uygulamalarda mezhep ve etnik grupların paydaşlar olarak dengelenmesi amaçlanıyor. Güçlü parlamenter sistem vaatleri ile topluma mesaj verip daha sonra rotayı “başkanlık konseyi” sistemine çevirenler, bu sistemle yönetilen ülkelerin yaşadığı kaosları, her an bölünme tehlikesi ve siyasi kargaşaları iyi okumalıdırlar.
Parlamenter sistemden, başkanlık sistemine, oradan başkanlık konseyi sistemine geçişin iyi bir fikir olmadığını, özellikle bizim gibi tarihsel ve güncel siyasi süreçlerde derin yaraları olan bir ülkede sıkıntı doğurabileceğini görmemiz lazım. Bazen bir konsey üyesinden imza almak öylesine siyasi manevralar gerektirir ki bin türlü siyasi tavizler verilmek zorunda kalınır… Bunun adı altılı koalisyon sistemi olmaz, ‘Başkanlık Konseyi’ sistemi olur ki; bu sistemde 6 siyasi partinin alacağı oylar bonus sistemi ile belirlenir. Ve bakanlıkların dağılımı da aldıkları bonuslara göre yapılır. Misal Irak’ta; İçişleri, Maliye, Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları 6 bonus idi. Kritik bir başka nokta da şu ki, MİT Başkanlığı, AFAD Başkanlığı, TİKA gibi birçok kurumumuz da bakanlık statüsünde, ek göstergeleri yüksek bürokratların yer aldığı kurumlardır ve bunlar da yarın paylaşımın parçası haline gelebilir.” (Çetiner Çetin, “Bunun Adı Başkanlık Konseyi”, Habertürk, 07 Mart 2023).
Cumhurbaşkanlığı sistemi, üst düzey binlerce yöneticiyi başkanla beraber göreve getirme ve başkanın görevinin sona ermesiyle görevlerine son verme imkanı getiriyor. Buradaki maksat doğrudan halk oyuyla seçilen yürütmeye; yani cumhurbaşkanına direnç oluşturabilecek bir bürokratik vesayet yahut direncin ortadan kalkmasıydı. Ancak Cumhurbaşkanlığı sistemi yukarıda anlattığımız gibi fiilen başkanlık konseyine dönüşünce bu üst düzey görevlilerin tamamı da pazarlık konusu olacak. HDP, Cumhurbaşkanlığı yardımcılığı ve bakanlık düzeyinde yürütmenin içinde yer almasa da Cumhurbaşkanlığı adaylık sürecinde olduğu gibi istemediği siyasi ve idari kadroları veto edebilecek bir statüyü fiilen edinecek. Bu, başkanlık konseyini, fiilen HDP’yi içindeymiş gibi düşünmeye sevk edecek. Bürokrasiyi ve bilhassa güvenlik ve yargı bürokrasisini ise hareketsiz bırakabilecek. PKK ile mücadelede, CHP’nin mezhep, HDP’nin etnik öncelikleriyle başkanlık konseyi Türkiye için Lübnanlaşma ve Iraklaşma sürecini hatıra getirecek… Burada ABD ve Batı’nın da Türkiye’nin iç ve dış bütün işlerine bu parçalanmışlık üzerinden müdahale etmekten çekinmeyerek, bu süreci hızlandırmak isteyeceğini söyleyelim. Bu durumda, TBMM’nin duvarlarında yazan ve milli mücadelenin temel şiarı olan “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir.” sözünün bir gerçekliği kalıp kalmadığı tartışılacak ve Türkiye yeniden bir egemenlik mücadelesi vermek zorunda kalabilecektir.