İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde vurgulanan insan haklarının halen daha birçok ülkede tanınmadığı bir dünyada bu yazıyı yazmak, ayrı bir trajedi olsa gerek. On binlerce insan Filistin’de dünyanın en büyük soykırımına uğrarken, açlık ve sefalete terkedilmişken bizim fahiş fiyatları konuşuyor olmamız bambaşka bir açmaz olsa gerek. Birinin acısının diğerinin sahte mutluluğuna, bir başkasının dramının ise diğerinin kahkahasına dönüştüğü dünyada; yaşam ve ölüm arasında ağır bir sınav veren insanoğlu için hayat devam ediyor.
Ahlaki çöküntü başladı mı hemen her alanda fiyatlama davranışı da bozulmaya başlıyor maalesef. Mevcut küresel neoliberal ekonomik ağ her tarafı sarsa da, yaşanan ekonomik gelişmeler nedeniyle fiyatlar artsa da olması gerekenin üzerinde yapılan her artış aslında aynı gemide olduğumuzu unutanların geçici mutluluğudur. Altında, dövizde, evde, otomobilde fahiş fiyat artışları maalesef oldu. Ama en acı olanı da milyonları yakından ilgilendiren gıda tarafında olanıydı. Zira insan yemeden yaşayabilen bir varlık değil!
İnsanoğlunun imtihanı zor, ağır ve çetin... Dünya, son 50-60 yıllık dönemde beş kattan fazla büyürken, temel insan haklarına erişemeyen yaklaşık 4 milyar insan var karnede. Notlar pek de iyi değil. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre, dünya üzerinde 820 milyon insan yani her 9 kişiden biri açlıkla mücadele ederken, 670 milyon insan diğer bir deyişle her 12 kişiden biri obezite sorunu yaşıyor. Yapılan bir çalışmada dünya üzerinde yaklaşık 7,8 milyar insan yaşarken yıllık 10 milyar insana yetecek gıda üretiminin yapıldığı tespit edilmiştir. Komşusu açken tok yatanların hatta komşusunun açlığını daha da derinleştirenlerin dünyasını yaşıyoruz. Bu durum bize gıda güvenliği ve gıdaya ulaşma sorununun sadece arz yönlü olmadığını, dünya üzerindeki gelir adaletsizliği ve bölgeler arası ekonomik farklılıklarının da önemli bir etken olduğunu göstermektedir.
Pandemi süreci bambaşka bir dönem olarak kayıtlara geçmiştir. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü tarafından açıklanan tüm endeksler irdelendiğinde pandemi sürecinde tarımsal üretim ve gıda sanayinin önemi bir kez daha anlaşılmış, gıda güvenliği hususunun önemi daha net bir biçimde görülmüştür. Salgın döneminde birçok ülke gıda ve ilaç ihracatını kısıtlamıştır. Örneğin Rusya, Kazakistan, Ermenistan, Belarus ve Kırgızistan, Haziran 2020 sonuna kadar gıda ihracatı yapmama kararı almıştır. Hindistan da benzer şekilde tahıl alanında kısıtlayıcı tedbirler almıştır. Bu durum salgın sonrası dönemde de ülkelerin gıda ihracatı konusunda temkinli davranacağına işaret etmekte olup tarım ve gıda alanında kendi kendine yeten ülke olmanın önemi önümüzdeki dönemde artarak devam edecektir.
Değişen Şartlar
Bu yazıda cevap aradığımız soru da aslında tam da burada gizli. Şartların hemen tüm ülkeler için benzerlik gösterdiği pandemi döneminde gıda fiyatları yükselmişti. Pandemi artık bitti. Peki nasıl oluyor da şimdi küresel gıda fiyatları gerilerken Türkiye’de astronomik biçimde artıyor?
İlk sebep, Pandemi ve Rusya-Ukrayna Savaşı’ndan gelmişti. Uzun süren pandemi döneminden sonra yaralarını sarmak isteyen dünya ülkeleri, artan talebi karşılayabilmek için ticaret hacimlerini artırmaya çalışmıştır. Dünya yeni normale geçmeye hazırlanırken patlak veren Rusya-Ukrayna Savaşı, gıdaya ulaşım anlamında yepyeni sorunlar çıkarmıştır. Dünyanın en büyük tahıl üreticileri olan Rusya ve Ukrayna’nın birbirleriyle savaşa tutuşması geri kalan diğer ülkelerde gıda enflasyonu doğurmuştur. Bu durum pandemi sonrasında normalleşmeye çalışan dünyaya yük üzerine yük bindirmektedir. Bu iki ülkenin gıdaya ek olarak enerji alanında da dünya üretiminde söz sahibi olması, enerji fiyatlarının da artmasına neden olmuştur. Tarım ve gıda sektörlerinin de ana girdilerinden olan enerji sektöründe fiyatların yükselmeye başlamasıyla maliyetler artmış ve gıda fiyatları dünyada daha önce görülmemiş rekor düzeylere yükselmiştir.
1 nolu sebep aslında epeyce zamandır ortadan kalmış durumdaydı. FAO tarafından hazırlanan verilere göre, dünya çapında gıda fiyatları Mart 2024’te yıllık yüzde 7,7 gerilemiştir. Art arda yedi aydır devam eden düşüş, önceki dönemleri de eklersek uzunca bir süredir de bu seyri koruyor aslında.
Küresel eğilim Şubat itibariyle bir miktar yukarı yönlü tetikleme gördü ise de Türkiye'de Mart’ta gıda enflasyonunda yüzde 70,5 seviyesi kaydedildi. Dolayısıyla küresel gıda fiyatları ile Türkiye'deki gıda fiyatları arasındaki genişleyen uzaklaşma eğiliminin sürdüğünü söylemek mümkün. Sebeplerine baktığımızda ise küresel anlamda bitkisel yağlar ile et ve süt ürünlerinin fiyatlarındaki artışlar etkili oldu. Türkiye’deki sebeplerini ise irdelemek gerekir. Yem fiyatları, yetiştiricilerin rekabet sorunları, damızlık yetiştirilmesindeki denetim vb. süreçler şeklinde yapısal bazı sorunları ifade edebiliriz. Süt için de benzer sorunları ifade etmekte bir sorun görmüyorum.
Küreselleşen dünya ekonomisiyle birlikte devletlerin işlevi piyasa içinde günden güne azalarak düzenleyici ya da denetleyici diyebileceğimiz bir rol almaktadır. Piyasa içindeki rekabet kendi dinamiklerini oluşturarak sektörlere yön vermektedir. Fakat tarım gibi emek yoğun sektörlerin kendine özgü yapıları bulunur. Tarımsal üretimin yoğunluğu doğa koşullarına bağlı olduğundan risk ve belirsizlik yüksektir. Ayrıca arz ve talep esnekliği düşük olduğundan arz ya da talepteki artış ya da azalışlar fiyatlarda büyük dalgalanmalar oluşturur. Bu risklerinin yanında diğer sektörlere kıyasla kullanılan ürün başına getirisi çok düşüktür. Sermaye yoğun sektörlere göre getirisinin düşük olması fakat bunun yanında insan hayatının temel ihtiyacı olan gıdayı içinde barındırması nedeniyle devletler tarım alanında genellikle müdahaleci işlevlerini kullanırlar. Bunun sebebi “Tarım” ve “Gıda Güvenliği” meselesinin sadece serbest piyasaya bırakılamayacak derecede stratejik öneme sahip olmasıdır.
Türkiye’deki Durum ve Çözümler
Sorunsalımızı tekrar hatırlayalım: Peki nasıl oluyor da şimdi küresel gıda fiyatları gerilerken Türkiye’de astronomik biçimde artıyor?
Burada ikinci sebebimiz devreye giriyor: Önceki ekonomi yönetimi döneminde meydana gelen kur şokları ve bu şokların enflasyona geçişkenliği sebebiyle fiyatların hızla yükselmesi. Hızla yükselen fiyatların, hane halkı üzerinde her geçen zaman daha da yükseleceği beklentisi ve talebin öne çekilmesi. Pandemi ve sonrasında Rusya-Ukrayna Savaşı sebebiyle hammadde yarı mamul fiyatlarının artması, jeopolitik riskler nedeniyle petrol fiyatlarının o dönem yükselmesi.
Bu sebebin üzerimizde bıraktığı ciddi yapışkan bir etki var. Bu etki, enflasyon nedeniyle fiyatlama algısının bozulması ve fiyatlama davranışının bozulması. Yani vatandaş aldığı bir ürünün fiyatı pahalı mı ucuz mu, bilemiyor. Satıcı ise nasıl olsa enflasyon var diyerek (istisnalar kaideyi bozmaz) gayriahlaki zamlar yapıyor (mark-up pricing). Bu kavram önceleri pek kabul görmese de tüm dünyada astronomik politika faizi artışlarına rağmen enflasyonda istenilen düşüş gelmeyince kabul edilmek zorunda kaldı.
Bu sebepleri bertaraf etmek mümkün mü? Pekala dert var ise derman da vardır. Önemli olan uzun soluklu yapısal bazı adımları kararlılıkla yerine getirmektir:
- Gıda ithalatını azaltıcı önlemler getirip, çiftçiyi koruyucu politikalara geçilmesi önem arz ediyor. Bunun için DENETLENEBİLİR devlet desteği birincil koşul.
- Sektörde çiftçinin üretime yönlenmesi için olası risklerin devlet güvencesinde olması ve çiftçinin boş bıraktığı topraklara geri dönmesi.
- Doğrudan Gelir Desteğinin gözden geçirilmesi Denetim mekanizmasından yoksun bunun gibi hamleler devlet tarafından bir teşvik gibi görülmüş fakat sonuca ulaşmamıştır. Çiftçiye balık vermek yerine balık tutmayı öğretecek ucuz girdi temini, çiftçi odaklı selektif krediler, ürün alım garantisi gibi riskleri minimuma indirecek politikalar geliştirilmeli ve alınan her kararın uygulama sürecinde sahada sıkı bir denetim yapılmalıdır.
- Çok uluslu şirketlerin çiftçilere sunduğu tohumlar, o bölgenin iklim koşullarına, toprak yapısına uymadığı için daha fazla kimyasal kullanılmakta ve bu durum hem topraktaki minerallerin ölmesine hem de su kirliliğine yol açmaktadır. Devlet destekli yerel tohumların kullanılması ve bu tohumların bölgelerin iklim koşullarına göre oluşturulacak bir program çerçevesinde dağıtılması, hem tarımsal verimi artıracak hem de toprak ve su kirliliğini engellemekte fayda sağlayacaktır.
- Tarımsal değer zincirindeki iyileştirmelerin teknolojik ve finansal odak noktaları arasında iklim değişikliğinin azaltılması, iklim değişikliğine adaptasyon, düşük karbon ekonomisine geçiş, temiz enerji, kaynak verimliliği, biyoçeşitlilik, yeşil ve sürdürülebilir inovasyon gibi temalar geliştirilmelidir.
- Nüfusun artmaya devam ettiği bir ortamda tarım ürünlerine talebin artması, öte yandan iklim krizi etkisiyle rekolte kayıplarının gündemde daha da sık konuşulmaya başlanması, kamuoyunun dikkatini gıda güvenliği konusuna çekerken, gıda sistemindeki kırılganlıklarının daha yakından incelenmesi ve yatırım kararlarının bu kırılganlıklar göz önünde bulundurularak gerekli tedbirlerin alınması ihtiyacını doğuruyor. Sürdürülebilir tarım pratiklerinin desteklenmesi, bu kırılganlıkların giderilmesine yönelik politika adımları arasında önemli rol oynamaktadır.
- Ürün farklılaştırılması yapılarak tüketicilerin talep ettiği yeni nesil beslenme alışkanlıklarına (bağışıklık sistemini güçlendirici, yüksek proteinli, bitkisel bazlı vb.) yönelik yatırımlar çoğaltılmalı, otomasyon alanında ise proses ekipmanı ve paketleme yatırımları daha fazla ön plana çıkarılmalıdır.
- Tarımsal ve gıda ürünleri için önem arz eden soğuk zincire yönelik soğuk hava depoları ile frigorifik araç yatırımlarının genişletilmesi, bunun yanı sıra maliyet avantajı sağlayacak rota ve yük optimizasyonlarına yönelik teknolojik yatırımlarının da gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
- Perakende sektöründe de sürdürülebilirlik temasına uygun bazı tedarik zinciri/lojistik ve teknoloji yatırımlarının gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Özellikle perakende kanallara dağıtıma yönelik depo ve dağıtım merkezi yatırımları ile nihai tüketiciye/satış noktasına ulaşımı sağlayacak donanımlı araç yatırımlarının artırılması büyük önem arz etmektedir.
- Tarım teknolojilerinde hassas tarım, dijital ve veri tabanlı gelişmelere dayanarak tarım değer zincirinin tümünü kapsayan bütüncül bir dönüşüm kabiliyetinin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması gerekmektedir. Ek olarak tarla veya seraya bağımlılığı ortadan kaldıran, şehir ve kent yerleşimlerinde tarımsal üretimi mümkün kılan topraksız tarım ve dikey tarlalar gibi teknolojiler de geliştirilmelidir.
- Değer zincirinin tarla ve seralardan sonraki aşamaları olan gıda ve tarımsal ürün işleme, satış, dağıtım ve tüketim aşamalarında da kayıp ve israfları önleyen, verimlilik artışları sağlayan birçok yeni malzeme, teknoloji, yönetim anlayışı ve iş modelleri geliştirilmelidir.
- Başta kooperatifçilik olmak üzere, üreticiler arasındaki organizasyonlar güçlendirilmeli ve bunların tarım sektörüne yönelik politika belirleme süreçlerine katılımı sağlanmalıdır.
- Gıda enflasyonunun ana nedenlerinden biri düşük verimdir. Ülkemizde hisselilik, mülkiyet ihtilafı gibi nedenlerle tarımsal üretimde kullanılmayan araziler ile bazı meralar atıl durumdadır.
- Lisanslı Depoculuk faaliyetlerinin hızlandırılması gerekmektedir.
- Oligopolistik yapısını sürdüren market zincirlerine yapılan cezalar yetersiz kalmıştır. Bu durumda yapılması gereken en mühim adımlardan biri yerel marketlerin rekabet edebilirliğini korumaktır. Bu da ancak “Perakende ve Hal Yasası” ile mümkündür.
Tarımsal üretici ile nihai tüketici arasındaki kalabalık ve verimsizlik, fiyat yükselişlerine sebep olmaktadır. Aracılar o kadar çok ki aracı komisyonları, nihai ürünün fiyatını geçmektedir. Üretici kazancı aracıların altında kalınca da üreticilerin çoğu komisyoncu olmayı seçmektedir. Bu durumu bilen ve zaten birkaç tane olan (oligopol) güçlü market zincirleri de üreticileri sözleşme altına alarak minimum karlara zorlamaktadır. Piyasa mekanizmasının aksak çalışmasını giderecek “Hal Yasası”, hem anlık fiyat izlemelerini gözlemlememizi sağlayacak hem de her köşe başındaki komisyoncu trafiğini bertaraf edecektir. Böylelikle “Hal Kanunu” bir nebze de olsa üreticiyi gözetmemize ve piyasa işlerliğine katkı sağlayacaktır. Hakeza perakende yasası da öyle…
Küresel ekonomide yaşananlar, bundan sonraki dönemde bir miktar yüksek enflasyon süreci ile gelişeceğine işaret etmektedir. Bu bağlamda dar gelirli vatandaşların harcama kompozisyonu içerisindeki büyüklüğü nedeniyle gıda enflasyonu çok kritik öneme haizdir. Gıda güvenliği ve pek tabii ki gıda enflasyonu hususlarını izah etmek için kabaca dört temel noktaya değinmek elzemdir. İlki, mevsimsellik etkisi ve yetersiz rekabet nedeniyle gıda fiyatlarındaki geniş bant dalgalanmalar. İkincisi, efektif bir ürün üretim planlaması geliştiril(e)memesi. Üçüncüsü lojistik ve tedarik zinciri süreçlerindeki verimsizlikler ve son olarak da yetersiz kapasite ve verimsizlik sebepleriyle yeterli seviyede üretim oluşturulamaması. Bu sorunların bertaraf edilmesine dönük atılacak her bir adım, Türkiye’de tarım ve gıda alanındaki problemlerin büyük bir kısmını çözmeye katkı sağlayacaktır.
Tek başına bir yoğun üretim artışı, gıda ve gıda fiyatları hususundaki sorunları kökten çözmeyecektir. Doğru ve efektif üretim planı şarttır. Tarladan veya üretimden sofraya kadar uzanan bu yolculuğun tedarik zincirindeki her bir aşama ve uygulama, tek tek gözden geçirilmeli aracılık faaliyetlerinin tamamına belirli kriterler getirilerek regüle edilmelidir.
En nihayetinde bu süreç bize gösterdi ki ekonomi nasıl bir güvenlik tehdidi ise “tarım” ve “gıda güvenliği” de bundan sonraki dönemlerde ülkeler için bir silah, yaptırım gücü olacaktır. Bu sebepledir ki Gıda Güvenliği bir “Milli Güvenlik Sorunu” olarak kabul edilmeli ve bu doğrultuda eylem planları hazırlanmalıdır.