11-12 Temmuz tarihleri arasında Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta gerçekleşecek olan NATO Zirvesi geçtiğimiz yılki Madrid Zirvesi gibi tarihi bir önem taşıyor. Uluslararası güvenlik ortamını derinden sarsan Rusya’nın Ukrayna saldırısının ikinci yılında, Avrupa’nın savunma kabiliyetinin artırılması, NATO müttefiklerinin temel gündem maddesi olacak. Geçtiğimiz yıl gerçekleştirilen Madrid Zirvesinde NATO, yeni stratejik konseptini benimsemiş ve Rusya’yı Avro-Atlantik bölgesindeki barış ve güvenlik ortamına yönelik en büyük ve doğrudan tehdit olarak tanımlamıştı. Buna karşı koymak adına, geçen bir yıllık süre boyunca NATO kapsamında askeri ve bürokratik adımlar atıldı. Benzer şekilde Vilnius Zirvesinde de ittifakın doğu kanadının güçlendirilmeye devam edilmesi, Ukrayna’ya olan desteğin geleceği ve bürüneceği şekil ile ittifak üyesi ülkelerin askeri harcamalarının artırılması asli hedefler olarak öne çıkıyor.
Doğu Kanadın Güçlendirilmesi
NATO’nun Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı başladığından bu yana en önemli önceliği doğal olarak ittifakın doğu kanadının güçlendirilmesi oldu. Bu kapsamda başta harbe hazırlık seviyesinin artırılması olmak üzere çeşitli tedbirler alındı. Bulgaristan, Macaristan, Romanya ve Slovakya’da yeni çok uluslu savaş grupları kuruldu ve konuşlandırıldı. Bulgaristan ve Macaristan’da konuşlanan savaş gruplarında Türk askeri de görev yapıyor. Daha önce 2017’den itibaren Estonya, Letonya, Litvanya ve Polonya’da savaş grupları konuşlandırılırken, yeni düzenlemelerle NATO’nun savaş grubu sayısı sekize yükselmiş oldu. Ayrıca, önceden konuşlu bulunan savaş gruplarındaki asker sayıları artırılırken, bazı ülkeler NATO kapsamı dışında da çeşitli askeri birlikler konuşlandırmaya başladı. NATO müttefiklerinin halihazırda amaçları arasında savaş gruplarının büyüklüğünün tabur seviyesinden tugay seviyesine çıkarmak bulunuyor. Dolayısıyla, önümüzdeki yıllarda NATO’nun Doğu Avrupa’da bulunan askeri varlığı giderek artış gösterecektir.
Ukrayna’ya Destek ve Ukrayna’nın Muhtemel NATO Üyeliği
NATO müttefikleri ve NATO’nun yakın ortakları, savaşın başlangıcından bu yana Ukrayna’ya artan oranda askeri destek sağladılar. Zamanla desteğin niteliği de değişti ve önceden Rusya’nın “kırmızı çizgilerini” aşmamak adına kaçınılan bazı hamleler uygulamaya konuldu. Örneğin, çokça tartışmaya konu olduktan sonra Almanya Ukrayna’ya Leopard tankı sevkinin önünü açmayı kabul etti. İngiltere Challenger tankları sağladı. Polonya ve Slovakya MİG-29 uçaklarını verdi. Verilen askeri destek savaşın seyri üzerinde önemli bir etkide bulundu. Ukrayna’ya sağlanan askeri yardımlarla NATO üyelerinin envanterindeki Sovyet yapımı silahların hızlı bir şekilde çıkarılma süreci başladı. Bunların yerini çoğunlukla Amerikan askeri teçhizatı almaya başladı. Gelinen noktada sağlanan yoğun askeri destekle birlikte, Ukrayna ordusunun savaş öncesine göre oldukça modernize bir seviyeye ulaşmış olduğu kabul ediliyor.
Ancak Ukrayna, askeri desteğin -en azından uzun vadede- yeterli olduğunu düşünmüyor. Vilnius Zirvesi yaklaşırken, Ukrayna’nın temel hedefi, NATO tarafından kendisine üyelik doğrultusunda bir yol haritasının sunulması. Bu hususta, Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski ve üst düzey Ukraynalı yetkililer sık sık açıklama yaparak, NATO üzerinde bir baskı oluşturmayı başardılar. Hatta NATO’dan bu yönde bir sinyal gelmemesi durumunda Zelenski’nin zirveye katılımının bir anlamı olmayacağı ifade edilerek, bu baskı artırıldı. Bu şekilde, Ukrayna’nın gelecekteki muhtemel NATO üyeliği ve o döneme kadar sağlanabilecek güvenlik garantileri Vilnius Zirvesi öncesinde ana gündem maddelerinde biri haline geldi.
Geçtiğimiz yıl Eylül ayında Zelenski, Ukrayna’nın fiili olarak zaten bir NATO üyesi olduğunu ve bunu resmi bir niteliğe kavuşturmak için NATO üyeliğine başvurduklarını açıklamıştı. Şu anda ise bu başvuruya cevap olarak, Ukrayna üyeliğe davet bekliyor. Ukrayna’ya göre, savaş sona erdiğinde NATO’ya katılım mümkün olmazsa Rusya ile yeni bir savaşın kaçınılmaz olacak ve bunu engellemenin tek yolu ancak NATO üyesi olduklarında Rusya’ya karşı sağlanacak caydırıcılık.
Ukrayna’nın NATO üyeliği ancak savaş bittikten sonra mümkün olacakken ara dönemde somut güvenlik garantileri içeren net bir yol haritasının çizilmesi zor olacaktır zira güvenlik garantileri doğası gereği muğlaklık gösterecektir. Belirsizlik ortamında ise birçok ülkenin bu tarz taahhütler altına girmekten kaçınması ve daha çok Ukrayna’ya verilen askeri desteğe devam etme arzusu göstermesi daha olasıdır. Ancak ABD’nin açık bir sorumluluk alması durumunda bu açmaz çözülebilir.
Askeri Harcamaların Artırılması Hedefi
Eylül 2014’te gerçekleşen Galler Zirvesinde NATO müttefikleri, her bir üye ülkenin askeri harcamalarının gayri safi yurtiçi hasılasının en az yüzde 2’sine denk gelecek şekilde artırılması üzerinde anlaşmıştı. Az sayıda ülke bu oranı -yüksek tehdit algılarından dolayı- geleneksel olarak zaten sağlarken, çok daha fazlası sosyal ve ekonomik harcamalarından vazgeçmeye gönülsüz olduklarından yüzde 2 rakamına ulaşamadılar. Yine birçok NATO müttefiki başta Amerikan askeri varlığı olmak üzere NATO güvenlik şemsiyesinin verdiği konforla bu artışa gitmekten özellikle kaçındı.
Halihazırda NATO üyelerinin çok büyük çoğunluğu bu hedefi gerçekleştirmemiş durumda. Buna rağmen, Ukrayna’daki savaş sebebiyle, yüzde 2 oranının da yeterli olmadığı ve güncellenmesi gerektiği ifade ediliyor. Bu oranın ulaşılması gereken bir üst sınır değil, üzerine daha fazla konulması gereken bir alt sınır olarak ele alınması öneriliyor. Geçtiğimiz dönemde edinilen tecrübe ise bunun gerçekleşmesinin kolay ve hızlı olmayacağını gösterdi.
NATO ve Büyük Güç Mücadelesi
Amerikan-Çin rekabetinin geldiği nokta itibarıyla artık Çin, NATO nezdinde de belirli bir algıya ve tasvire kavuştu. Bunun yanında Çin’in Ukrayna’daki savaşa yönelik tutumu ve Rusya ile artan ticaret hacmi dikkatli bir şekilde izleniyor. Bazı çalışmalar, Çin’in Rusya’ya sivil amaçlı İHA sistemleri, silah yapımında kullanılabilecek elektronik parçalar ve ileri teknoloji ürünler sağladığını iddia etti. Dolayısıyla Ukrayna’daki savaş aslında büyük güç rekabetini ve uluslararası kamplaşmayı hızlandıran da bir etki üretti. Amerikan-Çin rekabetinin, Batı tarafından kurallara dayalı uluslararası düzenin korunması şeklindeki tasviri güç kazandı. Avustralya, Yeni Zelenda, Japonya ve Güney Kore gibi ülkelerin geçen sene olduğu gibi bu sene de NATO zirvesine davet edilmeleri bu eğilimin en açık göstergelerinden biri. Dolayısıyla, önümüzdeki süreç -özellikle de Ukrayna’daki savaşın uzaması durumunda- dengeli hareket etmeyi tercih eden devletler üzerindeki baskının arttığı, kamplaşma eğiliminin yükseldiği bir uluslararası sisteme işaret ediyor.
İsveç’in Muhtemel Üyeliği
Rusya’nın Ukrayna saldırısı sonrası tarafsızlığını terk etmek ve NATO’ya katılmak isteyen İsveç’in üyeliği, başta PKK olmak üzere, terörizmle yeterince mücadele etmediği için Türkiye tarafından engellendi. Geçtiğimiz ay yeni terörle mücadelesi yasasını yürürlüğe koysa da İsveç’in söz konusu hususta attığı adımlar, Türkiye tarafından tatmin edici bulunmuyor. İsveç’te sürekli tekrar eden provakatif ve anlamsız eylemler, süreci zehirleyen önemli bir faktör olarak ortaya çıkarken, Türkiye’nin onayının alınmasına hiç yardımcı olmadı. Diğer taraftan Türkiye, Mart’ta Finlandiya’nın üyeliğini onaylayarak açık kapı politikasına olan tarihsel ve ilkesel desteğini gösterirken, Finlandiya’yı ayrı tuttuğunu göstererek de İsveç’e bir mesaj yolladı.
NATO müttefikleri nezdinde genel beklenti, Türkiye’deki seçimlerden sonra İsveç’in üyeliğinin hızlı bir şekilde onaylanacağıydı ancak bu beklenti gerçekleşmedi. Artık İsveç’in üyeliğinin zirvenin sonrasına kaldığı daha hakim bir görüş haline geldi. Ancak geçtiğimiz yılki Madrid’de bir çıkmazın aşılmasını sağlayan Üçlü Muhtıra, hızlı bir şekilde diplomatik bir uzlaşının ortaya çıkabileceğini göstermişti. Bu tarz büyük zirveler öncesinde son ana kadar çeşitli çözümlerin ortaya konma ihtimalini de göz ardı etmemek gerekir.