İki yıl önce, 2016 ABD başkanlık seçiminin ardından Anadolu Ajansı için kaleme aldığım bir analizde Donald Trump’ın seçilmesiyle ilgili endişelerimin onun kişiliğinden ziyade başkanlığının Amerikan siyaset sisteminin hayatiyeti üzerinde meydana getireceği uzun vadeli etkiler olduğunu dile getirmiştim.
Donald Trump’ın seçilmesinden sonra pek çok olay yaşandı. Bunların arasında onun atadığı siyasilerin neredeyse tamamının hızla fire vermesi ve Trump’ın 2016 seçim kampanyasına Rusya’nın oylama sonucunu etkileyecek şekilde muhtemel müdahalesine ilişkin devam eden soruşturma ilk akla geliyor. Ayrıca devamında Trump’ın pek çok danışmanı ve aile üyelerine yönelik yaygın bir çıkar çatışması suçlaması var. Yirmi iki aylık eşi bağlamında ortaya çıkan görülmemiş siyasi çalkantılar gündeme damga vurduktan sonra şimdi de Trump’ın Amerikan sistemi üzerindeki muhtemel zararlı etkisine dair endişeler ortaya çıkmış görünüyor.
Yalnız birçok Amerikan siyaset analisti Trump’ın en azından 1980’lere kadar geri giden ve Amerikan siyaset yaşamının kalitesinde genel bir düşüşe katkı sunan Amerikan yönetimleri silsilesinin sadece en son örneği olduğunu işaret etmektedir. Aynı analistler keza Amerikan sisteminin demokratik karakterinin risk altında olduğu uyarısında bulunmaktalar. Tabii eğer daha şimdiden ciddi biçimde tehlikeye girmemişse…
Seçim Sistemindeki Bazı Temel Kusurlar
Şu anki Amerikan siyaset ortamı –Amerikan deyiminde söylendiği gibi– “hiç yoktan” var olmadı. Aslında Amerikan seçim sisteminde Amerikan siyaset sisteminin sağlığının giderek kötüleşmesine sebep olan hem sistemik hem de yönteme bağlı kusurlar mevcut. Örneğin geçmişi 18. yüzyıl sonlarına uzanan köhnemiş bir kurum olan Seçiciler Kurulu Trump’ın seçilmesini kolaylaştırdı. Federal hükümet yapısıyla ilgili müzakereler/görüşmeler sırasında köle sahibi güney eyaletleri ticaretle uğraşan kuzey eyaletlerinin ikide bir güney eyaletlerinin çıkarlarına ters milli temsilciler seçebileceklerinden endişe ediyorlardı. Güneyin ekonomisi tarım mahsullerinin (özellikle pamuk ve tütün) köle iş gücüyle yetiştirildiği ekim alanlarına bağlıyken kuzeydeki eyaletler daha ziyade ticaret ve imalata sırtını dayıyordu. Sonuç olarak kuzey daha hızlı büyüyen bir nüfus ve ekonomiye dolayısıyla kuzeyli seçmenler de başkanlık seçimlerinin ana etki gücüne sahip olacaktı.
Güneydeki eyaletlerin Anayasal düzene katılımını sağlamak için her eyaletten, o eyaletin nüfusuyla orantılı sayıda “Seçiciler Kurulu üyesi oyu” tayin eden Seçiciler Kurulu oluşturuldu. Her eyaletin hür erkek seçmenleri bir seçime katılsa bile Seçiciler Kurulu üyelerinin oyu başkanın tayin edilmesinde gerçek belirleyici etmen olacaktı. Seçiciler Kurulu ile birlikte güneydeki eyaletlerin sahip oldukları köle nüfusunun 3/5’inin vatandaş olarak sayılması şartı getirilerek belli bir eyaletten kaç Seçiciler Kurulu üye oyu çıkarılabileceğinin belirlenmesinde kullanılan sayılar şişiriliyordu. Söz konusu durum 1860’larda köleliğin kaldırılmasına kadar güneyli eyaletlere başkanlık seçimlerinde orantısız bir nüfuz sağladı.
Köleliğin sona ermesiyle birlikte 3/5 şartının uygulanmasına son verildi ama Seçiciler Kurulu uygulamasına devam edildi. Nihayet bugün bile bir adayın başkan olabilmesi için geçerli halk oyunu değil Seçiciler Kurulu oylarını kazanması gerekmektedir. On dokuzuncu yüzyılda bu durum iki kez gerçekleşti ancak o zamanlar ABD küçük bir küresel oyuncu olduğu için dünyadaki olayların gidişatına etkisi çok az oldu.
Bugün ABD yüz yıldır dünyanın üstün ekonomik, askeri ve siyasi gücü konumundadır ve ülke geçen yirmi yılda iki başkanını seçmenin oy çoğunluğuyla seçememiştir: George W. Bush (2000’de) ve Donald Trump. Her ikisi de geçerli halkoylarını önemli farklarla kaybetmişlerdir. George W. Bush yönetimi gayet iyi bilindiği gibi Afganistan ve Irak’ı işgal etmiş ve New York’a 11 Eylül 2001’de düzenlenen saldırılardan sonra “teröre karşı küresel savaş” başlatmıştır. Dünyanın çeşitli bölgelerinde insanlar halkoyunu kazanamamış bir başkanın aldığı bu kararların artçı sarsıntılarından etkilenmeye devam etmektedir.
Amerikan seçimleri sadece sistemik açıdan sorunlu değildir. Oylama yöntemleri de seçimlerin demokratik kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir. Türk gözlemciler Amerikan seçimlerinin hep Salı günleri yapıldığını fark etmişlerdir. Seçimlerin Salı günü yapılması yaklaşık iki yüz yıllık bir yasayla zorunlu kılınmıştır. Fakat seçimlerin Salı günü yapılması iş günü olduğu için seçmenin oy verme yerlerine erişimini sınırlamaktadır. Bazı eyaletler posta yoluyla oy kullanma veya seçim gününü resmi tatil gününe denk getirme gibi teknikler geliştirerek tüm seçmenlerin kolaylıkla oy kullanmalarına yardım etmektedir ama bu teknikler eyaletten eyalete farklılık göstermekte ve yaygın değildir.
Oy kullanma mekanizmalarında bile ciddi kusurlar bulunma eğilimi görülmektedir. Federal hükümet tek bir oy kullanma yöntemini zorunlu kılmamakta dolayısıyla oy kullanma mekanizmaları yerelde çeşitlilik arz etmektedir. En tartışmalı yöntem 1990’larda kullanıma giren elektronik oy kullanma makineleridir. Makinelerde pek çok kez ciddi güvenlik kusurları görülmüş ve bu kusurlar sistemi bilgisayar korsanlığına açık hale getirmektedir. Hatta bazı elektronik oy kullanma makinelerinde resmi nitelikli belge bile bulunmamaktadır.
Donald Trump New York’ta seçim zaferi sonrası taraftarlarını selamlıyor, 19 Nisan 2016
Son Amerikan seçimlerinde Florida’da uygulanan oy verme yöntemleri bir kez daha inceleme altında olmasına rağmen sorun çoğu kez elektronik oy kullanma makineleri değildi. Bazı yerlerde –Florida dahil– standart kağıt oy pusulası kullanılır ve her seçmen oy vermek için bu pusulayı bir itme pimi yardımıyla zımbalar ve oy pusulasını daha sonra oyları tasnif eden bir makineden geçirir. Elle yapılan sayımlarda itme pimlerinin oy pusulasında bıraktığı izlerin yorumlanması ihtilaf konusu olmuştur ki tartışma zımbanın zaman zaman gayet belirgin oy izinden geriye kalan ve pusulanın üzerindeki “sallanan kağıt kırpıntısı” meselesinden kaynaklanmıştır. Florida seçimlerinde hem oy pusulası tasarımı hem de oylama yöntemleri tartışmalı olup ABD genelinde mevcut sorunlara örnek teşkil etmektedir.
Kapsamlı Seçim Reformu Mümkün mü?
Tüm bu kusurlarla birlikte reform normal şartlar altında özürlü hale gelen sistemin boyutlarına eğilmek açısından mantıklı bir adım olabilir. Ne yazık ki bu kusurlar büyük partilerden birinin diğerinden daha fazla yararına olduğundan dolayı reform uzak bir ihtimal olarak kalmaktadır.
Bugün Amerikan seçim sisteminin kusurları Cumhuriyetçi Parti’ye yaramaktadır. Öyle ki parti seçmen katılımını artırabilecek seçimle ilgili reform girişimlerine genellikle muhalefet etmektedir. Geleneksel olarak kentli çalışan sınıflar daha çok Demokrat Parti’ye, kırsaldaki seçmenler de Cumhuriyetçi Parti’ye oy vermektedir. Örneğin Salı seçimleri kentliler için genel anlamda daha zor çünkü çalışmaları gerek. Halbuki taşradaki seçmen tarım ekonomisine dayandığından oy verme merkezlerine erişimi daha esnek olabilmektedir, özellikle Kasım seçimlerinde.
Aynı durum Amerikan seçim sisteminin diğer boyutları için de geçerlidir. Seçiciler Kurulu kırsal, tarıma dayalı eyaletlere orantısız temsil hakkı tanımakta ve böylece Cumhuriyetçi Parti için güvenilir bir oy bloğu sağlamaktadır. Dolayısıyla taşra eyaletleri Seçiciler Kurulunun devamından yanadır. Cumhuriyetçi Parti keza seçmen katılımını sınırlayan resmi kimlik fotoğrafı sunulmasını zorunlu kılmak gibi yasal uygulamalar lehine tavır alarak daha fazla katılımı engellemekte son derece faaldir. Son birkaç on yılda bir partinin seçmenlerini diğer partinin seçmenleri karşısında kayırmak için seçim bölgelerinin sınırlarının yeniden çizilmesi ise Cumhuriyetçi Parti’nin yerel düzeyde seçim gücünü koruyabilmesi için başvurduğu kötü nam salmış bir yöntem haline gelmiştir.
Radikal Adayların Çıkışı
Müstehzi yorumcular özellikle Cumhuriyetçi Parti’nin seçim başarılarını ilerletmek için kullandığı mevcut teknikler için “her zamanki siyaset” gözleminde bulunurken başka zamanlarda ve başka yerlerde bunları benzer siyasi oyunları olarak gözlemleyebilirler. Bu tavırdaki sakatlık şudur: ABD dünya sahnesinde hala üstün siyasi oyuncudur (daha ne kadar böyle olmaya devam edeceği belirsiz olmakla birlikte). Yine ABD geçtiğimiz yüzyılda modern bir liberal demokratik düzen örneği sunmuştur ve bu ülke siyasetindeki olayların tüm dünya tarafından yakından izlendiği anlamını taşımaktadır. ABD’de rahatsız edici siyasi uygulamalar ortaya çıktığı zaman diğer ülkeler bu gelişmeyi görür ve onları birer ilham kaynağı gibi düşünebilir hatta kendi faaliyetlerini bu gelişmelerle gerekçelendirebilir.
Üstelik bu gibi uygulamalar Amerikan modelinin tartışılmasını giderek daha güçleştirmektedir. ABD dünyanın geri kalan kısmına uzun bir süredir Amerikan ideallerinin benzer siyasi ve ekonomik refah düzeyine çıkmak isteyen diğer toplumlar için bir şablon olarak kullanılması gerektiğini söylemektedir. Ancak son kırk yıldır kendi iç siyasetindeki uygulamalar bahsedilen bu idealleri yerine getirmekten giderek uzaklaşmaktadır. Seçim reformu ABD seçim sisteminin doğruluğunu/ dürüstlüğünü yeniden tesis etmenin önemli bir parçası olmakla birlikte iki büyük partiden biri seçim reformunu büyük ölçüde kendi çıkarlarına karşı görmektedir. Aynı partiden Donald Trump gibi radikal adayların ortaya çıkışıyla birlikte Amerikan liberal demokratik sisteminin geleceğinin giderek daha büyük tehlikeye girdiği görülmektedir.