Kriter > Siyaset |

Selçuklu Coğrafyasını Yeniden Düşünmek


Türkiye yaptığı askeri harekatlar ve kararlı-etkin diplomasiyle, Irak ve Suriye’de etnik temizlik sonucunda yapılmak istenen harita değişikliklerine ve belki de Anadolu’daki Türk varlığının yok edilmesine yönelik operasyonlara karşı koymaktadır.

Selçuklu Coğrafyasını Yeniden Düşünmek

Son dönemde Ortadoğu’da uzun zamandır devam eden ve yaklaşık bin yıllık Selçuklu coğrafyasını tehdit eden bir kaosla karşı karşıyayız. Türkiye gerek daha önceki harekatları ve gerekse Barış Pınarı Harekatı ile Suriye’de PKK (PYD/YPG) devletçiği teşekkül ettirmeyi amaçlayan ABD, AB ve İsrail destekli projeye önemli bir darbe vurmuştur. Türkiye, bu projenin bir parçası olarak Rojava (Batı Kürdistan) adında Afrin, Ayn el Arab (Kobani) ve el-Cezire kantonlarından oluşan sözde özerk yönetiminin doğudaki iki kantonunu berhava etmeyi amaçlamaktadır. Bu harekata Türklerin Ortadoğu’daki varlığı açısından bakıldığında aslında bölgede uzun zamandır daraltılmaya çalışılan Selçuklu-Türkmen coğrafyasını ve demografisini iade, ihya veya restorasyona yönelik çok önemli bir hamle olduğu aşikar. Bu plan sadece Suriye’de değil Irak’ta da geçtiğimiz yıllarda uygulanmaya çalışılmış, bugün siyasi bir mevta haline gelen Barzani’nin bağımsızlık referandumu sonrası ortaya çıkan fiili durum ancak Türkiye’nin müdahalesiyle önlenebilmişti.

Ortadoğu’daki Selçuklu coğrafyası genel olarak 20. yüzyıl ortalarından itibaren özelde ise 1980’lerden beri büyük tehdit altında. 20. yüzyıl başlarında Osmanlı coğrafyasını ortadan kaldıran emperyalist güçler, aynı yüzyılın sonlarında ve 21. yüzyıl başlarında bu defa Selçuklu coğrafyasını yeniden dizayn etmek için büyük çaba göstermekteler. Nitekim Türkiye’nin bu harekatlarına ABD, Batı Dünyası, İsrail ve Arap yönetimlerinin büyük kısmının topyekun karşı çıkmaları bunun en büyük kanıtı. Bu sebeple, öncelikle bölgede Selçuklu coğrafyasının nasıl teşekkül ettiğini anlamamız ve bu coğrafyanın Türklerin Anadolu’daki varlığıyla nasıl hayati bir ilişki içerisinde olduğunu belirlememiz gerekiyor.

 

Ortadoğu’da Türk Varlığı

Türklerin Ortadoğu’daki varlığı Anadolu’dan çok daha önce Irak’ta başladı. Türklerin İslam ordularında istihdamı Emeviler döneminde başlamıştı. Bu anlamda ilk kayıt 674’de 2 bin Türk askerinin Basra’ya yerleştirilmesiyle ilgilidir. Özellikle Abbasiler döneminde 9. yüzyılda Türkler Bağdat’a ve daha sonra da Türk askerler için bir tür garnizon şehri olarak kurulan Samarra’ya yerleştirildiler. Bundan sonra Türk emirler Abbasi siyasetinde etkin oldukları gibi, Tolunoğulları ve İhşidiler gibi devletler de kurdular ve Türk askeri sistemi (gulammemlük-devşirme) 19. yüzyıl başlarına kadar tüm Ortadoğu’da hakim nizam oldu.

Bizim Selçuklu coğrafyası ile kastettiğimiz kavramsal çerçeve ve coğrafi saha ise 11. yüzyılda Oğuz kabilelerinden müteşekkil kesif göç dalgalarının İran, Irak, Suriye, Lübnan, Filistin ve Anadolu’nun iskanıyla oluşmaya başladı. Irak, Suriye ve Filistin’de Büyük Selçuklulara tabi devletler kuruldu. Bu Türkmen yerleşimi Memlükler ve Osmanlılar döneminde artarak devam etti. Hatta 93 Harbi olarak da adlandırılan 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından Kafkasya’dan göç eden Türk/Müslüman zümreler de bu bölgeye yerleştirildi.

Ortadoğu’da şu andaki Türk varlığı, esas itibarıyla 20. yüzyıl başlarında mevcut şeklini aldı. Sonraki yüzyıllarda Balkanlarda görülen Osmanlı coğrafyasının teşekkülü de benzer bir süreçtir. Birinci Dünya Savaşı ile parçalanıp yağmalanan Osmanlı coğrafyasında olduğu gibi 20. yüzyıldan bugüne dek bin yıllık bir süreçte oluşan Selçuklu Türk(men) coğrafyası önce Baas Partisi’ne mensup aşırı Arap milliyetçisi ve seküler diktatörlerin (Hafız Esed ve Saddam Hüseyin) asimilasyon çabaları, ardından da PKK, DEAŞ gibi terörist örgütlerin etnik temizlik harekatlarıyla büyük bir tehdit altına girmiştir.

Irak’ta 1990’lardan itibaren, Suriye’de ise 2011’de başlayan savaşlar Selçuklu coğrafyasının erime sürecini yok olma noktasına getirmiş ancak Türkiye, her iki ülkede bu yöndeki çabaların başarıya ulaşmasını engellemiştir. Bunun en son örnekleri Irak’ta Barzani’nin referanduma giderek bağımsız bir devlet kurma ihtirasıydı. Türkiye bunu engelledi. Esas itibarıyla bu adım Selçuklu coğrafyasını daraltma çabalarına Türkiye’nin Irak’ta verdiği cevaptı.

Ayrıca Suriye’de “Fırat Kalkanı”, “Zeytin Dalı” ve nihayetinde “Barış Pınarı” harekatları ile İdlib (Astana, Soçi) anlaşmaları ve bunların sonucunda Türkiye’nin hem ABD hem de Rusya ile yaptığı mutabakatlarla elde ettiği kazanımlarla Türkmen bölgelerini koruma çabasındadır. Türkiye 21. yüzyıl başlarında, bütün zorluklara rağmen, elde ettiği bu kazanımlarla bin yıllık Selçuklu-Türk(men) coğrafyasının yer ile yeksan edilmesini engelleyip ihya ederek, Anadolu’daki kendi varlığına yönelik varoluşsal bir tehdidi bertaraf etmeye çalışmaktadır.

Bu bağlamda 20. yüzyılda Ortadoğu’da baskı, asimilasyon ve demografik değişimlere uğrayan Türkmen coğrafyasının tarihine bir göz atmak yararlı olacaktır. Türkmenler Irak’ın üçüncü en büyük etnik grubunu oluşturmaktadır. Selçuklular ve Osmanlılar döneminde Türk olarak adlandırılan bu grup, Baas Partisi tarafından Türkiye ile irtibatlarını koparmak amacıyla Türkmen olarak adlandırıldı. MS 7. yüzyıldan beri Irak’ta mevcut olan Türk varlığı 9. yüzyılda Abbasiler, 11. yüzyılda Selçuklular ve 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı yönetimiyle daha da pekişti.

 

Selçuklu Coğrafyasını Yeniden Düşünmek

Doğum sancıları tutan ve Mehmetçik tarafından zırhlı personel taşıyıcıyla hastaneye ulaştırılan Suriyeli kadın, doğan bebeğine, Barış Pınarı Harekatı’ndan dolayı “Pınar” ismini verdi, 25 Ekim 2019

Türkmenlere Artan Baskı

Irak’ta mevcut Türk varlığı, 1925’te verilen anayasal statüye karşılık, 20. yüzyıl boyunca hep baskı altında kaldı. Pek çok defa katliama maruz kaldı. Özellikle Baas yönetiminin Araplaştırma politikaları, Türkçe eğitim kısıtlamaları, kimliklerinin inkarı, Irak Türklerinin asimilasyona tabi tutulması günümüze kadar devam etti. 2003’te ABD’nin işgalinin ardından tapu kayıtları yok edildiği gibi, Türklerin çoğunlukta bulunduğu bölgelere Saddam döneminde Araplar, ABD işgalinin ardından da Kürtler yerleştirilerek demografik temizlik yapıldı. Irak eski Cumhurbaşkanı Talabani’nin Türkmenlere özerklik sözü ise hiçbir zaman tutulmadı.

Selçuklu coğrafyasının Suriye kısmındaki gelişmeler de Irak’tan çok farklı olmadı. Günümüzde nüfusları 3,5 milyonu bulan ve Selçuklular döneminde Şam, Humus, Hama, Halep, Lazkiye (Bayır-Bucak Türkmenleri), Rakka, Dera’a ve Golan (el-Culan) Türkmenleri, Suriye resmi söylem ve kayıtlarında tıpkı Batı Trakya’da olduğu gibi Türkmen yerine Müslüman olarak adlandırıldı. 11. yüzyılda bölgeye Selçuklu göçlerinin ardından Suriye ve Filistin’de Selçuklu Devleti’nin kurulmasıyla Türkmen yerleşimi yoğunlaşmıştı. Bu yerleşimler bir Türk devleti olan Memlükler (1250-1516) ve Osmanlılar döneminde de devam etti. Suriye’nin bağımsızlığını kazanmasının ardından Arap milliyetçiliğinin yükselmesiyle özellikle Baas Partisi yönetiminde Türkmenler büyük baskılara maruz kaldı. Dil ve kültürlerini öğrenmeleri engellendi. Köy/yer isimleri değiştirildi. Günümüzde Türkmen olduklarını ifade edenlerin bir kısmı Türkçeyi bilmediklerinden Arapça konuşmaktadır.

2011’de başlayan Arap Baharı sürecinde Türkmenler, doğal olarak, Suriye’de çoğunluğu oluşturan Sünni Araplarla birlikte Esed rejimine karşı özgürlükçü muhalif hareketler içerisinde yer almış ve diğer muhalif kesimler gibi etnik temizliğe uğramışlardır. Türkmenlerin büyük kısmı yerlerinden yurtlarından edilmiş, mülteci durumuna düşmüşler; bir kısmı ise vatan savunması uğruna mevcut Suriye Milli Ordusu içinde Türkiye’nin yaptığı harekatlara katılmıştır. Son yıllarda Suriye’de demografik değişimin yanı sıra yer isimleri de değişikliğe uğramıştır.

Bunun en güzel örneği Osmanlılar döneminde Türkçe olan “Arap Pınarı” (Arab Punarı) isminin önce Arapça aynı manaya gelen Ayn el Arab’a, ardından da PYD/kantoncuların kullandığı şekliyle, 1911’de Bağdat demiryolunu inşa eden Alman şirketinin adına izafeten (Kompanie veya Bahn’dan) Kobani’ye dönüşmesidir. Yer isimlerindeki her değişiklik, ardından demografik değişikliğe dönüşmekte; demografi de yönetim de bu sıraya uygun olarak önce Türklere, sonra Araplara ardından PYD’ye geçmektedir. Nitekim Wikipedia’da şehrin resmi adı olarak “Ayn el Arab” yerine Kobani’nin kullanılması bile bu değişimin nasıl desteklendiğinin önemli bir göstergesidir.

Yine Orta Doğu’da eski çağlardan beri çok yaygın ve aynı zamanda arkeolojik bir terim olan Arapça “tell” (tepe) ile başlayan yer isimlerinden kadim Telebyad (Aktepe) Kürtçe Gire Spi’ye dönüştürülmüştür. Halbuki çoğunluğunu Sünni Arapların oluşturduğu, Türkmen ve Ermenilerin de yaşadığı şehirde Kürtler nüfusun sadece yüzde 10’unu oluşturmaktadır. Bu tür toponimi (yer adları) değişimleri bile bir yerleşim merkezinin demografisinin nasıl dönüştürüldüğünü göstermeye yeter. İşte sınır değişiklikleri de bu süreçlerin sonunda gerçekleşmektedir.

Diğer bir örnek de günümüzde “Resulayn” olarak yazılıp söylenen “Re’sülayn”dır. Bu isim Akadça “Pınarbaşı” anlamına gelen “Res İna” sözünden geliyor. Tarihi M.Ö. 9. yüzyıla uzanan bu yerleşim biriminin ismi Arapça’ya da “Pınarbaşı” manasına gelen Re’sülayn olarak geçmiş binlerce yıllık yer ismi, bugünlerde Kürtçe olarak yine aynı anlama gelen “Sere Kaniye” (Serekani) olarak değiştirilmiştir. Afrin, Cezire, Rakka, Tabka, Menbiç ve Deyrizor’u içine alan bölge de siyasi bir isim olarak Batı Kürdistan manasına gelen “Rojavaye Kürdistane” veya kısaca Rojava (Batı) olarak anılıyor. İşin ilginci, Rakka, Tabka, Menbiç ve Deyrizor gibi Arap nüfusun ağırlıkta olduğu şehirler de bu bölge dahilinde kabul ediliyor ve fiili bir bölünme gerçekleştiriliyor. Kürtlerin yaşadıkları bölgeler ve Kürt nüfusu savaştan evvel Suriye’nin ancak yüzde 5’ini oluştururken PYD, bugün Suriye topraklarının yüzde 30’unu ve petrol ile tarım bölgelerini kontrol altında tutuyor.

İşte Türkiye yaptığı askeri harekatlar ve kararlı-etkin diplomasiyle Irak ve Suriye’de etnik temizlik sonucunda yapılmak istenen harita değişikliklerine ve kendisinin önce Anadolu’nun sadece bir kısmına sıkıştırılma daha sonra da belki de Anadolu’daki Türk varlığının yok edilmesine yönelik operasyonlara karşı koymaktadır. Meseleye basit bir güvenlik operasyonu olarak değil yukarıdan beri izaha çalıştığımız tarihi çerçevede bakılmalıdır. Önce demografi, sonra toponimi ve nihayetinde sınırlar değişir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası