6 Şubat depremlerinin üzerinden bir yıl geçti. Türkiye, son bir yıldır hem kendi tarihinin hem dünya tarihinin en büyük felaketlerinden birinin yaralarını hızla sarmaya çalışıyor. Can kayıpları, parçalanan aileler ve bir bütün olarak meselenin insani yönü, şüphesiz en önemli konu. Ancak, bu felaketin ekonomik maliyeti, makro etkileri, yaraların ne kadar sarılabildiği ve bundan sonra yapılabilecekler de bir o kadar önemli. Aynı zamanda, Türkiye nüfusunun yüzde 71’i ve topraklarının da yüzde 66’sı hâlâ 1. veya 2. deprem kuşağında bulunuyor. Bu yüzden de deprem konusu, öncelikli bir konu olmaya devam edecektir.
Türkiye’yi sarsan 6 Şubat’taki ikiz depremlerin hem 2023 hem 2024’te bütçe açıklarını büyütmesi, yeni finansman ihtiyacı oluşturması ve mali baskı oluşturması bekleniyordu. Öte yandan, mevcut borçlanma maliyetleri göz önüne alınırsa, oluşabilecek bütçe açıkları ve yeni borçlanmaların maliyetlerinin de çok yüksek olacağı muhakkaktır. Bu açıdan, Türkiye ekonomisini ve bütçe dengelerini zorlayan yeni bir süreç yaşıyoruz. Bu yeni dönemde, bir taraftan depremin yaraları sarılmaya çalışılıyor, öte yandan yeni depremlere direnç ve afetlerle mücadele kapasitesinin, kurumsal kalitenin artırılması; diğer yandan da merkez bankasının temel önceliği fiyat istikrarı hedefinin de desteklenmesi amaçlanıyor.
Maliyet ve Makro Etkiler
Depremler, doğrudan veya dolaylı olarak neredeyse tüm makroekonomik göstergeleri etkilemektedir. Her şeyden önce 6 Şubat depremlerinin hemen ardından, ülke genelinde elektrik tüketiminde gözlenen yüzde 11’lik düşüş, deprem bölgesinin ülke ekonomisi içindeki resminin çekilmesi açısından önemli bir veridir. Daha spesifik olarak da kendi hesaplamalarım, bu depremlerin ülke ekonomisine maliyetinin 45 ile 150 milyar dolar arasında değişebileceğini göstermektedir. Ortalama kısa vadeli maliyeti 60 milyar dolar olmak üzere, uzun vadeli maliyetin 150 milyar dolara kadar çıkabileceğini hesaplamıştım.
Toplam maliyet noktasında, farklı özel ve uluslararası kurumların hesaplamaları da yan etkilerle birlikte 100 milyar doları geçmektedir. Öte yandan, 2023 tarihli resmi hesaplara göre ise depremlerin Türkiye ekonomisine maliyeti 104 milyar doları buldu (Türkiye’nin 1 yıllık GSYH’sinin yaklaşık yüzde 10’u). Farklı raporlar ve akademik çalışmalarda, sadece konut ve fiziki sermaye yıkımlarının zararının dahi 70 milyar doları bulabileceği tahmin edilmektedir. Bu noktadaki kendi son tahminlerim de 30 ile 70 milyar dolar arası bir rakam idi. Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın resmi rakamları, aynı zamanda, 1999’daki Marmara bölgesini etkileyen depremin maliyetinin 6 katına tekabül etmektedir. Ancak, söz konusu rapor daha uzun vadeli ikincil maliyetlerin çoğunu göz ardı etmektedir.
Depremler, tüm bu milyarlarca dolarlık yeniden inşa maliyetinin yanı sıra, ekonomik göstergeler üzerinde de etkiler göstermektedir. Nitekim, depremler Türkiye ekonomisinin yaklaşık olarak yüzde 10’unu oluşturan 11 ili doğrudan etkiledi. Daha genelde de 14 milyon insanın doğrudan etkilendiği tahmin edilmektedir (toplam nüfusun yüzde 16’sı). Bir bütün olarak ise beklendiği gibi, depremlerden hemen sonra, ekonomide daralma ve ekonomik aktivitede yavaşlama gözlendi. Örneğin, deprem bölgelerinde, yüzde 40-50’lik bir üretim düşüşünün, ulusal GSYH’yi yüzde 1’in üzerinde negatif etkilemesi beklenmektedir. Ancak, ilerleyen dönemler, ekonominin toparlanması da hızlandı.
Öte yandan, depremler, Türkiye’de büyümeyi 0,5 puan, enflasyonu ise 6-7 puan etkilemiş olabilir. Nitekim, 2022’de yüzde 5,6 büyüyen ekonominin, 2023’teki büyüme beklentisi (daha önceki yüzde 5’in aksine) yüzde 4,4 seviyesinde. Aynı zamanda, deprem öncesi ihracatın da yüzde 9’u bu bölgeden yapılmakta idi. Deprem bölgesinin 11 şehrinin toplam ihracatı 22 milyar doları bulmaktadır. Örneğin, sadece Gaziantep’in ihracatı 2022’de 11 milyar doları buluyordu. Yine de depremlerin tüm yıkıcı etkilerine rağmen, Türkiye’nin 2023 ihracatı 255,8 milyar dolar ile rekor kırdı.
Öte yandan, küresel ısınma, kur etkisi ve arz zinciri ile ilgili sorunlarla birlikte, deprem bölgesinin ülkenin tarım ve hayvancılığı içindeki yüksek payı (yüzde 15’lerde) ve depremler için yapılan harcamaların talep üzerinden oluşturduğu baskı, enflasyon üzerinde olumsuz etkiler oluşturmuş durumdadır. Görece düşük enerji fiyatlarına karşın; yüksek seyreden gıda fiyatları, kur oynaklıkları gibi maliyet etkileri ile birlikte deprem kaynaklı bu talep artışı, enflasyonu bir miktar yükseltmiş durumdadır.
Altyapı tahribatı, yollar, sağlık, elektrik, iletişim, gıda ve konut arzı başta olmak üzere; üretim kapasitesi, fiziksel yapı stoku ve sermaye, ciddi zararlar görmüş durumdadır. Bölgedeki yapıların yüzde 40’ının zarar gördüğü tahmin edilmektedir. Depremlerin meydana getirdiği yıkım ve önemli orandaki konut kaybı, bugünkü konut arz eksikliğini de daha olumsuz hale getirmektedir. Deprem bölgesinde 870 binin üzerinde bağımsız bölüm (310 binin üzerinde bina) kullanılamaz hale gelmiş durumdadır.
Cari Açık (CA), bugün yaklaşık olarak 50 milyar dolar seviyesindedir. Depremler nedeniyle, bölgeden ihracattaki gerileme ile birlikte depremlerin yaralarının sarılması ve yeniden inşa kapsamındaki ihtiyaçlar için yapılan ithalatın da bunda katkıları olduğu tahmin edilmektedir. Nitekim, doğal afetler sonrası fiziksel ve beşeri sermaye kayıplarını müteakip, CA dengesi genelde negatif etkilenmektedir.
Hükümet tarafından, birinci yıl içinde 300 binin üzerinde konutun inşasına başlandı. Toplamda da 600 binin üzerinde konutun inşa edilmesi hedefleniyor. Depremlerde zarar gören yerleşim yerlerinin yeniden inşası sürecinde onlarca milyar doların üzerinde yeni finansman ihtiyacı ortaya çıktı. Türkiye, özel sektör, sigortalar, özel birikimler, krediler, toplanan yardımlar ve kamu desteği ile birlikte uygun koşullu dış finansman sağlama girişimlerini de aralıksız sürdürüyor. Finansman ile ilgili daha önce yayınlanan farklı çalışmalar, buna yönelik uzun bir özet sunmaktadır.
Ancak, yurt içi ve yurt dışından deprem için yapılan bağış ve yardımların 10 milyar dolar seviyelerinde kalması bekleniyor. Bu yüzden de özellikle kamu harcamaları, bütçe ve borçlanma üzerinde belirleyici etkide bulunacak. Borçlanmanın getireceği ekstra finansman maliyetleri de önemli olacaktır. Özellikle bu noktaya dikkat etmekte fayda bulunmaktadır. Dış finansman noktasında da örneğin Dünya Bankası’nın vermeyi taahhüt ettiği 35 milyar dolar, hayati önem arz edecek. Dünya Bankası, önümüzdeki 3 yıllık desteğini, son olarak artı 18 milyar dolar ile toplamda 35 milyar dolara çıkardı.
Bir başka önemli finansman kaynağı örneği olarak TSKB’nin Hazine Bakanlığı garantisi ile ekonominin toparlanmasına destek ve özel sektör firmalarının yatırımlarını finanse etmek amacıyla, İslam Kalkınma Bankası'ndan sağladığı 100 milyon dolar dış finansman için de imzalar atıldı. Asya Altyapı Yatırım Bankası, İslam Kalkınma Bankası ve Avrupa Yatırım Bankası gibi kurumlardan sağlanan finansmanın deprem yaralarının sarılması ve kentlerin yeniden inşasına katkı amacıyla altyapı ve öncelikli sektörler ile birlikte; özellikle de ihracatçı firmalara, tarım ve gıda projelerine yönlendirilmesi önceliklendirilmektedir.
Bütçe ve Planlama
Enflasyonla mücadelenin maliye tarafı ve depremlerin yaralarının sarılması, yeni dönem bütçe hedeflerinin de önemli öncelikleri arasındadır. Nitekim, son dönemin görece yüksek bütçe açıklarının merkezinde de büyük ölçüde sosyal harcamalar ve deprem harcamaları yer almaktadır. Son açıklanan verilere göre de 2023 bütçesinde 1,37 trilyon TL açık geçekleşti. Ancak, Orta Vadeli Program’da (OVP) da TL bazında 2023 bütçe açığı tahmini 1,63 trilyon lira, 2024 için ise 2,65 trilyon lira idi.
2023 için depremler öncesi belirlenen bütçe açığı tahmini ise 660 milyar TL idi (GSYH’nin yüzde 3,5’i). Ancak, deprem harcamaları ile birlikte bu rakamın 1 trilyon TL’yi rahatlıkla aşması (GSYH’nin yüzde 5’in üzerine çıkması) bekleniyordu. 2023 bütçe açığı/GSYH oranı gerçekleşmesi ise yüzde 5,4 ile yüzde 6,4’lük OVP hedefinin de altında gerçekleşti. Deprem harcamaları hariç tutulduğunda ise bütçe açığı GSYH oranı yüzde 1,7 ile yüzde 3’lük Maastricht kriterlerinin altında. Depremlere rağmen, bu pozitif bütçe gerçekleşmelerinin temel sebebi olarak ise artan gelirler ve kayıt dışı ile mücadele adımları gösterilmektedir.
Tüm bu nedenlerle depremlerin maliyetlerinin ezici bir çoğunluğu, kamunun üzerinde kalacak gibi görünmektedir. Harcamalar ile birlikte, özellikle vergi gelirlerindeki düşüşler ise (deprem bölgelerinden vergi toplanamaması gibi nedenlerle), depremlerin makro etkilerinin oluşmasında belirleyici olacaktır. Nitekim, toplam vergi gelirlerinin yüzde 5’i ile yüzde 7,5’i arasında bir kısmı deprem bölgesinden gelmekte idi.
2023’te depreme ayrılması planlanan bütçe 762 milyar TL iken, gerçekleşen harcamalar ise 950 milyar TL oldu (GSYH’ye oranı yüzde 3,7). 2024’te ise deprem harcamaları için 1 trilyon 28 milyar TL (GSYH’nin yaklaşık olarak yüzde 2,5’i) kaynak ayrılması hedeflenmektedir. OVP’de de 2023 sonunda bütçe dengesinin 1,63 trilyon TL açık vermesi bekleniyordu:
- Bütçe açığı/GSYH tahmini 2023 ve 2024 için yüzde 6,4. TL bazında da 2023 bütçe açığı tahmini 1,63 trilyon lira, 2024 için 2,65 trilyon lira olarak tahmin edildi.
- 2023’te depreme ayrılan bütçe 762 milyar TL, 2024’te de 1 milyar TL olarak planlandı. OVP boyunca 3 yılda toplam, 3 trilyona yakın kaynağın afet yaralarının sarılması için kullanılması planlanmaktadır.
Deprem harcamaları haricinde, mali disipline büyük önem verildiğinin altı çizilmektedir. OVP’de de depremlerin ortaya çıkardığı maliyetler göz önüne alınarak, para politikası ve yapısal dönüşümler ile birlikte deprem harcamaları hariç mali disiplinin sağlanması amaçlanmaktadır. Yeni dönemin esas sorusu ise yıkımların yeniden imarı ve kısa bir toparlanma sürecinden sonra, bu depremler ekonomide hızlı bir yenilenme ve canlanma getirebilir mi? Nitekim, geçmiş tecrübeler, deprem sonrası ilk aylardaki (sınırlı ve yönetilebilir) negatif etkileri müteakip; sonraki dönemler adım adım toparlanma, pozitif büyüme ve yeni bir momentum kazanılmasının beklenmesi gerektiğini de göstermektedir.