2011’den beri Suriye’de aktif olan aktörlerin değişiminin yanı sıra aktörlerin amaçları ve amaçlarına yönelik kullandıkları metotlar da değişim göstermektedir. Özellikle DEAŞ’ın fiziki toprak hakimiyetinin sonlandırılmasını müteakiben Suriye’deki aktörler tekrar pozisyon almakta ve amaçlarına ulaşmak için ellerindeki araçları kullanmaya başlamaktadır. Suriye’ye bakıldığında üç farklı bölge ve üç taraf ortaya çıkmaktadır: Birinci taraf Suriye’nin çoğunluğunu, sahil şeridini ve büyük kentlerin tamamını kontrol eden Esed rejimi, Rusya ve İran ekseni bulunmaktadır. İkincisi Suriye’nin üçte birini, ülkenin doğal kaynaklarını ve enerji üretim tesislerinin neredeyse tamamını kontrol eden YPG ve ABD eksenidir. Üçüncü taraf ise ülkenin kuzeybatısında Cerablus’dan İdlib’e kadar uzanan hattı fiili bir güvenli bölgeye çeviren Türkiye ve Suriyeli muhaliflerdir. Suriye’de doğrudan etkin olan bu üç eksene ek olarak dışarıdan müdahalelerde bulunan İsrail, Avrupa Birliği (AB) ülkeleri ve Körfez ülkeleri de yer almaktadır. Bu yazıda Esed rejimin Suriye’nin tamamını kontrol altına alma politikasının çöküşü ve YPG’nin devletçik kurma yönündeki adımları ele alınmaktadır. Suriye’nin toprak bütünlüğünü ancak Türkiye ve Suriye muhalefeti koruyabilir.
“Her Santim” Politikası
Esed rejimi Şubat 2017’de Rakka, Deyrizor, Palmira, Rastan, Dera, Guta, Kalamun gibi önemli yerleşim yerleri DEAŞ veya Suriyeli muhalifler tarafından kontrol edildiğinde, Suriye’nin her santimini askeri olarak tekrar ele geçireceklerini ve bu minvalde adım adım ilerleyeceklerini resmi siyasi politika ve söylem olarak tanımlamıştır. Her santim politikasının ilan edilmesinin ardından Esed rejimi İran ve Rusya’nın desteğiyle Palmira ve Deyrizor gibi önemli yerleri DEAŞ’tan ele geçirebilmiş ve uluslararası anlaşmalarına rağmen Dera, Guta ve Rastan gerilimi azaltma bölgelerine yönelik askeri operasyon başlatmış ve o bölgeleri de kontrolü altına almayı başarmıştır. Tüm bu süreçte Rusya ve İran’ın sağladığı siyasi, askeri, ekonomik ve diplomatik destek Esed rejiminin her santim politikasını başarılı bir şekilde ilerletmesini sağlamıştır.
Esed rejimi her santim politikası ile Suriye’deki sorunu askeri yöntemlerle çözmeyi hedeflemektedir. Böylelikle BM tarafından belirlenen ve rejimin sıcak bakmadığı siyasal geçiş sürecine ihtiyaç kalmayacağını düşünmektedir. Her ne kadar rejim ciddi bir ilerleme sağlamış olsa da her santim politikası duraklamıştır. Öncelikle Deyrizor’dan bölgedeki petrol sahalarına doğru ilerlemeye çalışan rejim kuvvetleri ABD’nin sert cevabıyla karşılaşmış ve büyük kayıplar sonrasında geri çekilmek zorunda kalmıştır. ABD’nin birçok hava aracını kullanarak petrol sahasına ilerleyen rejim konvoyunu tamamen imha etmesi rejimin doğu bölgesinde durmasını sağlamıştır. Diğer yandan İdlib’e doğru ilerlemek isteyen rejim cephe hatlarında yaptığı tüm saldırı ve bombardımana rağmen şehre operasyon düzenlemek için aradığı desteği bulamamıştır. Türkiye’nin İdlib’deki kararlı tutumu Rusya’nın İdlib operasyonundan vazgeçmesini sağlamış ve rejim sadece İran desteğiyle Türkiye’yi ve Suriye muhalefetini karşısına almaya cesaret edememiştir.
Gelinen durumda ise rejim kontrol ettiği bölgeleri daha fazla genişletememektedir. Bir yandan Türkiye diğer yandan ABD’nin engeli yüzünden her santim politikası duraksamıştır. Bu durumu aşmak için Tahran ve Moskova’dan destek arayan rejim, ABD yaptırımları nedeniyle zayıflayan İran’ın Türkiye ve ABD karşısında yetersiz kalmasından dolayı Rusya’nın direktifleri doğrultusunda hareket etmek zorunda kalmıştır. Rusya ise ne ABD ne de Türkiye’ye karşı Suriye’de yeni bir maceraya girmek istememektedir.
Diğer yandan Esed rejimi ciddi iç sorunlarla yüzleşmeye başlamıştır. ABD’nin YPG ve rejim arasındaki petrol ticaretini sonlandırması, ABD yaptırımları yüzünden rejim yanlısı iş adamlarının zora girmesi ve İran’ın Suriye’ye sağladığı desteğin azalmasından dolayı rejim bölgelerinde petrol krizi yaşanmaktadır. Şam, Halep, Lazkiye gibi büyük kentlerdeki benzin istasyonlarında kilometrelerce kuyruklar oluşmaktadır. Rejim bölgelerindeki sokaklarda araç sayısı ciddi oranda azalmış ve rejim ekonomisi durgunlaşmıştır. Ayrıca rejim bölgesinde gaz tüplerinin fiyatları tavan yapmış ve insanlar yemek pişirmek için gaz bulamaz olmuştur. ABD’nin Esed rejimini kıskaca almasına ilaveten Suriyeli muhalifler de kendi bölgelerinden rejim bölgelerine giden tüm petrol tankerleri ve gaz tüplerinin geçişini durdurmuştur. Böylelikle rejim üzerindeki baskı giderek artmaktadır.
Esed rejiminin yaşadığı diğer bir sorun da ele geçirdiği bölgelerdeki yeraltı direniş hareketlenmeleridir. Önceden Suriye muhalefeti tarafından kontrol edilen Dera, Guta ve Rastan gibi bölgelerde yeraltı Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) direniş örgütlenmeleri rejime karşı saldırı ve sabotaj eylemlerinde bulunmaktadır. Ayrıca Suriye muhalefetinin DEAŞ tarafından elimine edildiği Deyrizor bölgesinde rejim askerlerine karşı kurulan yeni ÖSO yeraltı yapılanmaları tarafından düzenli olarak saldırılar düzenlenmektedir. Suriye muhalefetinin saldırılarına ilaveten Suriye’nin çöllerinde yeniden yapılanan DEAŞ hücreleri de rejime karşı saldırılar gerçekleştirmektedir. Geçtiğimiz günlerde DEAŞ Baguz’daki son toprak hakimiyetini kaybettikten sonra Palmira kentinin kuzeyinde bir yerleşim yerini rejimden kısa süreliğine ele geçirmiştir. Söz konusu olay Baguz’dan sonra DEAŞ’ın ilk toprak kazanımı olarak dikkat çekmektedir.
Tüm bu gelişmeler yaşanırken diğer bir yandan Esed rejiminin sekiz yıldır devam eden savaştan ders almadığı ve 2011 öncesi yaptığı yanlış uygulamaları sürdürdüğü görülmektedir. Suriyeli muhaliflere katılan ve onların kontrolü altındaki bölgelerde yaşayan insanlara uzlaşı anlaşmalarıyla güvence veren rejim bölgelerde hakimiyetini kurduktan sonra bu anlaşmaları imzalayan insanları ve kanaat önderlerini yakalayıp hapsetmektedir. Hapishanelerdeki insanları işkenceyle öldüren rejim mahkumların ailelerine bilgi olarak sadece ölüm bildirgesini vermektedir.
Özerk Yönetim Talebi
YPG öncülüğündeki Suriye Demokratik Güçleri 6 Eylül 2018’de “Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi”ni kurduğunu ilan etmiştir. YPG’nin Afrin, Kobani ve Cezire diye isimlendirdiği üç kantonun kurulmasıyla başlayan süreç ABD’nin YPG’ye DEAŞ karşısında sağladığı destek ile YPG’nin Menbiç, Takba ve Fırat’ın doğusunu kapsayan geniş bir alanda hakimiyet sağlamasına yol açmıştır. Suriye’nin iki önemli barajı olan Tabka ve Tişrin barajlarını kontrol eden YPG aynı zamanda Suriye’nin petrol ve gaz sahalarının neredeyse tamamını kontrol etmektedir. Bu süreç içerisinde farklı isimlere bürünen ve farklı yönetim isimleri altında yeni yönetimler ilan eden YPG en son Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi adı altında tüm bu alanda bir yönetim kurduğunu ilan etmiştir.
Bu ilanın ardından YPG ABD’nin sağladığı koruma ve destekle ikili bir yöntem izlemektedir. Bir yandan fiili olarak sahada sözde yönetimi uygularken diğer yandan da yönetime meşruiyet sağlamanın yollarını aramaktadır. Bu bağlamda Fransa, ABD ve diğer Batılı devletlerle diplomatik ilişkiler kuran örgüt Suriye’nin siyasal geçiş sürecinde kendi kazanımlarını korumaya çalışmaktadır. Suriye geleceğinin belirlendiği Astana, Soçi ve Cenevre süreçlerinde Türkiye’nin ve Suriyeli muhalefetin vetosu yüzünden katılamayan terör örgütü doğrudan Esed rejimiyle görüşerek Suriye’nin geleceğindeki konumunu ve kurduğu devletçiği garanti altına almaya çalışmaktadır.
YPG kontrolündeki Suriye Demokratik Güçleri ve Esed rejimi arasında gerçekleşen görüşmelerde YPG’nin talepleri Esed rejimi tarafından kabul edilebilir bulunmamıştır. Nitekim YPG’nin talepleri adeta Suriye’de bir IKBY’yi kurmayı amaçlamaktadır. YPG’nin taleplerinin gerçekleşmesi durumunda Suriye’de bir PKK devletçiliği kurulmuş olacak ve bu devlet fiili, bağımsız, resmi olarak otonom bir şekilde varlığını sürdürecektir.
YPG’nin bu taleplerini Esed rejimi reddetmiş, iki taraf arasında ara buluculuk yapan Rusya ve İran da YPG’nin taleplerini çok fazla maksimalist bulmuştur. Söz konusu görüşmelerin ABD’nin Suriye’den çekileceğini açıklamasından sonra gerçekleşmiş olması, YPG’nin Türkiye’ye ve Suriye muhalefetine karşı kendini koruma ve kazanımlarını güvence altına alma girişimi olarak değerlendirilebilir.
ABD’nin geri çekilme planını değiştirmesi, Türkiye ile güvenli bölgeyi görüşmesi ve YPG bölgesinde iki yüz asker bırakmayı planlaması YPG’nin rejimle olan görüşmelerinin başarısız bir şekilde sonuçlanmasına yol açmıştır. Amerikalıların YPG ve rejim arasında bir anlaşmaya karşı çıkmasıyla örgüt bu görüşmelerden vazgeçmiş ve ABD’ye güvenmeyi tercih etmiştir. Ancak YPG’nin bu kararı terör örgütü içerisinde de tartışmalı bir konudur. Nitekim ABD’nin Türkiye ile görüştüğü güvenli bölge fikrinin kendilerine nasıl yansıyacağı, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi taleplerinin nasıl etkileneceği konusunda ciddi endişeleri bulunmaktadır.
Yukarıda bahsedilen genel durum göz önünde bulundurulduğunda Esed rejiminin Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlayamayacağı ve “her santim” politikasını uygulamak için gerekli araçlara sahip olmadığı görülmektedir. Diğer yandan YPG’nin Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi talebi rejim tarafından kabul edilmemiş olsa da Esed rejiminin fiili durumu değiştirme kudreti olmadığından Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak Türkiye’ye ve Suriye muhalefetine kalmıştır. YPG’nin Astana, Soçi ve Cenevre süreçlerinin dışında tutulması, ABD ile yürütülen güvenli bölge müzakerelerinin olumlu yönde sonuçlanması veya Türkiye’nin Suriye muhalefetiyle beraber askeri operasyon gerçekleştirmesi Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlayabilecek yegane unsurlar olarak öne çıkmaktadır. Kısaca ifade edilecek olursa Esed rejiminin yıllardır savaştığı ve düşman bellediği Türkiye ve Suriye muhalefeti Suriye devletinin varlığını ve toprak bütünlüğünü koruyabilecek yegane aktörlerdir.