CHP’nin Kemalizm’le ilişkisi, Kemalizm’den ne kadar uzaklaştığı ve hatta Kemalizm’den kopup kopmadığı bugün hâlâ tartışma konusu. CHP, oy tabanını genişletmek ve ittifaklarını büyütmek için Kemalizm’le ilişkisini örtük bir şekilde yeniden ele almaya çalışıyor. Bu tartışmaları anlayabilmek için evvela Kemalizmin geçmişine ve bunun CHP ile olan tarihi seyrine bakmamız gerekiyor.
Kemalizm kelimesi, başlangıçta bir ideolojiden ziyade Milli Mücadeleyi destekleyenler için Batı basını tarafından kullanıldı. Milli Mücadelenin kazanılması ve Milli Mücadeleyi destekleyen kadro arasında anlaşmazlık çıkınca da Mustafa Kemal’i destekleyenler anlamında kullanılmaya başlandı. Mustafa Kemal’i destekleyenler anlamının ötesinde bir ideoloji olarak Kemalizm’in ortaya çıkışı, 1931 CHP Kurultayıyla olacaktır. 1929 dünya ekonomi buhranı, Türkiye’yi de etkilemiş ve Türkiye 1930’da Serbest Fırka’nın kurulmasıyla “güdümlü” çok partili hayata geçmeyi denemiştir. Bu deneme, Serbest Fırka’nın güdümlü olmayı aşarak büyük bir halk desteğini yakalayacağı ve CHP’nin yenileceğinin anlaşılması üzerine, Mustafa Kemal Paşanın ifadesiyle “idare ve jandarma fırkası”nın yardımıyla 1930 belediye seçimlerine yapılan müdahaleyle zarar görmüş ve Serbest Fırka kendini feshetmek zorunda kalmıştır. Birkaç aylık “güdümlü” Serbest Fırka karşında perişan olan CHP, 1931 kurultayına dünyadaki otoriter tek parti rejimlerinin müdahaleci devletçi ekonomi tezlerini esas alan bir ideolojik programla girecektir. Bugün CHP’nin parti bayrağı ve alametifarikası olan “altı ok”, yine bu ideolojiyi temsilen ortaya çıkacaktır. Kemalizm adıyla ortaya konulan bu ideolojinin içinin nasıl doldurulacağı da CHP’nin içindeki hizip ve etrafındaki aydınların temel meselesi haline gelecektir.
Katı İdeolojik Görüşün Yerleşmesi
CHP, 1930’larda hızla “parti devleti”ne evrilip, Kemalizm’i 1937’de resmi ideoloji olarak anayasaya koyarak, karşısındaki her ideolojiyi yasaklayıp, kendisi dışında teşkilatlı hiçbir yapıya izin vermeyen bir tek parti diktatörlüğüne dönüşecektir. Kemalizm’in anayasa girişine ilişkin TBMM müzakereleri, bu katı havayı göstermektedir. Osmanlı dönemi Meclis başkanlarından Halil Menteşe, “Yarın bu katı devletçilikten vazgeçmek lazım gelirse, bunu söylemek yasak mı olacak?” diye sorduğunda, “Evet yasak olacak, bunu diyen cehenneme gitsin” denmiştir. CHP içindeki birbirinden farklı hizip ve aydınlar ise Kemalizm’i tanımlayarak, kendi görüşlerini resmi ideoloji haline getirmek için mücadele edecektir. Mesela Kadro dergisinin bu istikametteki ısrarları, sonunda kendi ifadeleriyle “inkılabın hakiki sahipleri”ni kızdıracak ve Kadrocular tasfiye edilerek “zoraki diplomat” yahut “zoraki bürokrat” olacaklardır.
CHP içindeki hizip ve aydınların Kemalizm’i tanımlama çabaları, CHP Genel Sekreteri Recep Peker’in partiyi ideolojik bir çerçeveye oturtarak; devleti, partinin ideolojik denetimine alma gayretleri, CHP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ü giderek rahatsız edecektir. Bu yüzden Kadro dergisini tasfiye eden ve Recep Peker’i görevden alan Atatürk, TBMM’de yaptığı son konuşmalarda; Kemalizm’in gökten inmediğini, değişmez bir doktrin olmadığını, hayatın içinden geldiğini, dolayısıyla değişebileceğini açıklamak ihtiyacını hissedecektir. Keza Kemalizm’e kendi devletçi rengini veren İsmet İnönü’nün yerine başbakanlığa getirilen Celal Bayar tercihi de, Atatürk’ün ekonomide de bu tür ideolojik katı devletçiliğe mesafesini ortaya koymaktadır. Bu yüzden başından itibaren Kemalizm ile Atatürk arasında bariz bir fark olacaktır. Atatürk devleti ve reel politiği önceleyen pragmatik tavrıyla, katı ideolojik görüş ve aydınlardan uzak durmayı tercih edecektir.
Atatürk’ün vefatından sonra yerine gelen İsmet İnönü, dönemin havasını da yansıtacak şekilde tek parti rejimini ve CHP’nin ideolojisini daha katı hale getirecektir. İnönü bir yandan da Atatürk döneminin İstiklal Mahkemeleri uygulamalarına mesafesini dile getirecek, diğer yandan da dışlanmış siyasi elitleri kazanmaya çalışacaktır. İnönü’nün hem sertleşme hem yumuşama temrinleri, bundan sonra Kemalizm’in içinde mündemiç bir esneme ve katılaşma diyalektiğine de işaret edecektir. Kemalizm, başlangıcından itibaren ideolojiyi önceleyen aydınlarla, gücü ve devleti önceleyen bürokratlar arasındaki gerilimin yaşandığı bir zemine dönüşecektir.
İkinci Dünya Savaşı’nı Nazi Almanya’sının kaybedeceğinin belli olması ve Sovyet Rusya’nın Türkiye’ye yönelik tehditleri karşısında İsmet İnönü, çok partili hayata dönmeye karar verdi. CHP’nin çok partili hayata dönme kararı, tek parti ve parti devleti ideolojisi olarak teşekkül eden Kemalizm üzerinde dolaylı bir yumuşatıcı etki yaptı. Ancak Kemalizm’in resmi ideoloji statüsü ve parti devleti uygulamasıyla açık bir yüzleşme, ne CHP içinde ne de Demokrat Parti iktidarında gerçekleşti. Bu dönemde Kemalizm bir tür “askıya” alındı, hatta zaman zaman Celal Bayar Kemalizm’i değil ama Atatürk mitini kullanarak İsmet İnönü’yü sıkıştırmayı denedi. Kemalizm’in bu askıya alınma süreci, daha sonraki kimi dönemlerde de başvurulacak bir yönteme dönüşecektir.
Demokrat Parti döneminde, çok partili hayata dönüş ve tutmayan inkılaplar üzerinden toplum üzerinde bir “mecburi kültür değişmesi”nden vazgeçilerek “serbest kültür değişmesi”ne geçiş, bilhassa bürokratik tahakkümü sona erdirdi. Bürokratik zümrelerin maddi ve manevi güç kaybı, Demokrat Parti’ye ve çok partili hayata karşı bir reaksiyonu ortaya çıkardı. Bürokratik zümrenin reaksiyonunun ideolojik kisvesi, Kemalizm olarak ortaya çıktı. CHP böylece askıdaki Kemalizm’i yeniden keşfetti ve Kemalizm 27 Mayıs darbe koalisyonunun ortak ideolojisi haline geldi. Bu ortak payda, kısa zaman içerisinde darbe koalisyonunun anlaşmazlık ve ihtilafının dile getirildiği bir ideolojik kırılmaya da yol açacaktır. Kemalizm artık CHP’nin tekelinde değildi. CHP’den özerkleşen darbeci bürokratik zümre de zamanla kendi içinde Kemalizm’in ne olduğu konusunda ihtilafa düştü, darbeci gruplar bu iddialarla birbirlerini tasfiye ettiler. Bu iş öyle içinden çıkılmaz hale gelmişti ki, darbecilerin karargâhına dönüşen Harbiye’de, “Mustafa Kemalci” ve “İnönücü” taburlar birbirlerine silah çeker hale geldiler. Kemalizm giderek, sosyalizmden ve Arap ülkelerindeki Baasçılıktan etkilenen radikal bir kesimin ideolojisi haline gelmeye başladı.
Atatürkçülük Dönemi
Bu dönemde Kemalizmin dışında bir “Atatürkçülük” ideolojisi ortaya çıkmaya başladı. Böylece Atatürkçülük üzerinden darbecilikten ve katı ideolojik çerçeveden farklılaşan yeni bir Kemalizm tanımı yapılmaya çalışıldı ve nihayetinde bu anlayış hem devlet hem de CHP içinde hakim oldu. CHP, 1960 sonrasında ortanın solu tartışmalarıyla yeni bir ideolojik zemine doğru yöneldi. Bu hamle, CHP içindeki katı Kemalistlerden sert tepki gördü, Yakup Kadri gibi Kadro dergisini çıkaran isimler dahi CHP’den ayrıldılar. CHP içerisindeki bu ideolojik ihtilaf uzun zaman devam etti ve sonunda CHP içinden Cumhuriyetçi Parti, Güven Partisi ve ikisinin birleşmesinden Cumhuriyetçi Güven Partisi (CGP) adıyla Türkiye’nin oy itibarıyla beşinci partisi olacak bir parti dahi çıktı. İlginçtir bu partinin ideolojisi, 12 Eylül darbesinin ideolojisini haber veriyordu. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerinin tamamı bu ideoloji kisvesiyle ortaya çıkmakla beraber, bu darbelerin hepsinin ortak paydalarının yanında farklılık ve birbirlerine yönelik eleştirilere bakınca Kemalizm’deki kırılmalar da daha net görülebilecektir. CGP’nin Genel Başkanı Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu’nun 12 Eylül darbecilerinin son ana kadar Başbakan adayı olması da ayrıca manidardır.
Ortanın solu hareketinin içinden gelen Bülent Ecevit’in CHP içerisindeki yükselişi de bu ihtilafla uyumluydu. Ecevit ve etrafındaki kadro, bürokratik zümrenin tahakküm ideolojisi haline gelmiş Kemalizm’i ve bu sefer Atatürkçülüğü de eleştirecek bir sol halkçılığı savunuyorlardı. Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü Türk modernleşme hareketlerinin genel çerçevesinde değerlendiren Ecevit ve Mülkiye cuntası denilen grup, ideolojik halkçı bir muğlaklığı temsil ediyordu. Bu da CHP içerisinde Kemalist, Atatürkçü damarlardan sonra üçüncü ana damarı temsil ediyordu.
CHP içerisinde yer etmiş bir başka ana damar da, Türkiye’de 1960 sonrasında etkinleşen solun etkisiyle gelişen Avrupa sosyal demokrasisini örnek alan bir damardır. Bu zayıf sosyal demokrat damar dışında ve daha güçlü bir damar da, yine 1960 ve 1970’lerdeki radikal sosyalizmin türlü renklerinin CHP’ye yansımasının tezahürü sol/sosyalist grup ve kişilerdir.
CHP içinde zikredilmesi gereken bir başka önemli damar ise 1960 sonrasında Alevi partisi olarak bilinen Türkiye Birlik Partisi’nin zamanla CHP içine doku nakliyle yerleşmesidir. Bu damarın parti içi iktidar mücadelesinde çok ciddi bir güce sahip olduğunu, CHP Kurultaylarında ve bilhassa Kemal Kılıçdaroğlu döneminde kamuoyu yakından görme imkanına sahip oldu.
CHP’nin üçüncü Genel Başkanı Bülent Ecevit, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra hizipleşmeleri ve radikal sol damarın etkinliğini ileri sürerek CHP’yi terk edip, Demokratik Sol Parti’yi kurdu. Ecevit’in 1970’lerden itibaren savunduğu demokratik sol düşünce, CHP’nin hizipçi teşkilat yapısından, seçkinci aydın bürokrat geleneğinden, muğlak ideolojisinden, inançlara saygısız laiklik anlayışından kopuşu temsil ediyordu. Ecevit’in ayrılması CHP/SHP geleneğindeki ideolojik savrulmaları ve hizipleşmeleri giderek artırdı. İlginçtir Bülent Ecevit karşısında CHP’deki hakimiyetini yitiren İsmet İnönü de CHP Genel Başkanlığından CHP’nin Atatürkçülükten uzaklaştığını söyleyerek istifa etmiştir.
12 Eylül darbesiyle bütün partiler gibi CHP’nin kapatılmış olması, CHP’nin ideolojik yapısındaki ve teşkilatındaki dengeleri de kökten sarsacaktır. CHP’nin yerine kurulan Sosyal Demokrat Halkçı Parti’de, bu problemler çok derin bir şekilde hissedilecektir. SHP’nin içindeki radikal sol ve Kürtçü bir kanadın sosyal demokrat damarı etkisi altına alarak ağırlık kazanması, CHP’nin kuruluş değerleriyle ve giderek Atatürkçülük adını alan kuruluş ideolojisiyle ilişkisini problemli hale getirdi. Bu problemli hal, CHP’nin yeniden kurulması ve SHP ile birleşmesini takiben uzun bir hizipler mücadelesinin sonunda Deniz Baykal’ın Genel Başkan seçilmesiyle sona erdi. Bu süreç boyunca Ecevit, haklı çıkmanın avantajıyla CHP’yi eleştirmeye devam etti. Deniz Baykal bu savrulmanın karşısına savrularak CHP’yi yeniden bu sefer adına ulusalcı denilen yeni bir Atatürkçü, Kemalist ittifaka taşıdı. Vaktiyle parti dışına çıkmış olan CGP’nin yeni versiyonu, bu şekilde adeta CHP’yi yeniden ele geçirmiş oldu.
Deniz Baykal’ın FETÖ’nün bir kaset kumpasıyla CHP genel başkanlığından istifa etmesiyle CHP’de genel başkanlığa hiç de normal olmayan bir şekilde Kemal Kılıçdaroğlu geldi. CHP içindeki ideolojik sarkaç, yeniden harekete geçti. Sarkaç bu sefer çok güçlü bir şekilde ulusalcı, Kemalist, Atatürkçü denilen damarları etkisizleştirdi ve zamanla da ezdi. Kemal Kılıçdaroğlu, Deniz Baykal’ın tasfiye ettiği blokun bir temsilcisine dönüştü. Batıya karşı milli egemenliğin “bağımsızlıkçı” boyutunu savunmayı tamamen bırakarak, Batı ittifakının muti bir üyesi olmayı tercih edip, Atatürkçülüğün bugün belki de savunulabilir en makul boyutunu dahi terk etti.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun da hiç beklenmedik şekilde Ekrem İmamoğlu’nun “lojistik” ve siyasi desteğiyle Özgür Özel karşısında CHP Genel Başkanlığını kaybetmesiyle yeniden ulusalcılığın ve Atatürkçülüğün dönüp dönmeyeceği merak konusu oldu. Özgür Özel’in siyasi dilinden dolayı CHP içinde ve Atatürkçü çevrelerde bir ölçüde böyle bir beklenti vardı. Ancak 31 Mart 2024 seçimlerinde DEM Partiyle kent uzlaşısı adı altında yapılan ittifak, CHP için Kemalizm’in yine aksesuara dönüştüğünü yeniden açıkça gösterdi. CHP için Kemalizm, artık partiye yön gösteren bir ideoloji veya pusula değil, sadece parti içi dayanışma ve merasimlerde kullanılan folklorik ve sembolik bir parti geleneğine dönüşmüş durumdadır. CHP’de yeniden “askıya alınmış Kemalizm”den bahsedebiliriz. Bakalım tarih, CHP içindeki Kemalizm yahut Atatürkçülük sarkacını yeniden harekete geçirebilecek mi?