Türk-Amerikan ilişkilerinde son haftalarda yaşananları tarih kitapları geniş bir şekilde anlatacak ve ikili ilişkilerin dönüm noktalarından biri olarak kayda geçirecektir. 9 Ekim’de Türkiye’nin Suriye Milli Ordusu ile birlikte başlattığı Barış Pınarı Harekatı sadece ABD’nin değil, tüm dünyanın gündemini sarstı. 6 Ekim’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump arasındaki telefon görüşmesiyle başlayan ve 9 Ekim’deki harekat ile zirveye ulaşan süreç, kuşkusuz Türk-Amerikan ilişkilerine şimdiden damgasını vuran tarihi günler olarak hatırlanacak. Sürece yakından bakıldığında Erdoğan’ın askeri harekat noktasındaki net kararlılığı ve Trump’ın bu kararlılık karşısında Suriye’nin kuzeyinden askerlerini çekme kararı tüm hikayenin kısa özeti olarak okunabilir.
Harekatın Sinyalini Veren Görüşme
Erdoğan ile Trump arasında 6 Ekim’de yapılan telefon görüşmesi, o gün akşam saatlerinde Beyaz Saray’dan yapılan ve herkesi şaşırtan çekilme açıklamasıyla sürecin ilk işaret fişeği oldu. Beyaz Saray açıklamasında, “Türkiye, yakın zamanda Suriye’nin kuzeyine uzun süredir planladığı operasyon için harekete geçecek. ABD Silahlı Kuvvetleri, bu operasyonu desteklemeyecek ya da bu operasyona dahil olmayacak” ifadelerini kullanırken açıkça operasyonun karşısında durmayacağını da ilan etti. Bu açıklama Amerikan medyasında “Trump Türkiye’nin askeri operasyonuna yeşil ışık yaktı” şeklinde okunurken, hemen tüm yorumcular Erdoğan’ın Trump’ı ikna ettiğine vurgu yaptı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kesin kararlı olduğumuz bu operasyona başlamak üzereyiz” mesajının üzerine eklenen bu Beyaz Saray açıklaması, ABD’nin harekatla ilgili yol haritasını da ifşa etmiş oldu. ABD bu operasyonu desteklemeyecek, ancak bunu engelleyecek herhangi bir askeri adım da atmayacaktı.
Tüm dünya Türkiye’nin Barış Pınarı Harekatı’na başladığını, 9 Ekim Çarşamba günü yerel saatle 16:00 sularında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tweetiyle öğrendi. Aylardır süren hazırlıklar tamamlanmış, başta ABD, NATO, AB ülkeleri ve Rusya olmak üzere paydaş ülke ve kurumlar bilgilendirilmiş ve Türkiye operasyona başlamıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, operasyonun amacını “Amacımız güney sınırımızda oluşturulmaya çalışılan terör koridorunu yok etmek ve bölgeye barış ve huzuru getirmektir” ifadesiyle duyurmuştu.
9 Ekim sabahına uyanan Washington’da güne erken başlayan Trump, henüz Cumhurbaşkanı Erdoğan operasyonu duyurmadan kısa bir süre önce “ABD Ortadoğu’da hiçbir zaman olmamalıydı. Bizim için sonu gelmez savaşlar bitiyor” açıklamasını yaptı. Ortadoğu’daki savaşlara 9 trilyon dolar harcadıklarını ve binlerce Amerikan askerini kaybettiklerini kaydeden Trump, operasyonun başlayacağını bilen bir isim olarak “ABD’nin bu bölgede işi kalmadı” mesajı veriyordu.
Trump’tan İlk Açıklama
Operasyona ilişkin Beyaz Saray’ın ilk tepkisi, Türkiye saati ile akşam saatlerinde, yani operasyonun başlamasından 3-4 saat sonra geldi. Yazılı bir açıklama yapan Trump, Türkiye’nin operasyonunu “işgal” kelimesiyle tanımladı. Trump, ABD’nin bu operasyonu desteklemediğini belirtti ve bu operasyonun “kötü bir fikir olduğunu” savundu. Trump ayrıca operasyon alanındaki DEAŞ tutuklularından Türkiye’nin sorumlu olacağını belirtti.
Yazılı açıklamadan kısa süre sonra Beyaz Saray’da kameraların karşısına geçen Trump, YPG/PKK konusunda tarihe geçecek önemli açıklamalarda bulundu. Obama döneminde ABD’nin doğrudan PKK ile iş birliği yaptığını açıkça dile getiren Trump, Türkiye’nin PKK’ya karşı mücadele etmesinin kaçınılmaz olduğunu kabul ediyordu. Suriye’nin kuzeyinden çekilme kararının doğru olduğunu savunan Trump, kararından emin gözüküyordu. Trump’ın “Kürtler bize İkinci Dünya Savaşı’nda veya Normandiya’da yardım etmediler” şeklindeki çıkışı ve “Kürtler de melek değil, kendi toprakları için savaştılar” açıklamaları kamuoyunda günlerce konuşuldu.
Washington’da saatler ilerlerken önce Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile ABD’li mevkidaşı Mark Esper ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ile ABD’li mevkidaşı Orgeneral Mark Milley ayrı ayrı telefon görüşmeleri gerçekleştirdi. Aynı dakikalarda ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, “Türkiye’nin harekatının onaylanmadığı” bildirilirken, aynı zamanda ABD’nin Türkiye ile “Suriyeli Kürtler” arasında arabuluculuk yapmaya hazır olduğu da ifade edildi.
10 Ekim sabahına uyanan Trump, yine Twitter hesabından yaptığı açıklamada, “Türkiye’nin bu operasyonu uzun süredir planladığını” dile getirdi ve “Türkiye bir NATO müttefiki, Kürtler kendi savaşlarını versin” değerlendirmesini yaptı. Kısa süre sonra yine aynı konuda paylaşımda bulunan Trump’ın “Türklerle Kürtler 200 yıldır zaten savaşıyor” varsayımını artık bir veri gibi dile getirmesi dikkat çekti. Aynı gün bir kez daha Türkiye ile ilgili paylaşımda bulunan Trump, bu sefer “Suriye’ye yeniden asker göndermek”, “Türkiye’ye yaptırım uygulamak” ve “Türkler ile Kürtler arasında arabuluculuk yapmak” şeklinde 3 seçenekleri olduğunu, ancak kendisinin sonuncusunu tercih edeceğini ifade etti.
“NATO Müttefiki Türkiye” Vurgusu
Takvimler 11 Ekim’i gösterirken sabah Beyaz Saray’ın bahçesinde gazetecilere açıklamalar yapan Trump, Türkiye hakkında hem olumlu hem de olumsuz değerlendirmeleri art arda yaptı. Türkiye ile çok iyi bir ilişkimiz var, onlar bizim NATO müttefikimiz. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile çok iyi anlaşıyoruz. “Türkiye ile birçok ticari iş yaptık. Ama onların birçok insanı öldürmesini istemiyorum.” diyen Trump, cümlesinin devamında “Mecbur kalırsak Türkiye’ye yaptırım uygularız” ifadesini de kullandı.
12 Ekim’de Washington’da bir etkinlikte konuşan Trump’ın açıklamaları, adeta Türkiye’nin askeri harekatı karşısında YPG/PKK’nın hiçbir şansının olmadığının teyidi gibiydi. YPG/PKK’nın Türkiye sınırı boyunca 30 kilometrelik alandan çekilme eğiliminde olduğunu kaydeden Trump, “Umarım çekilirler. Uçağınız yoksa uçakları olan bir gücü yenmek gerçekten çok zor” yorumunu yapıyordu.
13 Ekim sabahı Savunma Bakanı Esper’in Türkiye’yi kastederek, “Bir NATO müttefikine karşı savaşacak değildik” açıklamasını yapması en az Trump’ın açıklamaları kadar önemliydi. Türkiye ile YPG/PKK arasındaki mücadelede Suriye sınırında olmamanın “akıllıca” bir karar olduğu tweetini atan Trump, aynı zamanda Avrupa ülkelerine de çağrı yaparak DEAŞ tutukluları arasındaki kendi vatandaşlarını geri alma çağrısını yineledi. Henüz harekatın dördüncü gününde ABD net bir şekilde Türkiye’nin operasyonu istediği şekilde götüreceğini ve hatta düşünülenden daha hızlı sonlanabileceğini görüyor gibiydi.
ABD medyası ve Kongre’sinin Trump üzerinde kurduğu baskının bir sonucu olarak Beyaz Saray 14 Ekim’de Barış Pınarı Harekatı’na tepki olarak Türkiye’ye birkaç maddeden oluşan bir yaptırım kararı getirdi. Yaptırımlar Washington’da hem memnuniyetle karşılandı hem de yetersiz ve etkisiz olmakla eleştirildi.
15 Ekim’de ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence’in müzakereler için Ankara’ya gideceği açıklanırken, bu ziyaret 17 Ekim’de gerçekleşti. Uzun görüşmeler sonucunda açıklanan 120 saatlik geçici ateşkes ve 5 günün sonunda kalıcı hale gelen ateşkesle birlikte Trump yönetimi de 23 Ekim’de söz konusu yaptırımların tümünü kaldırdı.
Kongre’de Türkiye Karşıtı Tasarılar
Kuşkusuz Washington’daki Türkiye karşıtı cephenin medyadan sonraki en önemli ayağı Kongre oldu. Kongre’nin her iki kanadında da Türkiye’nin Suriye adımı tepki toplarken, özellikle Senato’da Cumhuriyetçilerin önemli isimlerinden Lindsey Graham ile Demokrat Chris Van Hollen’ın ortak hazırladığı yaptırım tasarısı Türkiye’nin sert tepkisini çekti.
10 Ekim’de kamuoyuna açıklanan tasarıda Cumhurbaşkanı Erdoğan da dahil olmak üzere birçok üst düzey isme yaptırım öngörülürken, Türk ekonomisini de olumsuz etkileyebilecek birçok madde pakette yer aldı. Yaptırım paketi kadar tasarıyı kamuoyuna duyuran Graham ile Van Hollen’ın Türkiye karşıtı sözleri de gerek Ankara’da gerekse Türk milleti nezdinde büyük tepki topladı. Senato’da ciddi bir destek bulduğu belirtilen tasarı, ABD ile Türkiye arasında varılan anlaşma gereği yapılan ateşkes sonrasında en azından Senato Genel Kurulu gündeminden düştü.
11 Ekim’de Temsilciler Meclisi’nde kabul edilen ve Trump’ın Suriye kararını kınayan tasarı ezici çoğunlukla kabul edildi. Ancak Senato’da Cumhuriyetçi Rand Paul’e takılan tasarı bu şekilde akim kalmış oldu.
Trump Neden Yalnız Kaldı?
Kuşkusuz 9 Ekim’den itibaren yaşanan süreçte Washington’da en net gözüken tablo, Trump’ın Suriye kararında neredeyse tamamen yalnız kalmış olmasıydı. Kentucky Senatörü Rand Paul ve bazı Temsilciler Meclisi üyeleri dışında Trump’a kendi partisinden, yani Cumhuriyetçilerden pek destek veren isim çıkmadı. Fakat Paul’ün, Demokratların kontrolündeki Temsilciler Meclisi’nden geçen ve Trump’ın Suriye’den çekilme kararını kınayan tasarıyı Senato’da bloke etmesi o günlerin en dikkat çeken adımlarından biri oldu. Demokratların Trump’a karşı çıkmak için sayısız nedeni olduğu aşikar. Ancak aynı günlerde devam eden azil soruşturmasında Demokratlarla kanlı bıçaklı olan Cumhuriyetçilerin Suriye konusunda bir anda Trump’a cephe alması oldukça çarpıcı bir durumu ortaya koydu.
Rusya Fobisi, YPG Sempatisi, Türkiye Alerjisi
Başını Graham’in çektiği Cumhuriyetçiler, Senato Çoğunluk Lideri Mitch McConnell’ın da desteğiyle Trump’ın Suriye’den çekilme kararının Amerikan çıkarlarını zedelediği görüşünde birleşti. Trump’ın aksine Cumhuriyetçiler, bu kararla Türkiye ve Rusya’nın kazançlı çıkıp, ABD ile (onların tabiriyle) “Suriyeli müttefiklerinin” büyük kayıpta olduğunu savundular. Trump’ın “Kürtler de melek değil” ifadelerinin aksine başta Graham olmak üzere ekrana çıkıp konuşan hemen her Cumhuriyetçi “DEAŞ’a karşı yanımızda savaşan Kürtleri yüz üstü bırakıyoruz” deyip durdular. “Türkiye NATO’dan çıkarılmalı” diyecek kadar ileri giden Kongre üyeleri, YPG ile PKK’nın aynı örgüt unsurları olduğunu görmezden gelerek “Suriyeli Kürtlerin” ne kadar iyi müttefik olduğundan dem vurdular. Hatta bu süreçte Amerikan medyasına konuşan üst düzey yetkililerden biri, “Suriye’nin kuzeyinde kurulacak seküler bir Kürt devleti, ikinci bir İsrail gibi bizim için çok değerli olurdu” açıklamasını bile yaptı. 9 Ekim’den itibaren yapılan açıklamalarda öne çıkan “Trump, YPG/PKK’ya ihanet etti” teması, Amerikan medyası ve Kongresindeki Ortadoğu ve Suriye yaklaşımının Trump’tan ne kadar farklı olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Son yıllarda Kongre’de biriken Türkiye karşıtlığı da çok net bir şekilde Barış Pınarı Harekatı sürecinde gün yüzüne çıktı. S-400 konusunda Ankara’ya diş geçiremeyen Kongre, Trump’ın Türkiye’ye yaptırım uygulamamasıyla Beyaz Saray’la karşı karşıya gelmişti. Halen S-400 konusunda istediğini alamayan Kongre, Ankara ile Moskova arasındaki yakın ilişkiden oldukça rahatsız durumda. 2016’daki ABD başkanlık seçimlerine Rusların siber saldırılar yoluyla müdahale ettiği iddiaları etrafında güçlenen Rus fobisi, Türkiye’nin bu ülkeyle ilişkileri geliştikçe Ankara üzerine de yansıdı.
Buna ilaveten önceki yıl Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği rezidansının önünde PKK yandaşlarıyla yaşanan kavganın da Kongre’deki Türkiye karşıtı atmosferde önemli bir psikolojik etkisinin olduğunu belirtmek lazım. O süreçte Beyaz Saray hemen hiçbir açıklama yapmazken, Amerikan medyası ile el ele veren birçok Demokrat ve Cumhuriyetçi isim, o kavgayı kendi ajandalarına kaydetmişlerdi.
Devletler Devletlerle Dans Eder!
Tarih kitaplarına konu olacak iki haftanın ardından Türk-Amerikan ilişkileri yeni bir denge arayışına girdi. Suriye’deki YPG/PKK desteği maddesi önemli ölçüde bertaraf edilirken günün sonunda Türkiye iki önemli amacını büyük oranda elde etti. Hem Suriye sınırı boyunca PKK kontrolündeki bir uydu devlet yapılanmasının önüne geçildi hem de Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin en azından belli bir bölümünün dönüşünü mümkün kılacak bir güvenli bölge alanı sağlanmış oldu.
Washington’daki egemen yapının itirazlarına rağmen Trump’ın YPG’yi kullanıp attığı tezi özellikle Amerikan medyasının temel argümanlarından biri oldu. “Kürtler de melek değil” mottosuyla hareket eden Trump’ın yakın zamanda Washington’da PKK tarafından YPG’de görevlendirilen terörist Mazlum Kobani kod adlı Ferhat Abdi Şahin ile görüşmesi muhtemeldir. Ancak günün sonunda YPG/PKK’nın “Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devleti” hayali Trump zamanında ve onun gözleri önünde sona erdi. YPG bir daha Trump’la iş yapar mı bilinmez ya da Trump onlarla nasıl çalışmak ister o da bilinmez. Fakat Barış Pınarı Harekatı’nın gösterdiği çok net bir gerçek var: Devletler ancak devletlerle dans eder; devletlerle örgütler bazı “projelerde” beraber çalışsalar da patron her zaman bellidir. Ayrıca bu süreç, Türkiye’nin Suriye üzerinden Ortadoğu’daki oyun alanına daha güçlü bir şekilde döndüğünün resmidir. Hem de aynı anda ABD ve Rusya ile yapılan iki anlaşmayla...