İran’da 13. dönem cumhurbaşkanlığı seçimleri 18 Haziran 2021’de gerçekleşti. Seçimleri İran’ı takip eden neredeyse herkesin tahmin ettiği üzere Yargı Gücü Başkanı İbrahim Reisi kazandı. Reisi’nin zaferi sürpriz değildi. Zira asıl sürpriz seçim sürecinde yaşanmıştı. Muhafızlar Konseyi (MK) adaylık için başvuran 592 kişiden yalnızca 7 tanesini, yani başvuranların yüzde 1,18’ini kabul etmişti. MK her seçim döneminde kararlarıyla tartışma doğuran bir kurum. Genel olarak başvuran aday adaylarının yüzde 1-2’sini kabul ediyor. Ancak bu kez durum daha farklıydı. Çünkü bütün seçimlerde numunelik de olsa farklı hiziplerden bir ya da iki adaya izin veriliyordu. Ancak bu kez onaylanan adaylar arasında reformist ya da ılımlı kesimin önde gelen temsilcilerinden hiçbiri yoktu. Bir diğer ifadeyle seçimlerde göstermelik bile olsa rekabetten söz edebilmek güçtü. İşte bu tablo, İran İslam Cumhuriyeti tarihinde istisnai bir durumdu.
Yargı Gücü Başkanı İbrahim Reisi’nin zaferi için sahne hazırdı. Ancak söz konusu siyasal mühendisliğin de bir bedeli olacaktı. Zaten son yıllarda siyaset kurumuna güveni iyice zayıflayan İran seçmeni, seçimlerin ve sonuçlarının dizayn edildiğine ve gerçek bir değişimi mümkün kılmayacağına dair endişeleri sebebiyle sandıktan soğudu. 18 Haziran seçimleri İran tarihinde rekor bir katılım düşüklüğüne sahne oldu. Oy verme zamanı defalarca uzatılmasına, hatta 19 Haziran’ın ilk saatlerine sarkıtılmasına rağmen İçişleri Bakanlığının açıklamasına göre oy verme ehliyetine sahip seçmenin yalnızca yüzde 48,8’i oy kullanmıştı. 17 milyon 926 bin 345 oyla toplam oyların yüzde 61,95’ini alarak cumhurbaşkanı seçilen Reisi’nin en yakın rakibinin 3,7 milyon (yüzde 12,88) geçersiz oy olması da ayrıca tartışılması gereken bir husus. İran seçmeni, tepkisini sadece sandığa gitmeyerek değil sandığa gidip geçersiz oy kullanarak da göstermişe benziyor. Sonuçların ardından hem Reisi döneminde İran siyasetinin nasıl şekilleneceği hem de seçimlere katılım düşüklüğü ile ifadesini bulan devlet ve toplum arasındaki açıklığın nasıl yönetilebileceği soruları sorulmaya başlandı.
Muhafazakarların Mutlak Üstünlüğü
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından İran siyasetinde yeni bir sayfa açıldığı görülmektedir. İran’daki siyasal hizipler (muhafazakarlar, ılımlılar ve reformistler) arası dengenin yeniden şekilleneceği söylenebilir. 1990’ların ortalarından itibaren (Ahmedinejad dönemi hariç olmak üzere) reformistler ya da ılımlılar şu ya da bu şekilde yasama ya da yürütme aygıtında mutlaka yer almışlardı. Ahmedinejad döneminde ise muhafazakar kanadın birlik halinde hareket ettiğini söylemek güçtü. Zira Ahmedinejad, çok geçmeden Hamaney ve çevresiyle problemler yaşamaya başlamış ve sistemin dışına doğru itilmişti. Reisi’nin cumhurbaşkanlığıyla birlikte Hamaney, ilk kez üç kuvvet üzerinde de yüksek oranda kontrole kavuşmuş oldu. Bundan sonraki aşamada ekonomi, siyasal haklar, medya, insan hakları gibi konularda ipler tamamen Hamaney ve ekibinin elinde olacak. Örneğin, ekonomide reformcuların serbest piyasaya olan temayüllerinin aksine devletçi bir ekonominin söz konusu olacağı söylenebilir. Siyasal alanın kontrolü tamamen Hamaney’in elinde olacağından alternatif siyasal temsillerin bu tabloda yer bulmaları zor görünüyor. Öte yandan artık İran yönetiminin, başarısızlığın faturasını kesecekleri bir ılımlı cumhurbaşkanı da bulunmuyor. Artık tüm başarısızlıklar Reisi ve muhafazakarların karnesine işlenecek zira iktidar tamamen onların eline geçti.
“Reform Hareketi” Yolun Sonunda
Seçimlere katılım oranı reformist hareketin ana toplumsal tabanını oluşturan orta sınıf seçmenin bulunduğu metropollerde oldukça düşükken, kırsal bölgelerde ise oldukça yüksek olduğu gözlerden kaçmamalıdır. Örneğin, Tahran’da katılım oranı yüzde 34,38 olurken bu oran Horasan Cenubi vilayetinde yüzde 74,22’yi bulmuştur. İsfahan’da yüzde 43,8 olurken Kirman, Sistan ve Belucistan, Mazenderan, Horasan Şomali ve İlam gibi vilayetlerde yüzde 60’ın üzerine çıkmıştır. Bu tablo çok temel bir toplumsal saflaşmayı işaret etmektedir. Muhafazakarların toplumsal tabanı siyasete olan inancını korumaktadır ve müesses nizama bağlı kalmıştır. Öte yandan neredeyse her seçimden önce vurgulanan, katılımın düşük olmasının muhafazakar cenahın lehine olduğu şeklindeki tespitin de doğruluğunu göstermektedir. Gerçekten de İran’da katılım oranlarının yüksek olduğu seçimleri şimdiye kadar büyük oranda reformist ya da ılımlı siyasetçiler önde götürmüştür. Bu seçimde genel katılımı düşüren faktörün, ılımlı ve reformist seçmenin sandığa sırtını çevirmesi olduğu görülmektedir. Üstelik Hatemi, Kerrubi ve Nebevi gibi reform hareketinin sembol isimlerinin çağrılarına rağmen, reformist seçmen sandığa teveccüh göstermemiştir. Reform hareketi yolun sonuna gelmiş gibi görünüyor.
Seçimlere katılım oranının düşüklüğü, ilk etapta İran siyasetinde güçlü bir meşruiyet bunalımı sonucunu akla getirse de bu rahatsızlığın siyasal sonuçlar üreteceği çıkarsamasını yapmak için elde yeterli delil bulunmuyor. Katılım oranının düşüklüğü bir göstergedir. Sebepten ziyade bir sonuçtur. Toplumsal rahatsızlığın barometresidir. Ancak siyasal bunalım ya da dönüşümler için başka değişkenlere de bakılmalıdır. Örneğin, muhafazakarlar dışındaki figürlerin de önemli bir kısmı Muhafızlar Konseyi’nin kararına muhalefet etseler de seçimlere katılmışlar ve halkı da sandığa davet etmişlerdir. Yukarıda işaret edildiği üzere Hatemi, Kerrubi, Nebevi, Ruhani Cihangiri gibi isimlerin boykot fikrine karşı çıktıkları görülmüştür. Ayrıca yine çoğu reformist ve ılımlı siyasetçi, Reisi’yi başarısından ötürü tebrik etmişlerdir. Böylelikle de müesses nizamın yanında olduklarını göstermişlerdir.
Batı Ülkelerine Değil Komşulara Öncelik
İran’ın yeni cumhurbaşkanı, seçimden sonra yaptığı ilk basın toplantısında ABD Başkanı ile görüşmeyi düşünüp düşünmediğine ilişkin soru üzerine sert bir şekilde “hayır!” cevabını verdi ve başka bir kelime söylemedi. İran cumhurbaşkanlarının ABD başkanlarıyla görüşmemesi yönündeki teamülün sürdürüleceği ve ABD ile herhangi bir normalleşme sürecinin ufukta görülmediği anlamına geliyor bu. Ancak Reisi nükleer müzakere sürecine devam edileceği ve bir an önce anlaşmanın yapılması gerektiğinin de sinyallerini verdi. Dolayısıyla İran, yaptırımların kaldırılması için dünya güçleriyle diplomatik faaliyetlerine devam edecek. Ancak Reisi ve muhafazakar kanat, Ruhani ve ekibi gibi dış politika kapasitesinin büyük bir kısmını nükleer diplomasiye tahsis etmeyecekler. Özellikle ABD’nin yeniden anlaşmadan çekilebileceğine dair bir güvensizlik, Reisi’nin nükleer müzakerelere yaklaşımına yön veriyor. Bu sebeple yeni cumhurbaşkanı, nükleer anlaşmaya itiraz etmeyecek ancak tüm yatırımını da ona yapmayacak.
Reisi ilk basın toplantısında dış politikada önceliğin komşular olacağını söyledi. Reisi ve ekibinin, Ruhani döneminde komşulardan ziyade ABD ve Batı ile ilişkilere önem verildiğini ve bunun yanlış olduğunu düşündükleri biliniyor. Reisi, Suudi Arabistan ile başlayan normalleşme sürecinin devam edeceğini ve sonuca ulaştırılacağını da vurguladı. İran ve Körfez Arap ülkeleri ilişkilerinin normalleşmesi, İran’a güvenlik ve ekonomi açısından oldukça fayda sağlayacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan da seçimlerin ardından Reisi’yi ilk tebrik eden dünya liderleri arasındaydı. Erdoğan, İran ile ilişkilerin geliştirilmesine olan isteğini vurgularken Covid-19 pandemisinin ardından Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi toplantısı için ilk fırsatta İran’ı ziyaret etmek istediğini de söyledi. Türkiye-İran ilişkilerinin de yeni dönemde olumlu yönde ivme kazanacağı öngörülebilir. İki ülke arasında yalnızca ekonomi konusunda değil bölgesel sorunlar konusunda da diyaloğa ihtiyaç olduğu su götürmez bir gerçek.
Yeni seçilen Cumhurbaşkanı Reisi, İran’ın balistik füze programı ve bölgesel siyasetinin müzakere konusu edilmeyeceğini net bir şekilde belirtti. Irak, Yemen ve Lübnan’daki Şii silahlı grupların liderleri, Reisi’nin cumhurbaşkanlığını vakit kaybetmeden tebrik ettiler. Ayrıca Hamas lideri İsmail Haniye de Reisi’ye tebrik mesajı gönderdi. Yeni dönemde de İran’ın bölgesel faaliyetlerinde süreklilik bekleniyor. Zaten Tahran’ın bölgesel siyaseti cumhurbaşkanından ziyade dini lider ve Devrim Muhafızları Ordusu tarafından belirleniyordu. Hamaney’e yakın bir isim olarak Reisi bu anlamda da uyumunu koruyacaktır. Üstelik nükleer anlaşma imzalandıktan sonra kaldırılacak yaptırımların sağlayacağı ekonomik getirinin de İran’ın bölgesel faaliyetlerini, özellikle silahlı Şii milis gruplarına sağlanan maddi destek artacağından, besleyeceği öngörülebilir.
Sonuç
Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle beraber İran’da yeni bir dönem başladı. İç siyasette güçler ayrılığı prensibini erozyona uğratacak şekilde yasama, yürütme ve yargı tek bir hizbin kontrolüne geçti. İran siyasetindeki kısmi çoğulcu yapının kısa vadede yaşama şansı bulamayacağı muhakkak. Elbette Hamaney etrafında kümelenen muhafazakar elitlerin uzun vadede bir arada kalacakları şüpheli. Bugüne kadar Hamaney ile birlikte hareket eden önemli isimler er ya da geç dini liderle bir yol ayrımına vardılar. Elbette Reisi’nin seçilmesi, Hamaney sonrası için konuşulan senaryolarda da kendisini başrole oturtan bir gelişme. Hamaney’in kendinden sonraki dini lider olarak Reisi’yi hazırladığı yıllardır dillendiriliyordu. Ancak bu iktidar değişiminin gerçekleşebilmesi için Reisi’nin cumhurbaşkanı olması önemli. 2017 seçimlerinde Ruhani’ye kaybettiği zaman 2021’de yeniden aday olacağı gündeme gelmişti. Reisi sonunda arzuladığı makama ulaştı. Ancak hala önünde birtakım engeller bulunuyor. Seçimin düşük katılımlı ve rekabetten yoksun olması halk nezdindeki meşruiyetini ve bir politikacı olarak itibarını sarsıyor. Öte yandan yeni cumhurbaşkanının ABD’nin yaptırım listesinde yer alması da uluslararası alanda elini zayıflatıyor. Reisi’nin güçlü bir liderlik için bu iki alandaki engellerin üstesinden gelmesi gerekecek.