1991’de Sovyet Birliği’nin dağılmasıyla, Soğuk Savaş döneminin “nükleer silahlarının” sağladığı dehşet dengesine dayanan iki kutuplu sistem geride kalmış, 2000’lerin ilk yıllarına değin ABD merkezli tek kutuplu yapı süregelmiştir. Ancak günümüz uluslararası sistemi bahsedilen iki yapıdan da farklı olarak; ABD’nin ana belirleyiciliğinin azaldığı, bölgesel güçlerin (yükselen güçler de buna dahil) etkisinin daha fazla hissedildiği bir yapıdadır. Küresel düzeyde norm olarak “liberalizmin” ciddi irtifa kaybettiği ve realist akılla milliyetçiliğin yükseldiği felsefi tabanda devletler; daha başına buyruk, uluslararası olmaktan çok ulusal hale gelmekte ve özellikle milli güvenlik konusunda tecridi davranmaktadır. Bu haliyle anarşik olan uluslararası sistemde; üçten fazla devletin kendi çeperlerinde güçlendiği ancak çok kutuplu değil “çok merkezli” bir yapıyla devinime devam edilmekte, dünya düzeninden ziyade bir düzensizlik ön plana çıkmaktadır.
Çok merkezli uluslararası sistemde “jeopolitik güç aksı” özellikle ekonomik dinamiklerde, ABD-Batı hattından uzaklaşarak Asya’ya doğru kaymış, tabii olarak Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri’nin jeopolitik bağlamı da önem kazanmıştır. Bu önemin tezahürü şu şekilde tahlil edilebilir; Çin’in Kuşak-Yol Projesi’nin Batıya açılan kolu, Rusya’nın enerji arz ettiği, nüfusunu bulundurduğu etki alanı ve ABD ile AB’nin hem Rusya’yı durdurmak hem de Çin’i çevrelemek adına planladığı bütün proje ve yapılanmalarının odak noktası Orta Asya jeopolitiğidir.
Orta Asya’nın önem kazanan jeopolitiğinde 200 yılı aşkın hüküm süren Rusya’nın etkisi, günümüzde değişen dinamiklerle farklılaşmaktadır. Doğu Avrupa üzerinden gelen tehditlere karşı tarihi bir algısı bulunan Rusya’nın günümüzde Ukrayna ile giriştiği savaşla birlikte güney sınırlarına karşı hassasiyeti artarken, bu bölge üzerinde baskılama/yatıştırma ikileminde kalmaktadır. Ana hatlarıyla sistem ve bölgesel düzeylerde açıklamaya çalıştığımız mevcut durumda; Rusya’nın Orta Asya’daki (y)etkisinin Türkistan için olumlu ve olumsuz yönleri ile bölgenin selameti adına Türkiye’nin alabileceği rolleri analiz etmek gerekmektedir.
Rusya (Y)etkisi
“Ol yergerü barsar, Türük bodun ölçeti sen!
O yere doğru gidersen (ey) Türk halkı, öleceksin!”
Kül Tigin Yazıtı (Güney-8)
Sovyetler Birliği’nin ardından ortaya çıkan jeopolitik güç boşluğu, Rusya’nın Orta Asya’daki etki alanını da oldukça daraltmıştır. Bölge ülkeleri Sovyet Rusya ile yaklaşık 70 yıllık birlikteliği ortadan kalkıp bağımsızlıklarını kazanınca bir domino etkisiyle bütün ekonomik düzenleri çökmüş, bu ekonomik kopuş ve çöküş aynı şekilde Rusya’yı da etkilemiştir.
Ekonomik çöküşün bölgede oluşturduğu istikrarsızlık, sınır çatışmaları, etnik anlaşmazlıklar, yerel ayrılıkçı hareketler, Rusya’nın sınırları dışındaki vatandaşlarını koruma çabası, Sovyetler Birliği döneminden kalan kitle imha silahlarının bölgedeki varlığı gibi meseleler, 1990’larda Rusya’nın ulusal güvenliğinin nerede (coğrafi olarak) başladığına dair çeşitli tartışmalara yol açmıştır. Bu bağlamda Rusya, Orta Asya üzerinde siyasi, ekonomik ve güvenlik odaklı politikalar üretmeye çalışmış, bağımsızlığın ilk yıllarında (1993) yayınladığı doktrinde Orta Asya’yı da “yakın çevre” olarak tanımlamıştır.
Siyasi politikalar Rusya’nın öncüllüğünde kurulan Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT), çerçevesinde uygulanmaya başlanmış, Sovyetler Birliği sonrası ilk düzen kurma çabaları kendini göstermiştir. Rusya’nın yayınladığı bütün Ulusal Güvenlik Strateji Konsepti, Askeri Doktrin ve Dış Politika Konsepti belgelerinde istisnasız şekilde BDT ile tam bütünleşmenin önemi vurgulanmıştır. Aynı zamanda Rusya Devlet Başkanı Putin (o dönemde Başbakan) 2011’de yayınladığı bir makalede; Avrasya’nın entegrasyonunun modern uluslararası sistemin gereklerine yönelik bir proje olduğunu belirterek, Avrupa ile Asya-Pasifik bölgeleri arasında etkin ve güçlü bir uluslar üstü birliktelik tasvir etmiş ve bu birlikteliğin ancak BDT ile sağlanabileceğini özellikle vurgulamıştır.
BDT ilerleyen süreçte konu odaklı bölünmeler sonucunda, daha az sayıda devletin katılımıyla; Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ) ve Avrasya Ekonomik Birliği (AEB) kurumları ile güvenlik ve ekonomi alt birimlerine bölünmüş, Orta Asya’nın Rusya ile bütünleşmesi üzerine faaliyetler yürütmüştür. Bütünleşme faaliyetlerinde KGAÖ’ye özel atıfla en dikkat çekici husus ise örgüt çerçevesinde kurulan kriz komisyonlarının “üye devletlerin üstesinden kendi başlarına gelemedikleri durumlarda, örgütün olaylara müdahale etmesinin” yolunu açan maddelerin bulunması ile bağlayıcı şekilde, üye devletler üzerinde Rusya’nın askeri ve siyasi tahakkümü genişlemiştir.
Yukarıda değinilen bütünleşme faaliyetlerinin Orta Asya üzerindeki etkilerinin hangi yönde seyrettiğini açıklayacak olursak, öncelikle (olum)lanabilir tarafa dikkat çekmeliyiz. Çünkü; Orta Asya Türk Cumhuriyetleri daha önce günümüzdeki mevcut sınırları dahilinde yekpare ve bağımsız bir ulus devlet düzenini yaşamamıştır; bu nedenle de bölge üzerindeki 200 yılı aşkın Rus (y)etkisini bir anda ortadan kaldıramayacakları bir durum tabiidir.
Bölge ülkeleri, bağımsızlıklarının ilk yıllarında Rusya’nın sağlayabileceğini düşündükleri güvenlik şemsiyesi altında kalmaktan göreli olarak hoşnut kalmış olabilirler. Bu durum daha çok bölge devletleri arasındaki; “sınırlar, su kaynaklarının paylaşımı, demografik çekişmeler” gibi sorunlarda Rusya’nın belli derecelerde ara buluculuğuyla çözülmeye başlanmış, en azından bu devletlerin belirli konularda masaya oturabilmeleri sağlanmıştır.
Bölgenin güvenliğini ilgilendiren bir başka husus ise dini radikalizm ve diğer aşırılıkçı eğilimlerin faaliyetleridir. Fergana Vadisi’nin bölgenin merkezinde yer alması, bölgeden DEAŞ terör örgütüne katılımların olması dikkat çekilmesi gereken diğer konulardır. Bu bağlamda Rusya’nın güney sınırlarında bu derece tehlikeli dinamiklerin varlığına kayıtsız kalmadığı, bölge ülkeleriyle “terörizm ile mücadele” konusunda iş birliği sağladığı söylenebilir.
Ekonomik açıdan bakıldığında dikkat çekilmesi gereken ilk husus Rusya’da çalışan yaklaşık 2 milyon göçmenin büyük çoğunluğunun Orta Asya bölgesinden olduğu gerçeğidir. Bölge devletlerinin vatandaşları, Rusya’da birçok alanda iş bulabilmektedir. Ekonomi dinamiğinin diğer ayağını ise özellikle bölgenin sahip olduğu yeraltı kaynaklarının işlenmesi, dağıtılması konusunda Rusya’nın yaptığı yatırımlar oluşturmaktadır. Bu yatırımlar hem gerekli teknolojik altyapının sağlanmasını hem de bölgenin ihracatının ciddi boyutlardaki kısmını oluşturacak boru hatları ve demir yolu birimlerini kapsamaktadır.
Tüm bu olumlu gelişmelerin yanında, Rusya’nın bölgeyi kıskaca alacak şekilde uyguladığı politikaların olumsuz etkilerinden de bahsetmeliyiz. Bunlardan ilki, Rusya’nın uluslararası alanda giriştiği mücadelenin bölgeyi edilgen hale getirmesidir. Edilgenliği ortaya çıkaran somut nedenler ise iki yönlüdür; birincisi, ABD’nin ve AB’nin bölgeye nüfuzunu engellemektir. 2000’lerin başlarında uluslararası terörizmle mücadele için ABD’nin bölge ülkelerinde üs bulundurmasına razı olan Rusya, daha sonraki yıllarda bu durumdan vazgeçmiş, siyasi, askeri ve ekonomik olarak Batı’nın bütün projelerini önlemeye çalışmıştır. İkincisi ise bölge ülkelerinin Batı’ya yöneliminin engellenmesidir. Renkli Devrimler’in etkisini göstermesiyle başlayan süreç, Rusya’yı daha da tahammülsüz hale getirmiştir. Böylelikle Orta Asya devletleri, kendi başlarına politika üreten bağımsız ve etken ulus devlet olmaktan çok, Rusya’nın kendi lehine istikrarlı tutmaya çalıştığı, aynı zamanda Rusya’nın zayıflamasını isteyenler tarafından sürekli girdilerle karşılaşan edilgen bir yapı haline gelmişlerdir.
İkinci olumsuz husus ise Rusya’nın bölge üzerinde oluşturduğu korku iklimidir. Bu olumsuzluğun ilk boyutu, Rusya’nın bir imparatorluk olarak tekrar dirilmesi korkusudur. Son birkaç yılda Rus yetkililerin Orta Asya Türk Cumhuriyetleri hakkında “Çarlık döneminde vazgeçilmiş, hediye edilmiş Rus toprakları” minvalinde açıklamalarda bulunmaları, bu korkuyu tetiklemiştir. Rusya’nın 2008’de Gürcistan’a askeri müdahalesi, 2014’te Kırım’ı işgal etmesi ve günümüzde de devam eden Ukrayna ile giriştiği savaş ile askeri güç kullanımından geri durmadığı göz önüne alındığında, bu durum özellikle Rus nüfusun fazla olduğu Orta Asya bölgesini tedirgin etmektedir.
Korku ikliminin ikinci boyutu, Rusya’nın uluslararası alanda giriştiği güç mücadelesine karşı küresel düzeydeki müeyyidelerin bölgeyi doğrudan etkilemesidir. Rusya’ya uygulanan ekonomik yaptırımlar, Rusya ile özellikle enerji kaynaklarının ihracatı bakımından bağımlı bölge ülkelerini ekonomik sıkıntılara sürüklerken, uluslararası alana entegrasyonlarını da sekteye uğratmaktadır.
Son olarak üçüncü boyut ise Rusya’nın kendi ulusal çıkarlarıyla çatışan ve ulusal güvenliğine yönelik tehdit olarak algıladığı üçüncü taraflara karşı bölge ülkelerini tavır almaya zorlamasıdır. Bu bakımdan zaten dünyaya açılmak hususunda göreceli olarak Rusya’ya bağımlı olan bu devletler, hem Rusya tarafından üçüncü taraflara kapalı hale getirilmekte hem de kendilerini doğrudan ilgilendirmeyen konularda “baskı” altında alacakları kararların negatif sonuçlarıyla yüzleşmektedirler.
Türkiye’nin Denklemdeki Rolü
Son yıllarda, Türkiye’nin Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile kurduğu ilişkiler ekonomik, siyasi ve güvenlik alanlarındaki paydaşlıkları geliştirmiş, Türk Devletleri Teşkilatı ise bu ilişki modellemesine vücut olmuştur. 1990’lardaki dinamikler değişmiş, Türkiye’nin Türk dünyasındaki varlığı sağlam temellerle inşa olunurken, ayakları yere basan şekilde karşılıklı rızaya dayalı ilişkiler güven duygusunu da güçlendirmiştir.
Rusya, bugün Ukrayna savaşıyla birlikte yaşadığı siyasi, askeri ve ekonomik baskıların ortaya çıkardığı sorunlarla iç ve dış politikasında boğuşurken, güney sınırlarında çeşitli müdahalelerle ortaya çıkabilecek istikrarsız ortam, daha büyük sıkıntılara yol açabilir. Bu bağlamda daha önceki çalışmalarımızda belirttiğimiz gibi Türkiye-Rusya ilişkilerinin tıpkı; Suriye, Libya, Güney Kafkasya ve Karadeniz’de olduğu gibi Orta Asya özelinde de “esnek rekabet”e ve “akıllı uyum”a dayalı bir modelle ilerlemesi gerekmektedir.
Orta Asya’nın geleceği ve gelişimi için Türkiye’nin Rusya ile kurduğu tahıl koridoru gibi enerji kaynaklarının birlikte taşınması konusunda ilerleyen süreçte bölge üzerinde ortak politikalar üretmesini zorunlu kılmaktadır. Bu zorunluluğun Rusya açısından dinamikleri ise Batı’da kendine karşı oluşturulan bloka karşı izole olmaktan kurtulmanın, Karadeniz’den çıkışın ve böylelikle bir nefes alanı oluşturmanın bugünkü şartlarda tek mümkün yolunun Türkiye’den geçiyor olmasıdır.