Kriter > Dış Politika |

Batı, Türkiye’den Neden Rahatsız?


Batı’da Türkiye’nin attığı adımların sonuçları takdir görmekte ve Türkiye’nin hem savaş düzenini hem de barış düzenini değiştirmeye yönelik adımları yakından takip edilerek kayda geçirilmektedir. Ancak mezkur adımların, Türkiye tarafından atılıyor oluşu rahatsızlığa neden olmaktadır. Türkiye’nin tavırları ezber bozmakta ve Batılıların oluşturdukları şablonları zorlamaktadır.

Batı Türkiye den Neden Rahatsız

Batı basını, akademisi ve karar alıcılarının Türkiye’ye dair değerlendirmeleri basmakalıp ezberlerle dolu. Türkiye’nin içinden geçmiş olduğu değişimi, yaşamış olduğu dönüşümleri, karşı karşıya kalmış olduğu sorunları ve bu sorunları gidermeye yönelik attığı yenilikçi adımları tam olarak algılayamamaktalar. Bunun temel nedeni de Türkiye’ye dair yaklaşımlarının belirli şablonlara sıkışması ve yeni gelen bilgileri bu şablonlar çerçevesinde filtreleyen bir yaklaşıma sahip olmalarıdır. Bu şablonlar, kendilerine dair bilgiyi belirli bir formülde tutmanın yanı sıra “öteki”yi de kendi görmek istediği formatlara sıkıştırmaktadır.

AB liderlerinin Ankara ziyareti esnasında yaşanan “koltuk krizi”, ABD Başkanı Joe Biden’ın sözde “Ermeni soykırımı” ile ilgili açıklaması, Türkiye-AB ve Türkiye-ABD ilişkilerinde yaşanan gelgitler ve Türkiye’nin son dönemde terörle mücadele ve ulusal güvenliğini sağlama konusundaki askeri performansına dair Batı’da çıkan haksız ve tek yanlı yorumlar, bu çarpık bakış açısı ve kendi kendini teyit etmeye çalışan yaklaşımın ürünüdür. Türkiye’nin özellikle askeri teknoloji alanında atmış olduğu adımlar, Türkiye’nin hasımlarınca bile takdir görmektedir ancak diğer konulardaki çabalar bu basmakalıp şablonlar arasında kaybolmaktadır.

Türkiye’nin Batılı “müttefikleri” Türkiye’nin uluslararası arenadaki çıkışlarını, çoğu zaman öngörülemez bulmaktadırlar. Neticeleri kendileri açısından olumlu olacak olsa bile bu öngörülemezliğe, alan açmamaya çabalamaktadırlar. Batı; çok uzun süredir kendi güvensizliklerini, belirsizlikler ve bilinmezlik karşısındaki korkularını, Türkiye üzerinden tanımlama eğiliminde. Sınırın öte tarafına baktığında tam olarak tanımlayamadığı ne kadar korku, kaygı ve belirsizlik varsa, tüm bunları Türkiye ve Türkler üzerinden canlandırıyor zihninde.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, AB Konseyi Başkanı Charles Michel ve Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, AB Konseyi Başkanı Charles Michel ile Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen’i kabul ettiği görüşmede AB protokolünün yönlendirmesiyle Leyen’e koltuk ayarlanmaması krize sebep oldu. AB’nin kendi içindeki güç savaşları Ankara’da kendisini bu şekilde gösterdi. (Murat Kula/AA, 6 Nisan 2021)

 

Türkiye’nin Uluslararası Sistemde Oynadığı Roller Nasıl Algılanıyor?

Türkiye’nin güçlü ve dirençli bir aktör görüntüsü ile kendi ulusal çıkarlarını tehdit eden çevrelere meydan okuması, Batı’da etkili mecralar tarafında yakından takip ediliyor. Özellikle güç odaklarında yer alan mahfiller, Türkiye’nin bu tavrına anlam vermekte güçlük çekiyorlar. Türkiye’nin bu cesur tavrı, çoğu zaman “boyunu aşan işlere girişmek”, sisteme ve “müesses nizama kafa tutmak” şeklinde yorumlanıyor. Türkiye’nin çizgiyi aştığı iddia edilmekte ve hakim uluslararası aktörlerle daha uyumlu çalışması gerektiği sıkça dile getiriliyor. Ancak uluslararası sistemin yapısı, böylesi bir durumda Türkiye gibi aktörleri hep edilgen konumda tutacak bir niteliğe sahiptir. Statüko ile uyumlu adımlar atan aktörler, “makul aktörler” şeklinde algılanmaktadır. Türkiye ise yerleşik kalıpların dışında bir söylem ve eylem içerisindedir. Bu nedenle, Batı, Türkiye’yi revizyonist ve hatta yayılmacı bir aktör şeklinde konumlandırmaya çalışıyor.

ABD ve AB’nin son yıllarda Türkiye’yi zorlamaya yönelik ve Türkiye’nin ulusal çıkarlarını tehdit eden adımlar atmaktan çekinmemelerinin temel gerekçesi, Türkiye’nin bağımlılık ilişkisinden çıkma yaklaşımını cezalandırma çabalarıdır. Bu çabalar, Türkiye’ye zarar vermiş olmasına rağmen, Türkiye’nin stratejik otonomisini genişletme ve müstakil adım atma yaklaşımını sekteye uğratmamıştır. Aksine Türkiye’ye yönelik başta müttefikleri tarafından uygulanan sıkıştırma politikası, Türkiye’yi otonomisini genişletme konusunda daha fazla motive etmiştir.

Türkiye’nin oyun bozucu ve sistemi zorlayan adımları, kendi oluşturdukları çizgilerin ne kadar boş ve temelsiz olduğunu da ortaya çıkartmaktadır. Türkiye’nin cesur tavrını takdir eden ve kendi ülkelerinin de benzer bir çizgide hareket edebilmiş olmasını isteyen kesimlerle de karşılaşılmaktadır. Ancak bu kesimler bile küresel sistemin etkili aktörlerine kafa tutmanın oldukça cesur ve maliyetli bir yaklaşım olduğunu dile getirmektedirler.

Batı’da siyasi hamleler, umumiyetle kar-zarar hesabı üzerinden yapılan rasyonel hesaplamalar üzerinden kararlaştırılmaktadır. Yani karar alıcılar, kendi çıkarlarını maksimize etme yaklaşımı ile adımlar atmakta, muhataplarının da benzer saiklerle hareket ettiklerini düşünmektedirler. Bu nedenle Türkiye’yi kendi hedefleri doğrultusunda bir politikaya ve istikamete zorlamak istediklerinde, planlı bir hareket tarzını devreye sokmaktalar. Bu hareket tarzı ve yaklaşımları, istedikleri neticeleri üretmediğinde ise öfkelenerek irrasyonel tepkiler vermeye başlıyorlar. Batı’da Türkiye karşıtlığı son dönemde irrasyonel bir biçimde genişliyor. ABD ve Avrupalı karar alıcılar daha da öncelikli tehdit kalemlerini ikinci plana iterek, rahatsız edici tavırları ile Türkiye’yi sıkıştırmaya çalışıyorlar.

Türkiye’nin bazen rasyonel hesapların dışına çıkan yaklaşımları, muhataplarımızda kilitlenmelere neden olmuştur. Böyle durumlarda ise Türkiye’nin ve özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iş tutuş tarzını irrasyonel olarak tanımlamaktadırlar. Bu belirsizlik ve irrasyonellik görüntüsü, Batılı liderler ve karar alıcılar nezdinde kaygı oluştururken, Türkiye’nin muhatap olduğu Batı dışı ortamlarda ve özellikle de kamuoylarında takdir görebilmektedir. Özellikle Müslüman dünya kamuoyları, kendi elitlerinden farklı olarak Türkiye ve Erdoğan sempatisine sahip olabilmektedirler. Erdoğan’ın tavrı, Batı haricinde çok farklı ve genellikle olumlu bir şekilde algılanmaktadır.

 

Türkiye Neden İrrasyonel Bir Aktör Olarak Algılanıyor?

Batı dünyasındaki siyasetçi, iş çevreleri ve elitleri en fazla rahatsız eden şey ise Türkiye’nin öngörülemez bir ülke olarak görülmesidir. Türkiye’yi dost/düşman kategorisinde net bir yere konumlandıramamaktalar. Aksine yaşanan gelgitlere ve sıkıntılara rağmen Türkiye’nin kapısını çaldıklarında, beklemedikleri yapıcılıkta karşılıklar alabilmekte ve beklemedikleri destekleri bulabilmektedirler. Türkiye ile ilişkilerindeki ikircikli tavırlarına rağmen zor ve kritik konularda Türkiye’nin cesur duruşuna ihtiyaç duymaktadırlar.

Direnme iradesini salt maddi kapasite açısından değerlendirmiş olsalar, bu değerlendirmeye hak vermek mümkün olabilirdi. Ancak Türkiye’nin asıl gücü, bu direnci ve dirayeti gösterme iradesidir. Batı merkezli müesses nizamın kırmaya çalıştığı asıl şey de bu özgüven ve direnç iradesidir. Türkiye kendini Batı siyasi ve askeri ittifakının parçası olarak tanımlamaktadır. Türkiye’de bu konuda genel bir konsensüs söz konusudur. Öte yandan bu ittifak içerisinde hoşuna gitmeyen ve ilkeleri ile uyumsuz gelişmelere, siyasi pragmatizmin ötesinde tepkiler gösterebilmektedir.

Türkiye, eleştirilerini sistem içerisinde dile getirme çabası içerisinde olmuştur. Asıl değerli olan ve sistemin muhafızlarını huzursuz eden de bu yaklaşımdır. Bu irade, direncin ve tavrın başka ülkelere ve başka toplumlara da örnek teşkil ederek kendi kurguladıkları sistemi tehdit edeceğini düşünmektedirler. Türkiye’nin göstermiş olduğu yaklaşıma benzer direnci gösteren başka ülkeler de mevcuttur. Örneğin İran, Rusya hatta Hindistan bile bu pozisyonda tanımlanabilir. Ancak bu aktörler, kendilerini varoluşsal olarak sınırın öte tarafında tanımlamaktalar. Bu ülkelerin sisteme ve mevcut küresel güç dağılımına dirençleri, dışsal bir direnç olarak algılanmaktadır. Türkiye ise göstermiş olduğu tavırla bir anarşist ve salt muhalif değil, değişim ve adalet talep eden reformcu bir tavrı ortaya koymaktadır.

Türkiye’nin savunma sanayiinde, özellikle de İHA ve SİHA üretiminde, son dönemde almış olduğu mesafe, birçok analist tarafından oyun değiştirici hamle olarak algılanmıştır. Türkiye İHA ve SİHA’lar ile bölgesel bir güç haline gelmiş ve Libya, Suriye ve Karabağ’da çatışmaların kaderini değiştirmiştir. Nitekim ünlü Amerikalı siyaset bilimci Francis Fukuyama, bu konu ile ilgili bir yazı kaleme almıştır. Fukuyama ve diğer Batılı analistler, bir yandan bu duruma dair hayranlıklarını ve Türkiye’nin insani krizi önleme konusundaki çabalarını överken, diğer yandan süper güç dünyasında yeni bir aktörün belirmesinden duydukları rahatsızlıklarını dile getiriyorlar. Yani dünyada mazlumları ve demokrasiyi kurtarma misyonunu da kendilerinden başkalarına yakıştıramıyorlar. Benzer bir yaklaşımı Avrupalı siyasetçi ve analistler de sessizce dile getiriyor. Türkiye’nin Libya ve Suriye’deki adımları övgüye mazhar olmaktadır. Karabağ krizinde de Rusya’ya rağmen gedik açılması son derece cesur bir tavır olarak kayda geçirilmektedir. Hatta ABD’nin oluşturduğu kalkana rağmen PKK/YPG’nin Kuzey Irak ve Suriye’de hedef alınması oldukça riskli, ancak Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından kritik bir tavır olarak algılanmıştır.

Türkiye tamamen kendi başına oyun kuramasa da büyük güçlerin oyunlarını bozabilecek bir konuma gelmiştir. Bu tavır, büyük güçlerin fiyakasını bozduğu için karşı tarafta yoğun bir hınca neden olmaktadır. Nitekim ABD Başkanı Joe Biden’ın Ukrayna krizinin ortasında Türkiye’ye düşmanlık ederek, Soykırım yalanını dile getirmesi bunun bir yansımasıdır. Türkiye karşıtı öfke ve nefret, Türkiye’nin “sözde müttefiklerini” bile kendi çıkarlarının hilafına düşmanca adımlar atmaya itmiştir. Bu tavır özünde son derece irrasyonel bir tavır olsa da fiyakalarının bozulmasına bir tepki göstermeyi zorunluluk olarak algılamışlardır.

Türkiye’nin ilk yerli ve milli SİHA’sı Bayraktar TB2

Türkiye’nin ilk yerli ve milli SİHA’sı Bayraktar TB2, 300 bin uçuş saatini başarıyla tamamlayarak Türk havacılık tarihinde yeni bir rekora imza attı. (Baykar/AA, 22 Şubat 2021)

 

Batı’nın Ahlaki Üstünlüğü Artık Sorgulanıyor

Amerikan başkanı ve onun yaklaşımına yakın diğer aktörleri asıl rahatsız eden Türkiye’nin oyun değiştirici bir askeri kapasiteye sahip olması değil, kendi ahlaki üstünlüklerinin sorgulanır hale gelmesidir. Kontrollerini ellerinde bulundurdukları uluslararası kurum ve iş birliği mecralarını, barış ve istikrar için değil kendi çıkarları için kullanmaktadırlar. Türkiye’nin, Suriye’de, Libya’da ve Karabağ’da bu durumu açığa çıkarması, adalet ve kendi güvenliği için adımlar atması, aynı zamanda yerleşik aktörlerin ahlaki duruşlarını sorgulanır hale getirmiştir. Bunca kapasiteleri ve güçleri olmasına rağmen, neden barış ve adalet için adım atmadıklarını açık etmektedir, Türkiye’nin tavrı. Türkiye’nin tek başına Libya’da, Suriye’de ve Karabağ’da oyun değiştirici hamleleri, Batı’nın ahlaki üstünlüğünü perdeler hale gelmiştir. Bu aktörleri asıl rahatsız eden Türkiye’nin İHA/SİHA kapasitesi değil bu yaklaşımı ve tavrıdır.

Batılı aktörler Türkiye’nin ahlaki duruşu ve adalet söyleminden son derece rahatsızlık duymaktadırlar. “Ermeni soykırımı” iddiaları, Türkiye’nin İslamcıları ve aşırıcıları desteklediği iddiaları ve Erdoğan yönetimini otoriterlikle suçlamak, bu mücadelenin aparatları haline gelmiştir. Uluslararası aktörler, medya ve akademi bu söylemleri ön plana çıkararak Türkiye’nin Suriye’de, Libya’da, Somali’de, Afganistan’da, Karabağ’da, Filistin’de ve Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü muhafaza etmek için attığı adımları gölgelemeye çalışmaktadır.

Türkiye açısından rahatsız edici olan bir diğer gelişme ise bütün bu söylemin, uluslararası aktörlerin yerli piyon, işbirlikçi ve muhbirlerince de yüksek bir sesle dile getirmeleridir. Kendi ülkelerini, Batılı aktörlerin oluşturduğu şablonlarla ve ön yargılarla gözlemleyen ve mahkum etmeye çalışan bu kesim, benzer bir eleştirelliğin onda birini Batılı nizama karşı gösteremiyor. Kendilerini muhalif olarak tanımlayan bu kesimin siyasetçilerinin, gazetecilerinin ve akademisyenlerinin görev alanları kendi ülkeleri ile sınırlandırılmış durumda. Türkiye sınırları dışında konuşmaları ve Batı’ya dair eleştiride bulunmaları, kesin bir şekilde kısıtlanmıştır. Ama bu kesim, her şeye rağmen kendilerine biçilmiş görevi yerine getirmiş olmalarından dolayı sırtlarının sıvazlanmasından yoğun bir tatmin hissi yaşamaktadır.

Batı’da Türkiye’nin attığı adımların sonuçları takdir görmekte ve Türkiye’nin hem savaş düzenini hem de barış düzenini değiştirmeye yönelik adımları yakından takip edilerek kayda geçirilmektedir. Ancak mezkur adımların, Türkiye tarafından atılıyor oluşu rahatsızlığa neden olmaktadır. Türkiye’nin tavırları ezber bozmakta ve Batılıların oluşturdukları şablonları zorlamaktadır. Türkiye’nin Batı açısında sorun teşkil etmesinin asıl nedeni Batı’ya coğrafi, kültürel ve siyasi açıdan yakın olmasına rağmen farklı bir zihniyetle hareket etmeye çabalıyor oluşudur. Şüphesiz Türkiye büyüklüğündeki bir ülkenin dünya sistemini kendi başına dönüştürmesi mümkün değildir ancak Türkiye’nin eleştirileri ve attığı adımlar, işlevsiz statüko üzerinde basınç oluşturmaktadır. Türkiye’ye karşı oluşturulan direncin ve baskının asıl nedeni ise bu basıncın Türkiye’nin sıkıştırılarak bertaraf edilmesi çabasıdır.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası