Siyasette hiper gerçeklik çağı hakikatten kopuşun ilk aşaması değildi, son aşaması da olmadı. Hakikat iddialarını öncelikle tarihsel ve zihinsel düzlemden ayakları üzerine oturtuyoruz diye pozitif duyusal dünyaya hapsetmiştik. Tek gerçeklik sosyoekonomik olandı. Daha sonra araçsal aklımızın yardımıyla rasyonel sistemler inşa ederek hakikati dayatmanın yolunu da keşfettik. Başaramayınca da çoğul hakikatlere teslim olduk. Bir önceki yüzyılı çoğul olana inancımızı da yitirerek kapattık. Artık gerçekliğin hiç yaşanmadığını düşünüyorduk. Hatta söylemsel iktidar yoluyla kurulan tabiyetler ve özneleşmeler bile bize bir şey söylemez olmuştu. Bugün ise artırılmış gerçeklikler dünyasında bir fener arıyoruz.
1980 Darbesi’yle kozaya hapsedilmiş CHP’nin yeniden canlandırıldığı 90’lardan bu yana aslında üç CHP gördük: Baykal’ın hakimiyetindeki yeni söylemlere alışmaya çalışan CHP, Kılıçdaroğlu’nun kendi dünyasından kopmuş hiper gerçek CHP ve İmamoğlu’nun artırılmış gerçekliği olarak CHP.
Baykal’ın CHP’si
Baykal’ın CHP’si postmodern çokkültürcü çağın tekil hakikatleri parçaladığı bir dönemde ortaya çıkmıştı. Bu nedenle sonradan ulusalcı siyasetin dümen suyuna girse de 90’ların başında siyasette yeni bir başlangıç yaptığında ilk işi Kürt raporu yayımlamak olmuştu. Daha sonra siyasette sol ve sağın dışında bir üçüncü yol tutturanları taklit etmişti. 1995 seçimlerinde rasyonel anlamda her şeyi doğru yapmıştı fakat barajın biraz üzerinde tutunmanın dışında bir başarı yakalayamamıştı. Hatta SHP sonrası siyasete ısınma aşamasında İsmail Cem ile Yeni Sol adlı bir kitap bile yayımlamıştı. Yeni solun kapitalist küresel ekonomiyle barışması sonrasında Baykal’ın CHP’si de sivil söylemleri çekinmeden dile getirmişti. Öyle ki 28 Şubatçılar Kürt siyasetini bölücü diyerek dışlarken 1999 seçimleri öncesinde Baykal onlarla müzakere yapmayı göze almıştı.
Diğer taraftan Baykal devletçiliğinin gereği olarak 28 Şubat hükümetlerini dışarıdan desteklemeyi de ihmal etmemişti. 1999 seçimleri Baykal’ın demokrasi, çokkültürlülük ve çoğul hakikatler üzerine kurduğu yeni sol söylemlerinin işe yaramadığını gösterdi. Baykal’ın CHP’si milliyetçi sola göz kırpan ve terör örgütü lideri Öcalan’ı yakalayan DSP hükümeti karşısında aşırı oy kaybına uğradı. Bu tarihten sonra Baykal’ın CHP’si de semboller dünyasını yeniden yarattı. Bu sefer Anadolu soluna kadar giden daha yerli bir sol söylemin işe yarayacağı söylenmekteydi. 2002 seçimlerine parti yerli sol söylemler inşa ederek girdi. Söylemin kendisinden ziyade 28 Şubatçıların ekonomik beceriksizliğinin iktidar otoritelerini ve onlarla hareket eden merkez sağ muhalefeti kökten yok etmesi seçimin sonuçlarını belirlemişti.
Baykal Anadolu solu söylemiyle bir kez daha küllerinden doğmuştu. 2002’de Meclisi AK Parti ile paylaşan CHP ilk zamanlarda iktidar partisi genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi yasaklarını kaldırıcı demokratik hamleler yapsa da daha sonradan gelişen Cumhuriyet mitingleriyle militarist bir dil kullanmaya başlamıştı. 27 Nisan e-muhtırası verilerek darbe yapıldığında seküler bir cumhurbaşkanı isteyen CHP de darbecilerin yanında yer almıştı. 90’ların başında yükselen demokratiklik tartışmalarını kendine rehber edinen CHP, 2004 sonrasında artan oranda darbe yanlısı gözükmüştü.
Baykal’ın CHP’si toplumsal değişimleri izlediğini düşünerek siyaset söylemi geliştirmekteydi. Demokratik söylemi işe yaramayınca Anadolu solculuğu bağlamında milliyetçi bir tona sonrasında da tamamen ulusalcı bir söyleme savrulmuştu. Cumhuriyet mitinglerinin aktörlerinin daha sonrasında CHP’de siyaset yaptığı görüldüğünde şaşırılmamıştı. Fakat politikasını söylemsel ve pragmatik olarak yeniden formatlasa da kaset darbesine dayanamayacak kadar gerçek olan Baykal sonrasında CHP siyaseti tamamen hiper gerçekliğe savrulmuştu.
Partinin Bozulan Kimyası
Hiper gerçeklik görülene değil sunulana inanmaksa Kılıçdaroğlu’ndan bir Gandi çıkarmak isteyenler aslında bir lider çıkarmış değiller, bizatihi partiyi ele geçirmişlerdir. Kılıçdaroğlu da bir hiper gerçeklik olarak lider olmuştur. Önceleri partinin güçlü hizipleri arasında uzlaştırıcı bir isim olarak herkesin kabullendiği ve yönetmeye çalıştığı Kılıçdaroğlu zamanla kendisini koltuğa oturtanların da yardımıyla partinin organlarını ele geçirmiştir. Herhalde bu konuda en pişman olanlar kendilerinin iktidarının devamı için parti tüzüğünü değiştiren ve koltuğundan olanlar olmuştur. 1950’de parti genel başkanı, genel sekreter ve parti meclisi bağlamında oturtulan delege ağırlıklı parti içi demokrasinin tüzükten sonra bir anlamı kalmamıştır. Kılıçdaroğlu sunulmuş gerçeklik olsa da partiyi ele geçirmekte zorlanmamıştır.
Aslında Baykal ile başlayan ama söylemsel düzlemi aşmayan kontrollü merkez sağa açılma eğilimi Kılıçdaroğlu ile partinin kimyasını bozacak bir hiper gerçekliğe savrulmuştur. Parti artık ne sadece Kemalistlerin ne de sadece sosyal demokratların partisidir. 2001 ekonomik krizi sonrasında bir daha toparlanamayan merkez sağın dışında zamanla öfkeli İslamcılar, merkeze eklemlenmek isteyen Kürtler, parti başkanından güç alan Aleviler, eski tüfek solcular ve genç sosyalistler CHP’yi kendi gerçekliğinden koparmıştır. Bu nedenle birçok CHP’li için de parti artık onların babalarının partisi değildir. Baykal dönemi özlemini duyanlar İnce ile partiyi fabrika ayarlarına döndürmeye çalışsa da başarılı olamamıştır.
Kılıçdaroğlu güçsüzlüğünün dayanılmaz cazibesini kullanarak partiye geleneksel tabanın dışından yeni isimler kazandırırken aslında partinin yapısını da geri dönülmez bir şekilde değiştirmektedir. Yine de Kılıçdaroğlu’nun bile siyaseten doğal sınırları vardır. Mesela Eyüp Sultan’da dua edebilir ama namaza durması inandırıcı olmayacaktır. Kasketi ve mavi gömleğiyle yoldaşlar diye seslenebilir ama Ankara bürokratlığı inandırıcılığını sınırlamaktadır. Gençlerin gönlünü çalan zekice kurgulanmış çizgi film kahramanı olabilir ama oyun konsolu eline tutturulsa kaç bölüm geçebilir bilinmez. Bu nedenle uzun zamandır orta destek düzeyinden kurtulamayan partinin ivme kazanması için hiper gerçeklik dünyasından artırılmış gerçeklik dünyasına geçmesi ve yeni bir lider tipolojisi yaratılması gerekmektedir.
Eğer artırılmış gerçeklikten kastımızın literatürdeki halinden ziyade abartılmış gerçeklik olduğu vurgulanırsa meramımız daha iyi anlatılmış olur. CHP artık her değeri abartılmış halde yaşamaktadır. Bolu beyinin makama otururken Kur’an ve bayrağı öpmesi bir orta yol arayışı değildir. Bir taraftan İttihat ve Terakki’ye göz kırpış diğer taraftan da milliyetçi dostlarına selam çakıştır. Yani kavganın bittiği değil başladığı yerdir. Nitekim ilk icraatları olan Suriyeli bir avuç mülteciyi açlığa mahkum edişi ve kendi ölçeğinde önemli sayıda işçiyi kendisinden olmadığı için kapıya koyuşu bir yumuşama değil sertlik gösterisidir.
Yeni lider adayı İmamoğlu’nun yumuşak ve orta yollu duruşunun mezara kadar değil seçime kadar olduğunu da kırılan kapılar, eş başkanlık gösterileri ve kopyalanan veriler yeterince göstermiştir. Aslında bir istisna olmayan Kaftancıoğlu’nun CHP için anlamını bizatihi İmamoğlu’nun duruşu gizlemektedir. CHP artık sadece Kılıçdaroğlu’nun tek sesli mesajlarına mahkum değildir. Kılıçdaroğlu artırılmış gerçeklikler dünyasında kendilerini lider gibi gösteren gözlükler takmış adamlarının orkestra şefi gibidir. Onun güçsüz görünüşü partinin Kürtçü, milliyetçi, muhafazakar liberal, sosyalist, Alevi ve İslamcı kanatlarını bir arada tutmaktadır. Fakat bütün bu kanatlardan liderlik şansı olan tek kanat muhafazakar liberal denilebilecek yeni ANAP kanadıdır. Semboller dünyası da bu tarafta yoğunlaşmaktadır. Bir anlamda muhafazakar liberal konseptle abartılmış CHP gerçekliği altında büyük bir buz kütlesini saklamaktadır. Naif toplumsallık ancak CHP’nin yönetsel hakimiyetinde çarptığı buz kütlesini fark edecektir.
İnce ve İmamoğlu
Asıl kötü haber ise yeni bir parti arayışına sahip olanlaradır. Siyasal hayatı zorladığı düşünülen AK Parti’ye karşı siyasette boşluk olduğunu düşünenler CHP’nin yeni halinden en çok zarar görenler olacaktır. Zira CHP, artırılmış gerçekler dünyasında yürüdüğünde birbirinden tamamen farklı toplumsal kesimleri sanal da olsa birleştirebileceğini görmüştür. Belki bu birleşme bir daha tekrarlanmayacak olsa da CHP en azından gelecek seçimde maçı kazandığını düşündüğü kadroyu ve taktiği koruyacaktır. Oysa yeni parti heveslileri de biliyor ki siyasetteki boşluk onları parlamentoda çoğunluğa ulaştıracak değil cumhurbaşkanlığına aday yapacak bir boşluktu. Zira İnce ile denenen sahici ve samimi liderlik oyları biraz artırsa da CHP’ye başkanlığı kazandırmamıştı. Fakat İmamoğlu tarzı sembollerle desteklenen ama çok da ses çıkarmayan, varlığı görülen ama hissedilemeyen liderlik İstanbul’u kazandırdıysa başkanlığı da kazandıracak diye düşünülmektedir. Nihayetinde yeni partinin başkanlık hevesi de politik havanın değişimiyle zayıflamaktadır.
CHP’nin artırılmış çoklu liderliği üzerinden kurguladığı yeni siyaseti inandırıcı bir şekilde farklı toplumsallıklara farklı mesajlar verilmesini mümkün kılıyordu. Fakat bu parçalı yapının yönetilebilir olması daha zor olacaktır. Nitekim CHP vermek istediği semboller dünyasından farklı sembollerle de yakalanmaktadır. Özellikle partinin yumuşak yüzünü sorgulanır kılan bir şekilde Kaftancıoğlu ve İmamoğlu’nun HDP’ye özgü eş başkanlık sembolüyle yakalanmasının isteyerek mi kurgulandığını zamanla öğreneceğiz.
İmamoğlu’nun sembolik çalışmasının sadece kendi başarısı olduğunu düşünmek de doğru değildir. Televizyon ekranlarındaki mağdur ve uzlaşmacı görüntüsü seçimlerden sonra yıkılsa da tersinden sembolik bir iktidar yaratmaktadır. Fakat en zor anlaşılan sembolik iktidarını eleştirilen pahalı saati üzerinden kazanmaktadır. Zira liderlerin pahalı araçları toplumda tepki değil umut yaratır. Toplum onda olana kendi de sahip olacağını düşünür. Bu umut ise karizmayı besler. Zira karizma sadece iyi hitabet ve yakışıklılık üzerinden değil hayatı değiştirebilme umudu üzerinden beslenir. Bu bağlamda pahalı saat sembolü karizmayı beslemektedir.
Bir zamanlar Gül’ün babasının sahici hali ve sakalı kendi elit duruşuna rağmen onu topluma bağlamaktaydı. Bugün de İmamoğlu’nun Anadolu kadını görüntüsünü koruyan annesi onu kendi ötekisine bağlarken kendi eşi de onu kendi kitlesinde güvenilir kılmaktadır. Her ne kadar İmamoğlu ailesi kadın imgesi etrafında dönen sembolleri kınasalar da İmamoğlu bilerek her kesime hitap eden aile imgesini seçim sürecinde sonuna kadar kullanmıştır. Kendi kitlesi ailede yaşanası bir örneklik görmüş ve kendinden saymıştır. Liderlerin en özel yetenekleri kendilerini hem kitlesinin bir parçası olarak gösterirken hem de kitlesine karşı üstünlüklerini vurgulamasıdır. İmamoğlu toplumsal eşitlik ve temsil yeteneğini birlikte barındırabilme yeteneğinin haiz olduğunu göstermiştir. Kendi kitlesi onda kendini bulurken aynı zamanda onun temsiline özenmektedir.
Seçim sürecinde gözlemlenen bütün bu yeteneklerin seçim sonrasının yönetsel gerekleriyle ne kadar uyuşacağını zaman gösterecektir. Çünkü siyaset artırılmış gerçeklerle sizi bir yerlere getirebilir ama orada tutunmanızı sağlayacak olan performansınızdır. Yani referanslarla iktidara gelebilirsiniz ama performansla orada tutunursunuz. İmamoğlu’nun kısa tecrübesi performansı konusunda büyük soru işaretleri oluşturmaktadır.