Soykırım konusunun Alman siyasetinde malzeme olarak kullanıldığı gayet açıktır. Nitekim bazı Alman çevreler tarafından da “Neden şimdi?” sorusu bu kararı alanlara yöneltilmekte ve bu karar lehinde oy kullanan Alman politikacıların “etik davranış” ya da “tarihi sorumluluk” temelli açıklamaları ikna edici bulunmamaktadır. Zira bu durumda her makul insanın soracağı soru şudur: Olayların yaşandığı dönemde Osmanlı ve Almanya müttefiktir ve Osmanlı genelkurmayı üzerinde o dönemde üst düzeyde bir Alman etkisi ve yönlendirmesinin olduğu bilinmektedir. Hatta Osmanlı genelkurmay başkanının bir Alman subay olan Fritz Bronsart von Schellendorf olduğu bu dönemle ilgili olarak Almanya, iddia ettiği soykırımın farkına varmak için neden 101 yıl beklemiştir? Bu sorunun cevabını Türkiye ile Almanya arasında son yıllarda yaşanan siyasi gelişmelerde ve Türkiye aleyhine Almanya’da oluşturulan negatif havada aramak gerekir.
Hatırlanacağı üzere Merkel hükümeti, mülteciler konusu ve Almanya’da yükselen aşırı sağcı akımlar dolayısıyla birçok eyalette oy kaybına uğramış ve ciddi bir siyasi baskı altına girmiştir. Mülteciler konusunda Merkel’in Türkiye’ye bel bağladığı, bundan dolayı da Türkiye’den gelen talep ve isteklere karşı duramadığı tezi muhalif çevreler tarafından sık sık işlenmiş ve Merkel’e karşı önemli bir kamuoyu baskısı oluşması sağlanmıştır. Burada muhalefet, “Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğinde demokrasiden uzaklaştığı ve otoriter bir yönetime doğru evrildiği“ propagandasını yapmış ve Almanya’da Türkiye karşıtı bir atmosferin oluşmasını önemli oranda sağlamıştır.
Bilhassa Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaretleri nedeniyle Alman komedyen Jan Böhmermann’ın yargılanmasına yönelik Türkiye’nin talepleri karşısında, muhalif kanat sürekli olarak “Erdoğan’ın Almanya’ya baskı yaptığı“ tezini öne çıkarmış ve konuyu Merkel’in Türkiye ile yapılmasını sağladığı mülteci anlaşması ile ilişkilendirmiştir. Sonuçta Alman hükümetinin yıllar sonra ilk kez yabancı bir devlet adamına hakareti dolayısıyla Böhmermann’ın yargılanmasına izin vermesi ise muhalefet tarafından Merkel’in “Erdoğan’ın baskılarına boyun eğdiği” şeklinde yorumlanarak Merkel karşıtı propagandada bir araç olarak kullanılmıştır. Bu durumun Alman toplumunun milliyetçi damarını kabartmaya yönelik olduğu açıktır. Bu nedenlerin, her ne kadar Türkiye’ye mülteci krizinde ihtiyaç duysa ve soykırım kararından memnun olmasa da Merkel hükümetinin karar aleyhine ciddi bir gayret göstermemesinde etkili olduğu söylenebilir.
Ayrıca Cem Özdemir için de bir parantez açılabilir. 2001 yılında Frankfurter Allgemeine Zeitung’a yazdığı makalede Ermeni konusunun parlamentoların işi olmadığını ve parlamentolar tarafından alınacak kararların Ermeni sorununun çözümüne katkı sağlayamayacağını ifade eden Cem Özdemir, 2016 yılına gelindiğinde soykırım kararına cansiperane bir şekilde öncülük etti. Bu durum Alman kamuoyunda Cumhurbaşkanı Erdoğan aleyhinde estirilen rüzgarlardan da istifade ederek kendisinin Yeşiller Partisi’nin 2017 yılı seçimlerinde başbakan adaylığı konusundaki konumunu güçlendirme çabası olarak görülebilir.
Kararın İçeriğinin Çarpıkları
Objektif bilimsel kriterlere göre ispatlanamamış bir konuda, “bir milyondan fazla Ermeni’nin soykırıma tabi tutulduğu“ şeklindeki, Ermeni diasporası tarafından dillendirilen ve karşıt bilimsel görüşleri dikkate almayan bir kararın altına imza atılması bu kararın objektif değil siyasi bir içeriğe sahip olduğunu göstermektedir.
Ayrıca hem Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin düzelmesine katkıda bulunma niyetini beyan edip hem de Türk devleti ve milletinin sinir uçlarına dokunarak tartışmalı bir konuda Ermenistan tarafında yer aldığını beyan etmek de bir çelişki örneğidir.
Karar, Türkiye’de yaygın olarak ifade edilen, Almanya’nın kendi işlediği suçun aslında başka toplumlar tarafından da işlendiğini vurgulayarak Alman toplumunda Holokost ile ilgili olarak mevcut bulunan suçluluk psikolojisini hafifletme arayışında olduğu görüşü ile örtüşmektedir.
Dünya üzerinde birçok millete karşı işlendiği iddia edilen ancak uluslararası mahkemeler tarafından işlendiği henüz kabul görmeyen birçok soykırım iddiası varken, bunların bir kenara bırakılarak yine tarihçilerin ve hukukçuların görev alanına giren bir konuda sadece Türkleri itham etmek de pek objektif bir davranış olmayıp bir başka çelişki olarak görülebilir.
Bu konuda sorumlu davrandığını iddia eden Alman politikacıların, Ermeni tehcirinde Almanya’nın rolü ile ilgili olarak sadece yüzeysel bir üzüntü ifade etmek yerine daha güçlü ve objektif ifadelerle Alman devletinin etki ve rolünü adil bir şekilde vurgulaması beklenirdi.