Dünyanın en büyük ekonomik güçlerinden biri olmasına rağmen Avrupa Birliği’nin son dönemdeki krizleri yönetmekte ciddi şekilde zorlandığı görülüyor. Rusya ile yaşanan krizin yanında aşırı sıcaklar ve kuraklıkla da karşı karşıya kalan birçok Avrupa ülkesinde kamu görevlileri ve siyasetçiler tarafından klimaların daha az çalıştırılması ve sulama yoluyla kıt olan suyun israf edilmemesi uyarıları yapılıyor. Almanya Ekonomi Bakanı Robert Habeck’in gelecek kış kamu binalarının en fazla 19 dereceye kadar ısıtılabileceğini duyurması ise daha şimdiden krizin boyutlarının vardığı noktayı gösteren sembollerden biri haline geldi. Pandemi krizi sırasında da Avrupa’nın düştüğü acziyeti gösteren sembolik gelişmelere şahit olmuştuk. Yaşlı bakımevlerinde ölüme terk edilen insanlar, birbirlerinin maskelerini çalan Avrupa ülkeleri ve AB ülkelerinin yardım etmediği İtalya’ya yardım için bu ülke sokaklarında dolaşan Rus zırhlı araçları hala hafızalarda.
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı sonucu Doğu Avrupa’da yaşanan krizin yönetilmesi konusunda da Avrupa’nın bocaladığı görülüyor. Krizin ilk aşamasında ortak bir tavır gösterme konusunda başarısız bir görüntü sergileyen AB ülkeleri, ilerleyen safhalarda ABD’nin peşine takılıp Rusya’ya karşı ağır yaptırım kararları aldı. Ancak Rusya’nın Avrupa’nın en önemli enerji tedarikçisi olması nedeniyle bu yaptırım kararlarının bumerang etkisiyle bazı AB ülkelerinde yakın zamana kadar görülmeyen yeni krizleri tetiklediği görülüyor. Almanya gibi Avrupa’da istikrarın kalesi olarak görülen bir ülkede ekonomik sorunlar nedeniyle sonbaharda ciddi toplumsal karışıklıklar yaşanıp yaşanmayacağına dair tartışmalar gündeme geliyor. Yüksek enerji maliyetlerinin ve temel gıda ürünlerindeki arz sıkıntısının neden olduğu fiyat artışlarının ülkede yoksulluğu artırması sonucu bu tür karışıklıkların yaşanma ihtimali yüksek görünüyor.
Son on yıllık ortalaması yüzde 1,5 civarında seyreden AB ortalama enflasyon oranının Haziran 2022 itibariyle yüzde 9,6’ya yükselmiş olması Avrupa halklarının alışık olmadığı bir duruma işaret ediyor. Maaşlardaki artışın fiyat artışlarının gerisinde kalması, büyük şirketlerin kar oranlarındaki yüksek artışla birlikte yan yana geldiğinde kitlelerin huzursuzluğu artıyor. Hükümetlerin, enflasyondan en fazla etkilenen yoksul kesimlere yönelik açıkladıkları destek paketlerinin yeterli olmadığı, birçok Avrupa ülkesinde günlük hayatı felç edecek grev dalgalarının yaşanmasıyla anlaşılıyor.
Sonuçları itibarıyla bakıldığında, Rusya’nın saldırganlığına verdiği tepkinin Avrupa’yı son dönemde yaşadığı en ciddi krizlerden birine sürüklediği ve bu krizin boyutlarının büyüme potansiyelinin yüksek olduğu görülüyor. Ancak Rusya’nın uluslararası hukukun temel ilkelerini hiçe sayarak giriştiği bu saldırıya tepkisiz kalması da Avrupa için sorunun ortadan kalkacağı anlamına gelmezdi kuşkusuz. 2008’de yine Rusya tarafından Gürcistan’ın parçalanmasına tepkisiz kalınması ve 2014’te Kırım’ın Rusya tarafından işgal ve ilhakına düşük düzeyde reaksiyon gösterilmesi Moskova’nın saldırganlığını artıran bir etki doğurmuştu. Bu nedenle Avrupalı politikacıların önemli bir kısmı, özellikle de Doğu Avrupalı AB üyeleri 24 Şubat’ta başlayan Ukrayna saldırısına tepkisiz kalmanın Rusya’nın bir sonraki saldırgan adımına yeşil ışık yakmak anlamına geleceğini düşündüler. Ancak bu saldırı karşısında Moskova’ya yönelik tepkileri sonrasında yaşadıkları sorunların asıl nedeni bu tepkileri değil, Rusya ile yaşadıkları krize hazırlıksız yakalanmış olmalarıdır ki bu da Avrupa’da ciddi bir liderlik ve koordinasyonsuzluk sorunu olduğuna işarettir.
Avrupa’da Yanlış Politika
Rusya ile krizin gelmekte olduğunu gördükleri halde enerji alanında bu ülkeye olan bağımlılıklarını giderme konusunda adım atmadılar. Orta Asya, Kafkasya, İran, Katar ve Doğu Akdeniz’den Avrupa’ya uzanacak boru hatlarıyla bu bağımlılık sorununu çözmeleri mümkünken hem bu boru hatlarının geçeceği en rasyonel güzergah üzerinde bulunan Türkiye ile hem de İran gibi muhtemel tedarikçilerle gergin ilişkilerini sürdürdüler. Örneğin Doğu Akdeniz gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya aktarılması için gerekli adımları atmak yerine, enerji şirketlerinin aşırı maliyetli bularak yanaşmadıkları EastMed projesi üzerinde ısrar edip vakit kaybettiler. Bu yanlış politikaların sonucunda enerji krizine hazırlıksız yakalanmış olmanın Avrupa’yı sürüklediği “Ukrayna’nın özgürlüğü mü, soğuk kış mı?” ikilemi nedeniyle Rusya’ya karşı sert yaptırım politikasının ne kadar doğru olduğu tartışmaları giderek alevlenecek görünüyor. Şimdiden Almanya’da Federal Meclis Başkan Yardımcısı ve iktidar ortağı FDP’nin Başkan Yardımcısı Wolfgang Kubicki gibi üst düzey politikacıların Rusya’dan gelen Kuzey Akım 2 doğalgaz boru hattının işletmeye alınmasına yönelik çağrıları duyulmaya başlandı. Rusya’nın Ukrayna saldırısının hemen başında Almanya’daki iktidarın yüksek maliyetli bu boru hattından vazgeçmemek için ne kadar direndiği ve ancak yoğunlaşan baskılar nedeniyle Rusya’ya karşı yaptırımlara bu hattın işletime açılmamasını da dahil etmek zorunda kaldığı hatırlanırsa, bu meselenin yeniden üst düzeyde tartışılmaya başlanması, Moskova’ya yönelik politikada ciddi çatlaklar olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Enerji tedarikçilerinin çoğaltılmaması konusunda yapılan kritik hataların bugün Avrupa’nın Rusya saldırganlığına karşı kararlı bir politika izlemesini zorlaştırdığı ve bunun da AB üyeleri arasında büyük tartışmalara neden olacağı görülüyor.
Avrupa perspektifinden bakıldığında, yaklaşan başka bir krizin de iyi yönetilemediği anlaşılıyor: Yükselen güç Çin ile ilişkilerin geleceği. Rusya krizinin ilk dönemlerinde olduğu gibi bu konuda da AB’nin ortak politikalardan uzak hareket ettiği ve dağınık bir görüntü verdiği görülüyor. Bu konuda Avrupa ülkelerinin gerek Çin’in önemli birçok ürünün uluslararası piyasalara arzı konusunda monopol oluşturmasına seyirci kalarak gerekse ABD-Çin rekabeti konusunda dağınık bir politika izleyerek kendilerini zora soktuğunu ifade etmek mümkündür. AB’nin, bilgisayar, cep telefonları, otomobil endüstrisi, yenilenebilir enerji sistemleri, uzay teknolojisi ve silahlanma başta olmak üzere yüksek teknoloji ile ilgili birçok alanda ihtiyaç duyulan “nadir toprak elementleri” üretimi konusunda uzun yıllara uzanan bir ihmal içinde olduğu ifade ediliyor. Aralarında lityum, neodimyum, disprosyum ve seryum gibi metallerin de bulunduğu 17 element grubuna dahil 30 ham metalden oluşan nadir toprak elementleri üretimi konusunda Çin’in sahip olduğu tekelin bu ülkeyle yaşanacak sorunlarda bir baskı aracı olarak kullanılması riski, Avrupa’nın bu konuda da çok hazırlıksız yakalandığını gösteriyor. ABD’nin Çin’e karşı ekonomik savaşı şiddetlendirdiği bir dönemde, bu küresel mücadelede kendisini Washington’ın yanında konumlandırmak zorunda hisseden Avrupa ülkeleri, Çin’in elinde bulunan bu etkili araç nedeniyle endişe içerisindeler ve hızlı bir şekilde bu bağımlılıktan kurtulmaya çalışıyorlar.
Dengelenemeyen Çin
Bu bağımlılık ve devasa bir pazar olan Çin’in dış ticaretlerinde sahip olduğu pay bazı Avrupa ülkelerinin Pekin’e yönelik sıkıştırma ve çevreleme siyasetinde ABD’nin peşine takılma konusunda ikilem yaşamasına neden oluyor. Örneğin Çin’in Almanya’nın en büyük ticaret ortağı haline gelmiş olması Berlin’in bu ülkeye yönelik politikalarında dikkatli hareket etmesini zorunlu kılıyor. Bu konuda atılacak yanlış adımların Almanya için şu anda Rusya yaptırımları nedeniyle yaşanan sorunlardan çok daha büyük sıkıntılara yol açabileceği görülüyor. Almanya düzeyinde olmasa da İngiltere, Fransa ve İtalya’nın dış ticaretinde de Çin’in payının giderek artıyor olması bu ülkeler açısından da ABD-Çin rekabeti konusunda bir açmaza işaret ediyor. Almanya ve diğer Avrupa ülkeleri, bir yandan Washington ile birlikte hareket etmenin Çin ile ilişkilerini riske atacağını ve ekonomilerine ciddi zararlar vereceğini hesaplarken, diğer yandan Pekin karşısında ABD ile birlikte bir blok oluşturmamaları durumunda uluslararası siyasal sistemin hiç istemedikleri bir yöne kayacağından endişe ediyorlar.
2008-2009 ekonomik krizini iyi yönetemeyip ABD ve Çin gibi küresel güçler karşısında göreceli olarak geriye düşen, 2020’de Kovid-19 salgını nedeniyle yaşanan krizi yönetme konusunda da oldukça başarısız bir görüntü veren Avrupa’nın, Rusya ve Çin kaynaklı meydan okumalara karşı da bugüne kadar izlediği politikanın oldukça zayıf ve yetersiz olduğu görülüyor. Ancak devam eden bu meydan okumalar karşısında doğru politikalar üretememesi durumunda Avrupa’nın uluslararası siyasal sistemdeki yeri giderek önemsizleşecektir. Bugünün siyasetçilerine bakıldığında ne Almanya ve Fransa’da ne de İngiltere, İtalya ve diğer bölge ülkelerinde Avrupa’yı içinde bulunduğu ataletten çıkaracak ve birleştirici bir rol oynayacak bir siyasi figürün var olmadığı görülüyor.