Afganistan, ABD’nin 20 yıllık askeri varlığını sonlandırma kararı sonrasında, belirsizlikleri kucaklamaya hazırlanıyor. ABD’nin Afganistan’dan çekilmesiyle birlikte bir yandan Afgan hükümetinin kazandırılmış kapasitesinin diğer taraftan ABD ile masaya oturmuş Taliban’ın niyetinin anlaşılması bağlamında eşik noktasına yaklaşılmakta. ABD’nin çekilmesini tamamlayacağı 11 Eylül 2021 günü ve sonrasında tecrübe edilebilecek senaryolar merak uyandırırken, Türkiye’nin Afganistan’da üstlenebileceği misyon, önümüzdeki yılın gündemini şekillendirebilecektir. Bu çalışmada, Afganistan’daki durum tarihi süreçten başlayarak ele alınacak ve Türkiye’nin Afganistan’daki misyonuna yönelik değerlendirmeler sunulacaktır.
Afganistan Tarihine Kısa Bir Bakış
Afganistan ile ilgili literatür tarandığında zihinlerde “kadim” olma niteliği derin bir iz bırakmaktadır. Orta Asya’nın güneyinde Asya kıtasının geçiş noktası olan ve Hindikuş Dağlarının geçilmez zirveleri ile alt Asya bölgelerini birbirinden ayıran Afganistan, çok kültürlü, çok dilli ve özünü yaşamaya devam eden bir ülke olarak saflığını korumaktadır. Kendi kültürlerinin zenginliğini halen yaşamaya devam eden otuzun üzerinde etnik grup, Afganistan’a savaşların ve kitlesel göçlerin hediyesidir. Böyle bir demografi ve coğrafya, doğal olarak transit ülke konumundaki Afganistan’ı “el atılması” gereken bir diyar haline sokmuştur.
“Büyük Oyun”un Merkeziydi
Afganistan’a yönelik ilk modern küresel mücadele, Rus Çarlığı ile Britanya arasında “Büyük Oyun” adı altında cereyan etmiş, Afganistan’ın Orta Asya ve Hindistan’da tesis edilen Rus-İngiliz nüfuz bölgeleri arasında tampon bir devlet olmasına neden olmuştur. Ancak Britanya’nın bir türlü elini çekmediği Afganistan, 1918’deki Afgan-İngiliz savaşı sonrasında özgürlüğünü kazanmış, fakat İngilizlerin Afgan savunma ve dış ilişkilerini teslim etmeye soğuk bakması nedeniyle, ülke barışa kavuşamamıştır. Afgan Kralı Emanullah Han’a karşı Afgan halkının çok kültürlülüğünü istismar etmeye çalışan Britanya, Hindistan’ın güvenliğini Afganistan’daki güvensizliğe endekslemiştir. Nitekim Emanullah Han’ın Türkiye dahil Avrupa’ya yaptığı “Büyük Tur”, uluslararası tanınırlık ve modernleşme çabalarına sahne olurken, Britanya’nın Afganistan’daki kumpası, Emanullah Han’ı tahtından etmiş ve kral İtalya’dan aldığı fahri vatandaşlık ile İtalya’ya sürgüne gitmiştir.
Türkiye İle İlişkileri Kurtuluş Savaşı’na Uzanıyor
Afganistan bu kapsamda 1920’lerden itibaren Türkiye ile yakın ilişkiler tesis etmiş, Britanya saldırganlığına karşı Türkiye ile kader birliği yapmıştır. Nitekim Türkiye de Afganistan’dan gelen sese kulak vermiş, Sakarya Meydan Muharebesi hazırlıkları devam ederken Afganistan’a subay, öğretmen, doktor ve hukukçu gönderip yardım eli uzatmıştır. Emanullah Han’ın devrilmesiyle, Türkiye’nin Afganistan’daki faaliyetleri ivme kaybetmiş ancak yok olmamıştır. Ancak İkinci Dünya Harbi’nde Türkiye’nin savaştan uzak kalma politikası içe kapanmasına yol açarken, Afganistan Almanya’nın Britanya aleyhine girişimlerine tanıklık etmiştir. Savaş sonrası dönemdeyse Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde komünist ideolojiyi perçinleyen Sovyetler Birliği, Afganistan’a önce ideolojik olarak sızmış, koşulların olgunlaşmasıyla 1979’da işgal etmiştir. Afganistan’da Sovyet işgali mücahit direnişine yol açmış, komünizme tepki şeklinde dinin meşru hükümleri üzerinden işgal defedilmiş ancak ortak düşmanın geri çekilmesi sonrası mücahitlerin kendi aralarında acımasız bir iç savaş yaşanmıştır.
Geleneksel bağlamda Afganistan’a ilgisini canlı tutan Pakistan ile Sovyetleri “çevreleme” kapsamında açık denizlerden uzak tutmaya çalışan ABD, Sovyet işgaline karşı Pakistan’da göçmen olan Afganlılara ilgi duymuştur. Afganistan hududuna yakın bölgelerdeki medreselerde Afgan gençleri tedrisattan geçirilmiş ve örgütlenmiştir. Radikal öğretilerle motive olmuş Taliban, mücahitlerin kendi aralarındaki iç savaştan zarar görmüş olan sivil halka umut vermiş ve kısa sürede ülkenin üçte ikisini ele geçirmiştir. Taliban, Sovyet işgalinde kendini Afganistan’da konumlandırmış El Kaide gibi terör örgütlerine ev sahipliği yapmış, 11 Eylül saldırıları sonrasındaysa El Kaide’nin ülkeden çıkarılması telkinini reddedince, kısa sürede Amerikan işgali gerçekleşmiştir.
ABD İşgalinin Getirdikleri ve Götürdükleri
Yaklaşık yirmi yıl sürecek ABD askeri varlığı, Afganistan’a huzur getirmemiştir. ABD, devlet inşa süreciyle Afganistan’da anayasa yazılması ve seçimleri başarmış ancak sahadaki uygulamalar, muhaliflerin argümanlarını güçlendirmiştir. Bu kapsamda Afgan halkı nezdinde ABD’ye duyulan sempati zaman ilerledikçe kaybolmuştur. ABD Başkanı Obama’nın 2012’de, 2014 itibarıyla çekilme kararını açıklaması sonrasında, Afgan halkı, Taliban ve diğer muhaliflerin tekrar güç kazanmasıyla bir güven kaybı yaşamıştır. Öte yandan ABD’nin 2006’dan itibaren NATO’ya devrettiği “güvenliğin sağlanması sorumluluğu” da istenen neticeyi vermemiştir. Afgan güvenlik kuvvetlerinin muhalif örgütlerle mücadele kapasitesi kazandığına yönelik Amerikan argümanı, NATO’nun Amerikalı komutanları tarafından sıklıkla dillendirilirken, ABD Taliban ile önce 2012’de sonra 2020’de örtülü görüşmeler yapmaya başlamıştır. Bu durum doğal olarak Afgan hükümetlerinde ve halkında hayal kırıklığı meydana getirmiştir.
Afganistan’da İstikrar Mümkün mü?
Afganistan’da etnik zenginliğin rekabete dönüşmesiyle birlikte barış ve istikrar çabaları sönük kalmaya başlamıştır. İstismara açık çok-etnisiteli toplum yapısı, hem iç mücadeleleri kolaylaştırmış hem de güç paylaşımındaki kişisel anlaşmazlıkları bir anda etnik sorun haline getirebilmiştir. Ancak Hamid Karzai tarafından etnik dengenin gözetildiği yönetim yapısı, etnik mücadeleyi yatıştırmış ve normalleşmeyi günümüze kadar taşıyabilmiştir. Ancak Taliban veya diğer muhalif unsurların güç kazanması halinde etnik rekabetin tekrar vücut bulması mümkün görünmektedir.
Muhalif unsurların, ABD’nin geri çekilmesinin tamamlanmasıyla birlikte intikam alma yarışına girmesi beklenmektedir. Nitekim Pakistan hududuna yakın bölgelerde ilçeleri ele geçiren Taliban yanlısı gruplar, devlet kurumlarını yağmalamış ve bazı devlet görevlileri ile vatandaşları infaz etmiştir. Mevcut durum dikkate alındığında, öncelikle Taliban’ın siyasi düzlemdeki söylemlerinin, sahada ne düzeyde eyleme dönüşebileceği belirgin değildir. Nitekim Taliban içerisinde farklı silahlı grupların bölgesel bağlamda örgütlendiği bilinmektedir. Ayrıca Taliban ile iş birliği içinde olsa da Taliban’a tabi olmayan muhalif yapılanmalar mevcut olup, ABD ile yürütülen görüşmelerin bu grupları ne düzeyde bağlayabileceği meçhuldür. Ayrıca Afganistan DEAŞ’ı, El Kaide ve Pakistan kökenli terör örgütlerinin Taliban’a rağmen provokatif eylemlerde bulunması mümkündür. Sonuçta Afganistan’da halen aktif olan muhalif unsurlarla, terör örgütlerinin hiyerarşik bir bağlantı içinde olmaması, istikrar için hassasiyetler oluşturmaktadır.
Ülkenin Bilinen Ama Dillendirilmeyen Sırrı
Etnik yapının halen yönetilebilir düzeyde uzlaşıya sevk edilebildiği dikkate alınırsa, Afganistan’da geri planda zihinleri kurcalayan ve istikrarı sağlayacak olan asli faktörün uyuşturucu üretimi ve ticareti olduğu açıktır. Uyuşturucu hammaddesi ve sevkine hakim olan odakların asli güç sahibi olduğu Afganistan’da, Taliban veya meşru hükümetin istikrarı tesis etmesinde başat husus önceleri “savaş ağası” olarak isimlendirilen yerel liderlerin aralarındaki “Centilmenler Anlaşması”nın devamlılığına yönelik algılarıdır. Afganistan’da açıkça seslendirilemeyen ve bilinen “sır”, uyuşturucu odaklı kara ekonominin kimin tarafından idare edileceği ile ilgilidir. Uyuşturucu geliri motivasyonu olan yerel liderler yanında organize suç örgütleri, istikrara meydan okuyabilecek belirgin yapılardır. Taliban’ın uyuşturucu üretimine ve ticaretine yönelik katı karşıt tutumu dikkate alınırsa, ABD geri çekilmesi sonrası, iç istikrarın hassas bir yapıda olabileceği, organize suç örgütlerinin yerel liderlerin güdümünde kendi etkinlik alanlarını korumak isteyebileceği anlaşılmaktadır.
Toplum yapısının istikrara etkisinin ayrıca ele alınması gerekmektedir. Afgan toplumu, bilinenin aksine radikal bir hüviyete sahip değildir. Ancak ataerkil toplum yapısının özellikle kırsalı şekillendiren karakteri, Taliban benzeri muhalifleri, toplumu kendine özgü argümanlarla kontrol kıskacına almaya itmiştir. Çok kültürlü toplum yapısının bir sonucu olarak radikalleşmiş örgütler; kadın hakları, eğitim, yerel ekonomik faaliyetler gibi alanlarda kısıtlayıcı tavırlarını keskinleştirebilmektedir. Böyle bir yapı, toplumun farklı katmanlarında düşük profilli sosyal çatışmaları gündeme getirebilmektedir. Öte yandan bazı muhaliflerin “kız” okullarına silahlı saldırı gerçekleştirdiği dikkate alınırsa toplumsal gerginliğin sadece siyasi bağlamda değil, gündelik hayat güvenliği bağlamında şekillenebileceğine işaret etmektedir.
Türkiye’nin Afganistan Misyonu
Türkiye 1920’lerden itibaren Afganistan’a ülke yardımı yapan bir ülke konumundadır. Türk dış politikasına yön veren son yirmi yılın vicdan, insanilik, insanlık, kardeşlik gibi uluslararası ilişkiler literatüründe olmayan kavramları Suriye ve Libya’dan sonra Afganistan’da yeni bir sınav verecektir. Eğer yeni kavramlar Afganistan’da geçerliliğini koruyabilirse, Türkiye’nin özgül diplomatik ağırlığı artabilecektir. Ancak bahse konu ideale ulaşmak ön hazırlığa ve koşullara tabidir.
Türkiye’nin Afganistan’da konuşlanmasını sadece Kabil havalimanına tahvil etmek yanıltıcı bir çıkış noktasına sabitlenmek anlamına gelmektedir. ABD’nin geri çekilmesi sonrasında, Afgan toplumunun iç barışı ve istikrarı, siyasi arabuluculuğa, toplumsal tekamüle, ekonomik gelişime ve Türkiye’nin misyonunun yerel aktörlerce kabullenilmesine bağlıdır. Örnek vermek gerekirse Afganistan’dan Türkiye’ye uzanan ve ticareti canlandırmak için tesis edilen Lapis Lazuli koridoru Türkiye ile endeksli Afgan beklentilerini somutlaştırmıştır. Diğer bir ifadeyle Türkiye, Afgan hayalinde ulaşılması gereken pazar olarak belirmiştir. O halde Türkiye’nin Afganistan’a katkısının çok yönlü olması, diğer bir ifadeyle Türkiye’nin misyonunun askeri nitelikten öte sivil kapasiteye bağlı olup Kabil ile sınırlandırmak yanlış olacaktır.
Türkiye’nin Afgan misyonuna, öncelikle ABD’nin belirgin kabiliyetlerle destek vermesi gerekiyor. Bu çerçevede Türk askerinin ve diğer sivil kuruluşlarının güvenliğine yönelik teçhizatın tedariki, ihtimaller planlarına yönelik hazırlık yapılması ve sahadaki faaliyetlerin maliyetinin paylaşılması, öncelikli konu başlıkları olarak ortaya çıkıyor. Ayrıca Afganistan’daki istikrar veya istikrarsızlıkla kendi güvenliğini ve çıkarlarını örtüştüren ülkelerle eş güdüm de önem kazanmaktadır. Çin’den İran’a kadar uzanan hududuyla Afganistan, hem komşu ülkelerin hem de küresel güçlerin yakın markajında olacak. Bu nedenle ABD, geri çekilmesiyle koordineli olarak üçüncü taraflar nezdinde Türkiye’ye destek vermek durumundadır.
Afganistan, çatışmalarla özdeşleşen makus talihini, kadim kültürüyle aşmak istemektedir. Afgan halkının medeni bir hayat sürmesi ve Afgan toplumunun özgün gelişiminin sağlanması ancak barış, uzlaşı ve istikrar ortamının tesisine bağlıdır. Bu kapsamda ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi, Taliban ve diğer muhalif örgütlerine tavrına bağlı olarak ya bir şans olacak ya da bir felakete yol açacak. Öte yandan Afgan toplumunun hak ettiği müreffeh ortamın tesis edilebilmesi için Afgan devletinin nesnel ölçütlerle tekamülüne imkan tanıyacak devlet inşa sürecine devam etmesi de gerekmektedir. Taliban’ın ülke siyasi hayatında nasıl konumlanacağı ve Afgan hükümetiyle iş birliği veya çatışma tercihlerinden hangisine yöneleceği, belirleyici bir husustur. Böyle bir ortamda Türkiye’nin sadece Kabil havalimanı ile sınırlandırılmayacak bir misyonu benimsemesi ve iç aktörlerin tasvibi ile Afgan halkına yardım elini uzatması beklenmelidir. Ancak risklerin halen fırsatlar kadar geçerliliğini koruduğunun bilinciyle hareket edilmesi de faydalı olacaktır.