Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) İran’a karşı politikalarında değişikliğe gidebileceğine dair işaretler vermesi son dönemde Ortadoğu’da yaşanan en önemli gelişmeler arasında gösterilmektedir. BAE’nin İran siyasetinde yaşanan dönüşüm ilk belirtilerini Mayıs’ta verdi. 12 Mayıs’ta BAE’nin Füceyre emirliği limanında demirlemiş olan tankerlere yönelik saldırı sonrası Tahran’a bölgesel ve küresel aktörlerden yoğun tepki yükselirken Abu Dabi yönetimi ciddi bir tepki göstermedi. Öyle ki saldırılardan birkaç gün sonra BAE’nin Dış İlişkilerinden Sorumlu Devlet Bakanı Enver Karkaş, İran ile çatışmasızlık iklimine bağlı kalmak istediklerini açıkladı. Akabinde sabotaj saldırılarıyla ilgili yapılan soruşturma sonrasında BAE –İran’ın adını zikretmeden– saldırılardan bir “devlet aktörü”nün sorumlu olabileceğini duyurdu.
Daha sonra 8 Haziran’da Yemen’deki askeri varlığında azaltmaya giden BAE 26 Haziran’da Körfez’de seyrüsefer güvenliği, sınır problemleri, yasa dışı geçişler, balıkçılarla ilgili meseleler, iki ülke vatandaşlarının karşılıklı ziyaretleri ve karasularıyla ilgili diğer konuları görüşmek üzere Tahran’a bir heyet gönderdi. Böylece Tahran ile ilişkilerde yeni bir yaklaşım gösterileceğini ortaya koydu. Bu heyet 2013’ten sonra bu konuları görüşmek için Abu Dabi’den Tahran’a giden ilk heyet olmuştur. İran medyasında BAE’nin heyeti “barış heyeti” olarak lanse edilmiştir. Tüm bu gelişmeler BAE’nin İran ile ilişkilerinde yeni bir açılıma gittiği şeklinde yorumların yapılmasına neden olmuştur.
Öte yandan BAE’nin bu adımları bölgesel müttefikleri olan Suudi Arabistan, ABD ve İsrail tarafından çekinceyle karşılanmıştır. Nitekim İran’a karşı mücadelede BAE ile ortak hareket eden bu ülkeler Tahran’a karşı pozisyonlarını değiştirmezken Abu Dabi’nin farklı bir çizgi izlemesi ihtimalini müttefiklik ilişkisine aykırı olarak değerlendirmiştir.
BAE yönetiminin bölgedeki en önemli müttefiki olan Suudi Arabistan’dan bağımsız olarak böyle bir adım atması ise Riyad ile Abu Dabi yönetimleri arasında bir ayrışma olduğuna dair soru işaretlerini de gündeme getirmiştir. Benzer bir durumun ABDBAE ilişkileri bağlamında da var olabileceği değerlendirilmektedir. Nitekim 12 Mayıs’ta Füceyre’deki tanker saldırılarının ardından Suudi Arabistan ve ABD doğrudan İran’ı hedef gösterirken Abu Dabi yönetiminin Tahran’ı sorumlu tutmaktan çekinmesi Washington-Abu Dabi hattında da İran konusunda bir görüş ayrılığı olabileceğini düşündürmektedir.
BAE’nin Motivasyonu
BAE’nin İran’a yönelik politikalarını gözden geçirmesi ihtimali bölgesel siyasette ciddi bir kırılma anlamına gelebilecektir. Nitekim kısa bir süre öncesine kadar Suudi Arabistan, ABD ve İsrail gibi BAE de İran’ı bölgedeki en ciddi tehdit olarak görmekteydi. Öyle ki 2017’de Katar’a yönelik başlatılan abluka sürecinde de BAE ve Suudi Arabistan açıkça Doha yönetimini Tahran’la iş birliği yapmakla suçlamış ve derhal bu ülkeyle ilişkileri kesmesini talep etmişlerdi. İran’a karşı Suudi Arabistan’ın tutumunda bir değişiklik görülmezken BAE’nin hangi neden ve motivasyonlarla bu ülkeye yönelik politikalarında yeni bir çizgiyi benimsediğine dair işaretler vermesi merak konusu olmaktadır.
BAE’nin İran politikasında böylesi bir dönüşüme gitmesinin arkasında birkaç temel nedenden bahsedilebilir: Bunlardan ilki Abu Dabi yönetiminin İran siyasetinde iş birliği içerisinde olduğu temel aktörler olan ABD, İsrail ve Suudi Arabistan’a daha ne kadar güvenebileceği konusunda emin olmamasıdır. Bu güven bunalımının arkasında ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarını uygulama kararında bu durumdan en fazla zarar görecek olan BAE’nin endişelerini dikkate almaması da bulunmaktadır. İran ile BAE arasında 19 milyar doları aşan ticaret hacminin yaptırımlar nedeniyle ciddi oranda ortadan kaybolacak olması Abu Dabi yönetimini önemli şekilde endişelendirmektedir. Petrol fiyatlarındaki düşüş ve küresel ekonomik durgunluğun da etkisiyle ekonomik anlamda yeni bir strateji belirlemek isteyen BAE, İran’la olan ticaretine büyük önem vermektedir. Bu ticari ilişkilerin yara almasını istemeyen Abu Dabi yönetimi bu nedenle Tahran’la ilişkilerini canlı tutmayı istemektedir.
Öyle ki bu durumun İran’la ticaretten en fazla yararlanan emirlik olan Dubai ile ülkenin yönetimini elinde tutan Abu Dabi emirliği arasında krize neden olduğu dahi belirtilmiştir. İki emirlik arasında İran’a yönelik politikalarla ilgili anlaşmazlıkların varlığı son dönemde uluslararası medyaya da yansımıştır. Anadolu Ajansı tarafından yayımlanan bir değerlendirmede Dubai Emiri ve BAE Başbakanı Şeyh Muhammed bin Raşid Maktum’un ülkesinin İran’a yönelik hasmane politikaları sonlandırmasını istediği ve bu nedenle Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed ile tartıştığı belirtilmiştir.
Öte yandan Washington ile Tahran arasında artan gerginliğin olası bir sıcak çatışmaya dönüşmesi durumunda BAE’nin doğrudan İran’ın hedefi haline gelecek olması da Abu Dabi yönetimini endişelendirmektedir. Her ne kadar son yıllarda askeri kapasitesini önemli biçimde geliştirmiş olsa da BAE’nin olası bir İran saldırısı durumunda ciddi bir zayiata uğrayacak olması Abu Dabi’yi Tahran’la gerginliğin azaltılması konusunda teşvik etmektedir. Yoğun askeri harcamaları ve güçlü küresel ittifak ağına rağmen BAE’nin İran’la bir çatışmaya hazır olmaması Abu Dabi’yi Tahran’la ilişkilerde geri adım atmaya zorlamıştır.
BAE’nin İran’a karşı siyasetinde yeniden yapılanmaya gitmesinin arkasındaki bir başka neden de Tahran yönetiminin bölgedeki en güçlü aktörlerden birisi olduğunu kanıtlayan hamleler yapmasıdır. Yemen’deki savaşta Husileri uzun süre destekleyerek BAE ve Suudi Arabistan’ın başını çektiği koalisyonun önemli bir ilerleme gerçekleştirmesini engelleyen İran Temmuz’da İngiltere’ye ait bir gemiye el koyarak Hürmüz Boğazı’nda gerekirse sert gücünü kullanabileceğini de göstermiştir.
Hürmüz Boğazı’ndan gemilerin güvenli geçişi meselesi BAE açısından bir kırmızı çizgi olarak değerlendirilmelidir. Nitekim uluslararası deniz taşımacılığı anlamında küresel bir aktör olmayı hedefleyen BAE’nin Cebel Ali Limanı’nın stratejik önemini koruyabilmesi Hürmüz Boğazı’ndan gemi geçişlerinin sorunsuz bir şekilde gerçekleşmesine bağlı olduğu unutulmamalıdır. Bunun yanında BAE’nin en önemli ihracat kalemi olan petrolün Avrupa ve diğer küresel pazarlara ulaştırılabilmesinde Hürmüz Boğazı önemli rol oynamaktadır. Dolayısıyla İran ile çatışma ortamının derinleşmesi ya da bölgede yaşanabilecek bir sıcak çatışmanın doğrudan etkileyeceği ülkelerin başında BAE gelmektedir. Bu durumun farkında olan Abu Dabi yönetimi de Tahran’la yükselen tansiyonun düşürülmesini kendi çıkarlarına uygun gördüğünden İran’la ilişkilerde diplomasiyi işlevselleştirmek istemiştir.
Güven Bunalımı
BAE’nin İran’a yönelik ilişkilerini yeni bir boyuta taşıması Abu Dabi yönetiminin müttefikleriyle ilişkilerini de etkileyecektir. BAE ile Suudi Arabistan arasında son dönemde daha belirgin hale gelen ayrışma İran konusunda da gözlemlenmektedir. Suudi Arabistan yönetimi ABD ve İsrail çizgisinde kalarak İran’a karşı olumsuz tutumunu korurken BAE ise Tahran’la ilişkileri normalleştirme eğilimindedir. Türkiye ve İran’a karşı sert söylemleriyle bilinen BAE’nin Dış İlişkilerden Sorumlu Devlet Bakanı Enver Karkaş 2 Ağustos’ta attığı bir tweet ile ülkesinin Tahran’la sorunların çözümünde diplomasiden yana olduğunu belirterek Riyad ile Abu Dabi arasında İran konusunda farklı yaklaşımın olabileceğinin işaretlerini vermiştir. Bu durum yakın döneme kadar bölgesel politikalarda ortak hareket eden Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed arasında görüş ayrılıklarının mevcut olduğu şeklinde de yorumlanabilir.
BAE’nin İran’a karşı politikasında dönüşüme gitme ihtimali ABD yönetimi tarafından da tepkiyle karşılanacaktır. Nitekim Ortadoğu’ya yönelik politikalarını İran karşıtlığı üzerinden şekillendiren ve bölgedeki en önemli müttefiki Tel Aviv ile Tahran yönetimi üzerinde baskı kurmaya çalışan Washington’ın bu mücadelede uzun süredir ortak politikalar yürüttüğü Abu Dabi tarafından yalnız bırakılması Amerikan dış politika çevrelerinde güvensizlik işareti olarak görülecektir.
Bu gelişmeler karşısında İran’ın nasıl bir pozisyon alacağı da merak konusudur. Yakın döneme kadar bölgesel politikalarda Tahran yönetimine karşı her türlü olumsuz adımı atan BAE’nin İran nezdinde ciddi bir güven problemi bulunmaktadır. Öyle ki 2017 krizi sırasında Katar’ın İran’la ilişkilerini kesmesini isteyen BAE 2011 sonrası süreçte bölgesel meselelerde Tahran’ın nüfuz alanını daraltmak amacıyla ABD ve İsrail ile iş birliğini sürdüren politikalar yürütmüştür. Böyle bir ortamda Tahran’ın Abu Dabi yönetimiyle güven problemini aşması kolay olmayacaktır.
Bununla birlikte ABD ve İsrail’in olumsuz politikalarıyla ciddi ekonomik problemlerle karşı karşıya olan İran’ın mevcut sıkıntıları aşmak ve bölge ülkeleriyle bir uzlaşı halinde olabilmek adına –BAE dahil– tüm ülkelerle iş birliğine gidebileceği de unutulmamalıdır.
Bu noktada uluslararası baskılara rağmen bölgesel düzeyde hem iş birliklerini sürdüren hem de giriştiği mücadelelerde pozisyonunu korumayı başaran İran açısından Körfez ülkeleriyle iyi ilişkiler geliştirmek büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle Körfez bölgesi ülkeleriyle gerginlikten kaçınan İran’ın Katar, Umman ve Kuveyt ile iyi ilişkilerini sürdürdüğü ve görüş ayrılıklarına rağmen BAE ile de ticari ilişkilerini devam ettirmek istediği görülmektedir. Yakın geçmişte yaşanan gerilimler ve söylemler göz önünde bulundurulduğunda bu anlamda bir yakınlaşma kolay görülmese bile imkansız da değildir.