Kriter > Dosya > Dosya / Belediyeciliğin Yeni Kodları |

Yerel Yönetimlerin Şehirleşme İle İmtihanı


Nihayetinde şehirleşme yerelde başlayan ve mevcut yasalar dahilinde yönetimlere sorumluluklar yükleyen bir alandır. Fakat mesele sadece konut yapımı olarak algılandığında şehirler tabiatını, hafızasını, estetik değerini ve kısaca kimliğini yitirmektedir.

Yerel Yönetimlerin Şehirleşme İle İmtihanı
Nakkaştepe Millet Bahçesi

31 Mart yerel seçimlerine doğru belediyecilik anlamında büyük önem teşkil eden fakat şehirleri yönetmeye aday isimlerin çoğu tarafından kuru ezberler dışında üzerinde durulmayan alanlardan biri de şehirleşme, şehirlerin estetik değeri ve kimliğidir. Belki de şehirlerin mevcut alt ve üstyapı sorunları arasında “lüks” olarak değerlendirilen bu mesele sanılanın aksine lüks değil taşıdığı derin anlamdan ötürü büyük bir öneme sahiptir. Bu derin anlam ve önemi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz ay gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde Yerel Yönetimler Sempozyumu’ndaki konuşmasında net bir şekilde özetlemiştir:

“Şehir demek, medeniyet demektir. Medine şehir, medeni de şehirli anlamına gelir. Toplumların yükselişleri ve yıkılışları hep medeniyetle ilişkileri oranındadır ve onunla alakalıdır. Bazıları medeniyeti sadece fiziki yapı ve kültürel iklim olarak görür, halbuki medeniyetin özünde inanç ve ahlak vardır.”

Türkiye’nin temsilcisi olduğu medeniyetin şehir ve şehirleşmeye bakış açısını özetleyen bu ifadede de belirtildiği gibi şehirler sadece fiziki yapının değil temelinde inanç ve ahlak olan bir kimliğin yansımasıdır. İslam medeniyetinin Medine ile başlayan şehir kuruculuk geleneği şehirleri medeniyet bağlamında değerlendiren bir düşünce yapısının ürünüdür. Bu geleneği Türk milleti de benimseyerek örfi eklemelerle Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde sürdürmüştür. Bu dönemlerde kurulan şehirler incelendiğinde şehrin merkezini camiler oluşturmuş ve camilerin etrafına da medrese, hastane, kervansaray, hamam, kütüphane, hanlar ve aşevlerinin içinde yer aldığı külliyeler inşa edilmiştir. Dolayısıyla bu medeniyet ve şehircilik geleneği de göstermektedir ki fiziki yapı ve kültürel iklim inançla birleşerek şehir kuruculuk vasfını tamamlamış ve kurulan şehirler medeniyet algısının tezahürünü oluşturmuştur.

Bugün ise gerek daha önce kurulmuş gerekse yeni kurulan şehirlerimiz incelendiğinde büyük sorunlarla karşılaşıldığı ve bu sorunlara yönelik gerekli çözümlerin geçmişte yeterince üretilemediği görülmektedir. Türkiye’nin özellikle son elli yıldır yoğunlukla yüzleştiği çarpık şehirleşme şehirlerin hem estetik değeri ve kimliğini hem de tabiatını yitirmeye başladığı bir süreci beraberinde getirmiştir. Zaman zaman siyasi irade ve yerel yönetimler bu sorunlara yönelik bazı plan ve programlar açıklasa da hedeflerin tutturulması konusunda sorunlar yaşanmıştır.

Şehirleşmedeki Hassasiyet Meselesi

İstanbul’un silüetini bozan gökdelenler, Ankara’daki dikey yapılaşma yahut İzmir’de sahilden uzaklaşıp çepere doğru ilerledikçe karşılaşılan çarpık yapılar göstermektedir ki şehir ve parti fark etmeksizin tüm yerel yönetimlerin yüzleşmek zorunda olduğu sorunların başında şehirleşme gelmektedir. Bu da esas olarak yerel yönetimlerde geçmişten kalan bir miras olarak şehircilik ve şehir estetiği hususunda bir hassasiyet problemi olduğunu göstermektedir. Ne yazık ki son elli yıllık süreç içerisindeki yerel yönetimlerin uzun vadeli şehircilik, şehir estetiği ve kimliğinin korunması gibi hassasiyetlerden uzak olduğu ortadadır. Bu sebeple özellikle son yıllarda yoğunlaşan dikey-yatay mimari tartışmaları bu hassasiyet bağlamında ele alınmalıdır. Yerel yöneticiler kamu veya özel teşebbüslerin ürettiği projeleri hayata geçirirken şehirlerin estetik değeri, kimliği ve medeniyet tasavvuru gibi derin önem arz eden hususları göz ardı etmiştir.

Yerel yöneticilerin şehircilik ve şehirleşme hususunda sahip olmaları gereken hassasiyetin önemini gösteren bir diğer alan da yeni kurulan şehirlerdir. Özellikle son on yıllık dönemde büyükşehirlerin nüfus artışı paralelinde alan olarak büyümesi ve inşaat sektöründe yaşanan atılım dönemi yerel yönetimlere yeni şehirlerin sıfırdan kurulması imkanını vermiştir. Dolayısıyla yerel yöneticiler bu dönemde her yöneticiye nasip olmayacak bir şekilde temsilcisi olunan medeniyetin “şehir kurucu” rol ve geleneğini yansıtılabilme şansı elde etmiştir. Fakat ne yazık ki bu şans olumlu örneklerin yanında birçok olumsuz örneklerle sonuçlanmıştır.

Bu noktada verilecek en önemli iki örnek İstanbul Esenyurt ve İzmir Bayraklı’dır. Her iki şehir de aynı zaman diliminde, 2008’de ilçe statüsünü almış ve gerek küçük çaplı gecekondu mahallelerin dönüşmesi gerekse yeni imar projeleriyle büyümeye başlamıştır. Öte yandan yeni projeler sonucu sıfırdan kurulan bu şehirler düzensiz ve dar çerçeveli imar planları sebebiyle estetik anlamda tam bir hayal kırıklığı olmuş ve dikey yapılaşma sonucu kimliksiz birer şehre dönüşmüştür.

Bu iki örneğin gösterdiği bir diğer husus da şehircilik anlamında yerel yöneticiler tarafından sahip olunması gereken “derdin” siyasi bir mesele olmadığıdır. Esenyurt ve Bayraklı’da farklı partilerden belediyelerin görevde olması ve şehirlerin kuruluşundan itibaren bu görevi sürdürmeleri göstermektedir ki şehircilik meselesinde sahip olunması gereken hassasiyet siyasi bir mesele değil ortak bir belediyecilik sorunudur.

31 Mart Sonrası Yeni Fırsat Alanları

Son iki yıllık süreçte gerek inşaat sektörünün karşılaştığı sorunlar gerekse yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu durumdan rahatsızlığını açık ve net bir şekilde ifade etmesi kötüye gidişi şu an için yavaşlatmıştır. Böylelikle yerel yönetimler 31 Mart sonrası için hala “şehir kurucu misyon”un yerine getirilmesi adına önemli bir imkana sahiptir.

Türkiye’de depreme dayanıksız yapıların dönüştürülmesi amacıyla başlatılan kentsel dönüşüm seferberliği bilhassa son yıllarda özellikle de özel sektör tarafından amacından saptırılarak bir rant yarışına dönüşmüştür. Bu noktada başta yine İstanbul, İzmir ve Bursa olmak üzere birçok büyükşehirde yerel yönetimler özel şirketleri teşvik etmek ve kentsel dönüşümün yaygınlaşmasını sağlamak amacıyla emsal artış kararları almış, özel şirketler de bu emsal artışlarından maksimum kar elde edebilmek için esas dönüşüm ihtiyacı olan bölgelere değil de rantın fazla olduğu bölgelere yönelmiştir. Dolayısıyla kentsel dönüşüm seferberliği sanayicilerin dahi fabrikalarını bırakıp rantın şehvetine kapılarak inşaat sektörüne yöneldiği bir ortam haline gelmiştir. Böylelikle şehirler yine kimliğin, estetik değerin ve hatta tarihsel hafızanın ihmal edildiği bir durumla karşılaşmıştır. Fakat bu durum henüz telafi edilemeyecek bir boyutta değildir. Türkiye’nin hala birçok şehir ve bölgesinde kentsel dönüşüme ihtiyaç duyulmaktadır. Yatay mimari temelli, tabiatla barışık ve sosyal donatı alanlarının öncelendiği projelerle ve kentsel dönüşüm vasıtasıyla hayallerdeki şehirlerin kurulması için büyük bir fırsat alanı 31 Mart sonrasında yerel yöneticileri beklemektedir.

Başkan Erdoğan’ın Hassasiyeti

Şehirleşmeyle ilgili olumlu olarak değerlendirebilecek gelişme ise mevcut durumun şehirlere verdiği zararın fark edilmesi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın inisiyatifiyle konuyla ilgili yeni bir hassasiyetin ortaya çıkmasıdır. Bu noktada hem merkezi idare hem de yerel yönetimler artık şehirlerin kimliği, tabiatı ve tarihsel mirasına verilen zararın geri dönülemez sonuçlar doğurduğunun farkına varmıştır. Böylelikle artık dikey mimari karşıtı bir hava oluşmuş ve bina yüksekliklerinde “5+1” yeni kriter olarak yavaş yavaş kabul görmeye başlamıştır.

Buna ek olarak yeni bir fırsat alanı da şehir içi yeşil alanların artırılması hususundaki yapılaşma sürecidir. Şehirlerin yoğun yerleşim sebebiyle yitirdiği tabiatını mümkün olduğu seviyede geri kazandırmak şehirleşme adına atılacak en önemli adımların başında gelmektedir. Bu doğrultuda başta “Millet Bahçeleri” olmak üzere artık şehirlerin tabiattan kopuşunu durdurmak adına yeni projeler hayata geçirilmeye başlanmıştır. Yerel yönetimlerin karşısında da insanların tabiat ihtiyacını karşılama sorumluluğu ve başta yeşil alanlar olmak üzere sosyal donatı alanlarının inşası temel bir beklenti ve fırsat alanı olarak bulunmaktadır.

Bir diğer fırsat alanı da şehir kurucu geleneğe sahip medeniyetin ortaya koyduğu örneklerden yararlanabilme imkanıdır. Özellikle mimari açıdan yerel yönetimler hala ayakta duran birçok tarihi örneğe sahiptir. Konya, Sivas, Erzurum gibi şehirlerdeki Selçuklu ve İstanbul, Bursa, Edirne gibi şehirlerdeki Osmanlı yapıları örnek teşkil edebilecek seviyede yerinde ve sağlıklı bir şekilde yerel yönetimlerin karşısında durmaktadır. Bu noktada söz konusu mimari eserleri merkez ve örnek alan, tarihi mirasa sahip çıkan yeni projelerle birlikte hem şehirlerin tarihi dokusu ve kimliğini hem de estetik değeri ve bütünlüğünü korumak mümkündür. Halihazırda bazı şehirlerde yeni hayata geçirilen projeler de bu konuda olumlu sonuçların ortaya çıkmasının mümkün olduğunu göstermektedir.

Nihayetinde şehirleşme yerelde başlayan ve mevcut yasalar dahilinde yerel yönetimlere önemli sorumluluklar yükleyen bir alandır. Fakat son dönemdeki pratikler göstermektedir ki şehirleşme sadece konut yapımı olarak algılandığında şehirler tabiatını, hafızasını, estetik değerini kısaca kimliğini yitirerek ruhsuz beton yığınları inşa edilmektedir. 31 Mart öncesi ve sonrasında üzerinde durulması elzem olan en önemli noktaların başında da bu mesele gelmektedir. Dolayısıyla yerel yöneticiler şehirciliğin ve şehir kurmanın taşıdığı derin anlamı idrak etmelidir. Edip Cansever’in dediği gibi “İnsan yaşadığı yere benzer.”


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası