Jeopolitik konumu, siyasi, sosyal ve kültürel yapısıyla Afrika’nın dikkat çeken ülkelerinden biri olan Sudan’da 2018’in son günlerinde başlayan halk isyanı, ülkeyi düzlüğe çıkaramadığı gibi, büyük bir felaketin de eşiğine sürükledi. El-Beşir yönetiminin düşürülmesinin ardından peş peşe gelen darbe girişimleri, yaşanan taht kavgaları Sudan halkını asrın felaketi sayılabilecek insani bir krizle karşı karşıya getirdi. Bu krizin tehlike boyutunu ortaya koyabilmek için yaşanan darbeler sürecini kısaca özetlemekte fayda vardır.
Ömer el-Beşir Yönetiminin Düşürülmesi Kaosun Başlangıcı Oldu
Yıllarca süren iç savaşların ardından ülkenin 2011’de ikiye bölünmesi, devletin en önemli gelir kaynağı olan petrolün güney bölgesinde kalması, ABD tarafından uygulanan ambargo vb. sebepler, ekonomide arzulanan düzelmenin sağlanmasını engellemiştir. Ambargo ve dış ticaret açığı, dövizde büyük bir daralma oluşturmuştur. Ülkede yaşanan ekonomik sıkıntı, Ömer el-Beşir yönetimini temel tüketim ürünlerine astronomik oranlarda zam yapmak zorunda bıraktı. Yapılan zamlar, ülkede geniş kesimlerce dile getirilen yolsuzluk, adam kayırma vb. söylentilerle birleşince Sudan halkının öfkesi zirveye çıktı ve halk kontrolsüz bir şekilde sokaklara dökülerek Nisan 2019’da el-Beşir’i tahttan indirdi. Ne var ki el-Beşir yönetiminin düşürülmesi, ülkede ekonomik anlamda bir düzelme sağlamadığı gibi Sudan’ı tarihinin en kritik istikrarsızlıklarından birine sevk etti. Darbenin üzerinden 4 yıl geçmesine rağmen, ülkede bir iyileşme sağlanamadığı gibi, siyasi ve ekonomik kaos, içinden çıkılamaz bir hale gelmiş bulunuyor.
Başkent Hartum’da sokaklara dökülen halkın temel motivasyonu uzun yıllar boyunca maruz kaldığı ekonomik sıkıntılar ve yolsuzluk şayiasıydı. İsyanları yönlendiren belli bir ideolojik zemin söz konusu değildi. Sokağa dökülen halkın temel sloganı “İktidar Düşsün Yeter” idi. El-Beşir düştükten sonra neler yaşanacağı konusunda bir öngörü veya planlama söz konusu değildi. Öte yandan bağımsızlıktan sonra ülkede hep etkin konumda bulunan ordu, ipleri elinden kaçırmak istemiyordu. Mevcut iktidarın artık devam etmesinin mümkün olmadığını fark eden bazı subaylar ön alarak, yönetimi ellerinde tutmaya çalıştılar. İsyancıların sivil yönetim konusundaki ısrarlı tutumu, askeri kanadı sınırlı da olsa geri adım atmaya mecbur etti ve asker sivil karışımlı ortak bir geçiş yönetimi oluşturuldu. Devlet başkanlığı görevini ifa etmek üzere kurulan Egemenlik Konseyinde 6 asker 5 sivil üye görev aldı. Konseyin başkanlığına ordu komutanı General Abdulfettah el-Burhan, yardımcılığına ise Hızlı Destek Kuvvetleri Komutanı Mahammed Hamdan Dagalu (Hımedti lakabıyla ün salmıştır) getirildi. Egemenlik Konseyinde ağırlık askeri kanatta olsa da Abdullah Hamduk liderliğinde kurulan hükümet, ağırlıklı olarak sivillerden oluştu. Askeri ve sivil kanatlar bir bakıma zorunlu bir birlikteliğe mecbur kaldılar. Egemenlik Konseyi üyelerinin kendi aralarındaki uyumsuzluk, Konsey ile Hükümet arasındaki görüş ayrılıkları, silahlı gruplarla yaşanan anlaşmazlıklar, Sudan’ın kozmopolit yapısının doğurduğu rahatsızlıklar, bugün yaşanmakta olan krizin adeta habercisiydi.
Sivil Kanat Demokratik Bir Süreç Başlatmak Yerine İdeolojik Bir Tutuma Yöneldi
Egemenlik Konseyinde askerlerin ağırlığı söz konusu olsa da hükümeti kuran ve güçlü bir uluslararası desteği de arkasına alan sivil kanadın eline ülkeyi demokratik bir zemine taşıma fırsatı doğmuştu. Yeni kurulan bu hükümetin yolsuzlukların önüne geçeceği ve ülkede yaşanmakta olan hayat pahalılığını sonlandıracağı beklentisi hakimdi. Sudan halkı geçiş sürecinin ilk döneminde bu beklentilerle hükümete adeta sonsuz bir kredi açtı ve güçlü bir destek verdi. Ne var ki Hamduk hükümeti, halkın beklentilerini karşılama yerine küçük bir azınlığın ideolojik amaçlarını gerçekleştirmeye yöneldi. Sudan halkının kahir ekseriyeti dindar muhafazakar bir eğilime sahiptir. Dini değerler ve prensipler toplumun geniş kesimlerinde saygıyla karşılanmaktadır. Bu alanda yaşanacak herhangi bir olumsuzluğun halk nezdinde tepkiyle karşılanacağı açıktı. Ancak Hamduk hükümeti, bir geçiş hükümeti olmasına karşın altyapısını oluşturarak ülkeyi seçime götürme yerine herhangi bir anayasal dayanağı olmadan köklü değişiklikler yapmaya yöneldi.
Ülkenin köklü dini kurumlarını, Kur’an kurslarını kapatmaya çalıştı. El-Beşir dönemiyle irtibatlandırılarak pek çok iş insanının özel mülklerine el konuldu. Geçmiş dönemde göreve getirilen tüm diplomatlar, bürokratlar bir suçu olup olmadığına bakılmaksızın görevden alındı. Toplumun büyük bir kesimi İslami Harekete mensup olduğu gerekçesiyle siyasi ve ekonomik alanlardan dışlandı. Hükümetin bu ideolojik tutumu, dindar halkta büyük bir rahatsızlığa yol açtı. Üstelik bu süreçte el-Beşir’le irtibatlandırılan kötü ekonomik gidişatta da herhangi bir düzelme yaşanmadığı gibi el-Beşir dönemine kıyasla çok daha kötü bir duruma gelindi. Hayat pahalılığı dayanılmaz bir boyuta ulaştı. İnsanlar ekonomik anlamda el-Beşir dönemini mumla arar hale geldi.
Asker Sivil Anlaşmazlığı Krizi Derinleştirdi
Sivil kanadın yönetim erkindeki etkin konumu, askerlerde başından itibaren bir rahatsızlık oluşturmuştu. Hamduk hükümetinin bu tutumu, askeri kanada beklediği fırsatı adeta altın tepsi içerisinde sundu. Zira askeri kanat, uluslararası tepkilerden çekindiği için hükümetin icraatlarına genellikle sessiz kalıyordu. Hamduk hükümetinin ortaya koyduğu bu ideolojik tutumun meydana getirdiği tepki, askeri kanada tam hakimiyet sağlama fırsatı sağladı. Hükümetin devleti yönetemediğini, ekonomiyi daha da kötü hale getirdiğini dile getiren askerler, oluşturduğu baskıyla Başbakan Hamduk’un istifa etmesini sağladı. Mevcut politikalardan ve ekonomik başarısızlıktan dolayı Hamduk’un istifası halkta da bir tepki doğurmadı. Böylece ülkede egemenlik tamamen askerlerin eline geçmiş oldu. Ne var ki bu değişiklik, Sudan yönetimini uluslararası arenada iyice yalnızlaştırdı; Sudan’a yapılan dış yardımlar önemli oranda kesildi, Sudan ekonomisinin üzerindeki baskı daha da ağırlaştı ve ekonomi iflas eder hale geldi. Hamduk yönetimindeki sivil yönetim, ortaya koyduğu ideolojik tutumla, önemli bir fırsatı heba etti ve ülkeyi sivilleştirme umudunu başka bir bahara erteledi.
Askeri Kanatta İktidar Kavgası
Sivil kanadın tasfiyesiyle ipleri tamamen eline geçiren askeri kanatta bu defa içeriden yükselen bir iktidar mücadelesi baş gösterdi. General el-Burhan Egemenlik Konseyi başkanı olsa da yüz binden fazla paralı askeri olduğu söylenen Hızlı Destek Kuvvetleri Komutanı Dagalu kendisine ölümüne bağlı, mobilizasyon kabiliyeti yüksek, orta ağırlıklı silahlarla donatılmış devasa bir askeri gücün yönetimini elinde tutuyordu. Dagalu, bu askeri gücü sayesinde büyük bir ekonomik güç de elde etmişti. Dagalu’nun, askeri ve ekonomik gücünden aldığı cesaretle kendi başına buyruk davranması, askeri kanat içerisinde büyük bir rahatsızlığa yol açıyordu. Adeta iktidar içinde iktidar görüntüsü veren icraatlara imza atan Dagalu’nun bu tutumu, onunla ordu komutanı el-Burhan arasında bir iktidar mücadelesine yol açtı. İki general el altından sürdürdükleri çabalarla pozisyonlarını güçlendirmeye çalıştılar. Dagalu’nun bu amaçla Meravi bölgesine büyük bir askeri yığınakta bulunması, bu mücadeleyi aleni hale getirdi. El-Burhan, öteden beri Hızlı Destek Kuvvetlerini orduya entegre etmek ve güvenlik güçlerindeki bu ikili yapılanmayı ortadan kaldırmak istiyordu. Bu entegrasyonun kendi gücünü yok edeceğini gören Dagalu ise buna şiddetle karşı çıkıyordu. İkili arasındaki sözlü mücadele Meravi’deki askeri yığınakla birlikte açıktan yürütülmeye başlandı. Nitekim 15 Nisan 2023’te başkent Hartum’da iki güç arasında çıkan silahlı çatışmayla durum bir iç savaşa evrildi.
Sudan İnsani Bir Felakete Sürükleniyor
Ordu birlikleriyle Hızlı Destek Kuvvetleri arasında başkent Hartum’da başlayan silahlı çatışmalar, kısa süre içerisinde yayılarak farklı bölgelere de sıçradı. Dagalu komutasındaki Hızlı Destek Kuvvetleri, hızlı mobilize olabilen ve daha önce Darfur bölgesinde silahlı gruplarla girdiği çatışmalarda önemli bir tecrübe edinen bir güç. Sokak savaşında düzenli orduya kıyasla da daha deneyimli. Bu yüzden ordu birliklerine karşı verdiği mücadeleyi şehir merkezlerine taşımaya çalışıyor. Ordu birliklerinin meskun mahallerde geniş bir manevra alanına sahip olmaması, sivil kayıplar verdirmekten kaçınmaya çalışması gibi sebepler ordunun bu isyancı güçle baş etmesini zorlaştırıyor. Nitekim çatışmaların üzerinden 4 ay geçmesine karşın ordunun hala net bir zafer elde ettiği söylenemez.
İç savaşın daha çok şehir merkezlerinde olması bir felakete yol açıyor. Çatışmalarda kamu binaları, yollar, havayolları, devlete ait mallar, üniversiteler, iş yerleri acımasız bir şekilde talan edildi. Savaşın bir tarafı olmayan sivil insanların evleri de yağma ediliyor. İsyancı militanların gerçekleştirdiği talanların yanı sıra ülkede hırsızlık da baş gösterdi. Başkent Hartum ve Darfur bölgesindeki bazı şehirlerde insanların evlerinin büyük bölümü tahrip oldu. Yaklaşık 3 milyon insan can korkusuyla evlerini terk etti. Ülke içinde ve ülke dışına büyük bir göç hareketliliği yaşanıyor. Güvenlik kaygısıyla evlerini terk edenler ya ülke içinde çatışmaların bulunmadığı şehirlere ya da daha güvenli buldukları Libya, Mısır, Suudi Arabistan, Eritre, Etiyopya, Çad, Orta Afrika ve Güney Sudan gibi komşu ülkelere göç etmiş durumdalar. Sudan zaten bir göçmen ülkesi durumundaydı. Darfur’daki olaylardan dolayı 2 milyona yakın insan mülteci kamplarında çok zor koşullar altında yaşam sürüyordu. Şimdi bunlara milyonlarca insan daha eklenmiş bulunuyor. Gerek kamplarda ve gerekse evlerinde yaşamakta olan insanların büyük bir felaketle yüz yüze kaldığı şüphesizdir. Birleşmiş Milletler Teşkilatı 25 milyon insanın açlık tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu ifade etmektedir.
Savaştan dolayı ülke ekonomisi tamamen çökmüş vaziyettedir. Üretim durduğu gibi ülkedeki yabacı yatırımcılar da tümüyle ülkeyi terk etmişlerdir. Sözgelimi Hartum’da bulunan yaklaşık 4 bin civarındaki Türk vatandaşı iş yerini veya çalışmakta olduğu işini bırakarak Türkiye’ye dönmüştür. Görüştüğümüz bazı kişiler Türklere ve diğer ülkelerin vatandaşlarına ait hemen tüm iş yerlerinin talan edildiğini ifade ettiler. Ülkede yaşanan tahribatın savaş bitse de uzun yıllar eski haline döndürülemeyecek bir boyuta ulaştığı söylenmektedir. Ülke, yerel yatırımlarını kaybettiği gibi dış yatırımcıları da tamamen kaybetmiştir. Milyonlarca insan işini veya iş yerini kaybetmiş bulunmaktadır.
Uluslararası toplumun bir an önce Sudan konusunda gerekli adımları atması şarttır. Aksi halde bu felaket, bölgeyi topyekun bir istikrarsızlığa mahkum edecektir.