Kriter > Dosya > Dosya / AK Parti Siyaseti |

2023 Yaklaşırken Dış Politika


2023’e doğru karşımızda cevaplanması gereken üç önemli soru var. AK Parti’nin seçimlere giderken nasıl bir dış politika vizyonuna sahip olduğu, hükümetin dış politikayı, içinden geçtiğimiz zorlu uluslararası ortamda pratik düzeyde nasıl yürüteceği ve dış politika ile iç politika arasında nasıl bir etkileşim olacağı ve nasıl bir söylemsel mücadele ortaya çıkacağı.

2023 Yaklaşırken Dış Politika
(Dursun Aydemir/AA)

2023 seçimleri yaklaşırken dış politikanın, ana gündemlerden biri olacağı çok açık. Bunun iki temel nedeni var. Birincisi muhalefeti temsil eden Millet İttifakı’nın hükümetin dış politikasına dair eleştirilere devam etmesi ve kendilerine göre “alternatif” bir dış politika benimseyeceklerini sıklıkla ifade etmeleri. İkinci sebep ise dış politikanın yürütüldüğü ortamın seçimlere kadar oldukça hareketli olacak olması. Bununla birlikte AK Parti’nin seçim söylemlerinden birinin dış politika düzleminde inşa edileceğini düşündüğümüzde, dış politikanın 2023 seçimlerine kadar birinci sıraya yerleşmese bile en azından ilk üç önemli başlığın içinde olma olasılığı hayli yüksek. Aslında ekonomi ve sığınmacılar meselesinin ilk iki sıraya yerleştiği düşünüldüğünde, seçimlere giderken dış politikanın daha önemli olduğu görülebilir. Zira ekonomi ve sığınmacılar meselesi önemli ölçüde dış politika alanıyla ilgili görünüyor.

2023’e doğru karşımızda cevaplanması gereken üç önemli soru var. İlk soru AK Parti’nin seçimlere giderken nasıl bir dış politika vizyonuna sahip olduğu ve bunu Cumhur İttifakı’nın ana söylemsel cephesi haline nasıl getireceği. İkinci sorunun ise hükümetin dış politikayı, içinde geçtiğimiz zorlu bölgesel ve uluslararası ortamda pratik düzeyde nasıl yürüteceği ile ilgili olduğu görülüyor. Bir diğer önemli soru da dış politika ile iç politika arasında nasıl bir etkileşim olacak ve nasıl bir söylemsel mücadele ortaya çıkacak? Bu noktada AK Parti’nin ve Cumhur İttifakı’nın altılı masadan kendisini dış politika bağlamında nasıl ayrıştıracağı oldukça önemli.

 

Nasıl Bir Dış Politika Vizyonu, Nasıl Bir Jeopolitik Söylem?

2023’e doğru giderken AK Parti’nin nasıl bir dış politika vizyonuna sahip olacağını anlamak için geride bıraktığımız yirmi yılın kaba bir tasvirinin yapılması zorunlu görünüyor. Zira geride kalan yirmi yıla bakıldığında dış politikanın söyleminde önemli kırılma ve değişimler yaşandığını söyleyebiliriz. AK Parti hükümetleri ve Erdoğan liderliğindeki Türk dış politikası değişim ve süreklilik ekseninde dört döneme ayrılarak ele alınabilir. Buna ilaveten 2023’e doğru giderken başka bir söylem oryantasyonun yaşandığına şahitlik ediyoruz.

İlk dönem (2002-2007) iki eş zamanlı girişimi içermektedir. Birinci girişim, Batı ile ilişkilerin ön planda tutularak AB üyeliğinin esas alındığı, geleneksel dış politika vizyonunu yeniden yapılandırmaya çalışırken, ikincisi Türkiye'yi uluslararası sistemde yeniden konumlandırarak uluslararası politikaya adapte etmeye çalışmıştı. İkinci dönemde (2007-2011), AK Parti dış politika karar alma sürecindeki gücünü pekiştirmesiyle başlamış ve Türk dış politikasını bölgesel ve uluslararası düzeyde yeniden şekillendirmişti. Nihayetinde söz konusu dönem Türkiye'yi stratejik hedeflerine ulaşmak için uluslararası sistemde “özerk” bir güç olarak yeniden konumlandırmaya çalışan bir dış politika konsolidasyon süreciydi.

Üçüncü dönem (2011-2016) Arap ayaklanmaları ile başladı ve Türk dış politika vizyonunu ve motivasyonunu temelden etkiledi. Arap ayaklanmasının ilk aşamasında Türkiye, kendisini bölgesel siyaseti şekillendirebilecek en önemli oyunculardan biri olarak konumlandırarak yeni bölgesel dönüşüme öncülük etmeye istekliydi; sonraki aşamada ise hedeflerine ulaşmayı sağlayacak maddi kapasite eksikliği ve bölgesel siyasetin kendi iç dinamikleri nedeniyle stratejik ve taktik olarak ciddi dış politika zorluklarıyla baş etmek zorunda kaldı. Türkiye, Arap ayaklanmalarının başlangıcında dönüşüm sürecini yöneten bir aktör olarak adımlar atarken Mısır ve Suriye’deki gelişmelerin daha derin bir krize dönmesiyle bu durum süreklilik arz etmedi. Üçüncü dönemdeki dönüşüm bağlamında Suriye iç savaşının Türkiye'nin dış politika ve güvenliğini nasıl tetiklediğini görmek inanılmazdı. Suriye iç savaşının Türk dış ve güvenlik politikası üzerindeki temel sonuçlarından biri, Türkiye'nin ulusal güvenliğini, bölgesel angajmanlarını ve ABD ile ilişkilerini baltalamış olmasıydı.

Dördüncü dönem (2016-2022) Türkiye’deki FETÖ’cü darbe girişiminin hemen sonrasında başladı ve Türkiye’de AK Parti yönetimi altında en köklü dış politika dönüşümlerinden biri yaşandı. Türkiye'nin özellikle Suriye sınırında ağırlıklı olarak DEAŞ ve PKK/YPG'den kaynaklanan güvenlik tehditlerini önlemek için Suriye'deki askeri harekatları, Türkiye’nin Katar’daki darbe girişimini önlemesi, Libya ile yapılan anlaşma sonrasında Libya’ya yönelik askeri desteği, Karabağ Savaşı sırasında Azerbaycan’a verilen destek ve Rusya-Ukrayna Savaşı’nda Türkiye’nin oynadığı rol Erdoğan'ın liderliğinde dönüşen dış politikanın karakteristik özellikleri arasında yer aldı. Dördüncü dönem aynı zamanda, Türkiye ve Rusya'nın hızlı yakınlaşması (S-400 füze savunma sisteminin satın alınması dahil) ve Ankara ve Washington'ın Suriye'de farklı bir yöne gitmesi nedeniyle Türk-Amerikan ilişkilerinde krizlerin yaşandığı bir dönemdi. Sonuç olarak, Arap ayaklanmaları sonrası dönemde yeni Türk dış politikası, esas olarak Suriye kriziyle sarsıldı ve güvenlik odaklı bir perspektiften ele alınmak zorunda kalındı. Bununla beraber yeni dış politika vizyonu, Arap ayaklanmaları öncesi dönemden önemli sapmalara sahip olsa da Türkiye'nin dış politika hedeflerinde önceki dönemle süreklilikler içeriyordu. Dolayısıyla, AK Parti’nin dış politikası ilk dönemde inşa ve reform, ikinci dönemde mücadele ve konsolidasyon, üçüncü ve dördüncü dönemlerde ise hem mücadele hem de özerklik kazanma süreci olarak öne çıktı.

Tel Abyad
TSK, Barış Pınarı Harekatı’yla terör örgütlerinden temizlediği Tel Abyad ilçesinde yoğun önlemler alarak güveliği ve huzuru sağlıyor. (Özge Elif Kızıl/AA, 28 Ağustos 2022)

 

2002-2011 arasında iç ve dış politikada reform anlayışı bağlamında demokratik bir zeminde ilerleyen, 2011-2016 arasında ise mücadele eksenine oturan jeopolitik söylem 2016’dan sonra revizyona uğradı. Nihayetinde Arap Baharı üzerinden yaşanan söylemsel ve pratik çatışma, Türk dış politikasında AK Parti döneminde ortak bir “bölgesel asabiye” oluşturma yönünde inşa edilen jeopolitik söylemin terk edilmesiyle sonuçlandı. Öte yandan Batı tarafından AK Parti’nin ve Türkiye’nin sert bir ötekileştirme pratiğine maruz bırakılması, Batı ile ilişkileri betimleyen jeopolitik dilin de hızla dönüşmesine neden oldu ve jeopolitik söylemi beka sorunuyla birlikte inşa eden bir retoriğin ortaya çıkmasını sağladı.

Böylece 2016 öncesinde Batı’ya liberal ve demokratik bir özne olarak dahil olmaya çalışan jeopolitik dil, Batı’ya karşı bir eleştiri ekseninde yeniden inşa edilerek, Batı’nın FETÖ, PKK ve Suriye krizleri bağlamında beka probleminin bir parçası olarak görülmesine evrildi. Diğer bir ifade ile beka söylemine dayanan yeni jeopolitik kalıplar hem içerde hem de dışarda AK Parti’nin jeopolitik vizyonunun ayrılmaz bir parçası olarak rol oynamaya başladı. Bu durum bir bütün olarak jeopolitik söylemde uluslararası liberal projenin zayıflamasına, realist dilin ise güçlenmesine ve yükselişe geçmesine neden olduğu gibi dış politikanın da mücadele ekseninde yürütülmesini beraberinde getirildi. 2021 ve 2022’de ise güvenlik konusu odak noktalarından birisi olmaya devam etmekle beraber, Türkiye’nin tek bir bölgeye özgü olmayan normalleşme hamleleri, güvenliği sağlamanın ve jeopolitik riskleri bertaraf etmenin önemli bir fonksiyonu olarak devreye girdi.

 

Küresel Güç Rekabetine Hazır Olmak

2023 seçimlerine doğru gidilirken AK Parti ve Cumhur İttifakı’nın oluşturması gereken dış politika vizyonu büyük ölçüde 2016 sonrası şekillenen jeopolitik ortama yönelik söylemin bir devamı niteliğinde olabilir. Ancak Cumhur İttifakı’nın jeopolitik söyleminin omurgasını oluşturması gereken ana sütun “beka” değil, Türkiye’yi değişmekte olan uluslararası sistemde aktif olarak konumlandıracak bir biçimde oluşturulmalıdır. Zira beka söylemi Türkiye’yi savunmacı bir dış politikaya hapsedebileceği gibi Türkiye’ye yönelik konjonktürel baskıların da çoğalmasına neden olabilir.

 

Özerklik

Uluslararası sistemin dönüşümünü betimleyen en önemli ayırt edici özelliklerden biri büyük güç rekabetinin geri dönmüş olmasıdır. Bu rekabet ABD eksenli Atlantik bloku ile Rusya ve Çin arasında yaşanmakta olan ve derinleşmesi son derece muhtemel olan küresel ölçekli bir güç mücadelesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir bütün olarak Batı’nın stratejik üstünlüğünün sürdürülmesi ve Çin gibi küresel ölçekli bir güç tarafından sarsılmasının önüne geçilmesi amacına matuf rekabete dayanan yeni güç rekabeti uluslararası sistemin kutupluluk formunu şekillendirebilir.

İhtimaller arasında yer alan yeni iki kutupluluk (Çin ve ABD) ve yeni çok kutupluluk önümüzdeki yıllarda mevcut sistemin köklü bir değişim geçirmesini sağlayabilir. Her iki ihtimal açısından da Türkiye’nin dış politika vizyonunun temel taşı “özerklik stratejisi"ni derinleştirilmesi olmalıdır. Özerklik, Türkiye’nin ayakta kalabilme ve gerektiğinde yakın tehditleri bertaraf edebilmek için kendi başına hareket edebilme kabiliyetine kavuşması anlamına gelmektedir. Böylesi bir özerklik, Türkiye’nin Batı bloku ya da karşı ittifaklardan birinin içinde olmaya dayalı politikalar oluşturması anlamında değil, bu politikaları oluşturabilecek veya etkileyebilecek bütüncül bir özerkliğe kavuşmasıdır. Özerklik politika değil; esnek hareket edebilmeyi sağlayabilecek kabiliyetlerin kazanılması anlamı taşımaktadır. Ekonomik, askeri ve endüstri/teknoloji gücünün derinleştirilmesi söz konusu kabiliyetin geliştirilmesi için kapasitesini artırması gereken alanların başında gelmektedir. Bu nedenle dış politika salt bir söylemsel stratejiden daha ziyade materyal unsurlara dayalı bir şekilde dizayn edilmelidir.

 

Esneklik

Küresel sistemde yaşanan değişim Türkiye’nin dış politikada “esnek bir strateji” benimsemesini gerekli kılmaktadır. Esneklik, dış politikada karar alma ve hareket etme serbestisini sağlayacak davranışsal bir durum olarak anlaşılmalıdır. Nelerin olabileceği ve olamayacağına yönelik politik bir tutum olarak dış politikanın öncelikleriyle angajmanın çerçevesini belirlemektedir. Böylesi bir politik tutum, ittifakları kalıcı görmeyeceği gibi rekabeti ya da düşmanlığı da kalıcı görmez; dış politikayı iş birliğine açık hale getirir ve risklerin minimize edilmesini kolaylaştırır. Öte yandan esneklik, ortaya çıkaracağı veya genişleteceği hareket alanıyla kriz dönemlerinde dış politikaya yönelik maliyetleri azaltır.

 

Normalleşmenin Kurumsallaşması

Küresel sistemin değişimi bağlamında yaşanan mücadele, uluslararası sistemde rekabetçi bir jeopolitik ortamın oluşmasına neden olsa da Ortadoğu ölçekli normalleşme süreci Türkiye için bir fırsat olarak görülmelidir. Bu nedenle 2023 seçimlerine yönelik dış politika söylemi normalleşmenin kurumsallaştırılması üzerine inşa edilmelidir. Halihazırda normalleşme süreci Ortadoğu ölçekli sorunların çözümüne yönelik kapsamlı bir yol haritası oluşturmamış olsa da 2023 boyunca sürdürülmesi, seçim sonrasında Türkiye’nin başta Suriye olmak üzere birçok sorunda çözümü destekleyen ve teşvik eden bir ülkeye dönüşmesini sağlayacaktır. Öte yandan özerklik bağlamında materyal kapasitesinin derinleşmesi, Türkiye’yi bölgesinde birincil güç haline dönüştüreceği için normalleşme sürecinin derinleştirilerek devam ettirilmesi Türkiye’nin stratejik yeniden oryantasyonu için kolaylaştırıcı bir zemin sunacaktır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın himayelerinde Türkiye, Rusya, Ukrayna ve BM arasında "Tahıl ve Yiyecek Maddelerinin Ukrayna Limanlarından Emniyetli Sevki Girişimi Belgesi" imzalandı. İmza Törenine BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, Türkiye adına Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Rusya adına Savunma Bakanı Sergey Şoygu katıldı. (TCCB/Murat Çetinmühürdar-AA, 22 Temmuz 2022)

 

Bölgesel Çeşitlilik

Özerklik, esneklik ve normalleşmenin kurumsallaştırılmasına ilaveten Türkiye’nin dış politikasının bir diğer zeminini ise “bölgesel çeşitlilik” oluşturmalıdır. Bölgesel çeşitlilik dış politikanın sınırlar ötesinde siyasi ve ekonomik araçlarının çeşitlenmesi ve kurumsallaşmasını sağlayacağı gibi Türkiye’nin alternatif dış politika portföyü oluşturmasını kolaylaştıracak ve dış politikaya küresel bir karakter kazandıracaktır. Afrika kıtasında alt bölgesel sistemlere yoğunlaşma bu anlamda Türk dış politikasında bölgesel çeşitlenmeye katkı sağlayabilecektir. Aynı şekilde bütün alt bölgeleriyle Asya’ya yönelik dış politika da Türkiye’nin dış politika özerkliğini artırması bakımından hayati derecede önemlidir.

 

Küresel Reform Talebi

Başta BM olmak üzere küresel yönetişimin reformu Türkiye’nin öncelikli konuları arasında yer almaya devam etmektedir. AK Parti dış politikasının ayırt edici özelliklerinden biri olan BM’nin reforme edilmesine yönelik talep, Türkiye’nin uluslararası sistemde küresel imajını konsolide edecek en önemli araç ve alanlardan birini oluşturmaktadır. Ancak reform sadece BM’nin Güvenlik Konseyi’ne odaklanmak yerine küresel yönetişimin siyasi, ekonomik ve güvenlik sütunlarına yönelik de derinleştirilmelidir. Bu bağlamda reform talebinde bulunan diğer aktörlerle birlikte reform talebinin kapsamlı bir yol haritasına dönüştürülmesi ve bunun küresel bir talep haline dönüştürülmesi, Türkiye’nin reform takibini kurumsallaştıracak ve bu süreçteki öncülüğünü pekiştirecektir.

 

Riskler

2023 seçimleri birçok açıdan Türk dış politikasında da tarihsel bir dönüm noktası olacaktır. Ancak seçimlere kadar geçecek dönemde dış politikada risklerin de bulunduğunun altını çizmek gerekir. Bu bakımdan en önemli risk, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik müdahalesi noktasındaki belirsizliğin sürüyor olmasıdır. Savaşın uzaması Türkiye’ye dengeli bir rol oynama imkanı tanıyor olsa da Rusya’nın savaşı genişleterek alan kontrolünü derinleştirmesi Batı-Rusya ilişkilerinde daha da sert bir zeminin oluşmasına neden olabilir ve Türkiye’nin mevcut politikasının sürdürülmesini zorlaştırabilir. Bir diğer risk de Suriye kaynaklı yaşanabilecek muhtemel gelişmelerdir. Halihazırda Türkiye’nin Suriye’ye yeni bir askeri operasyon düzenleyeceğine yönelik beklenti yüksek olsa da operasyonun gecikmesi dış politikanın önemli gündemlerinden biri olarak sığınmacıların geri dönüşünü geciktirebilir ve sığınmacı meselesini Cumhur İttifakı’na yönelik karşı bir argümana dönüştürebilir.

Öte yandan Libya gibi yeniden çatışma eksenine girme ihtimali bulunan sorunlar Türkiye’nin zorlanabileceği bir denklemin oluşmasına neden olabilir. Bu bağlamda Doğu Akdeniz ve Ege ölçekli Türk-Yunan geriliminde de bir tırmanmanın yaşanmasıyla dış politikada yeni bir gerginlik dönemi oluşabilir. Türkiye-Batı ilişkilerinde bu dönemde kapsamlı bir iyileşmenin oluşması pek olası görünmemekle birlikte krizli bir dönemin de beklenmediğini, Batı’nın bilinçli olarak bundan kaçınacağını söylemek mümkündür. ABD ile ilişkilerde de benzer bir durumun söz konusu olduğunun altının çizilmesi gerekir.

Bütün diğer dış politika alanları aynı zamanda iç politika-dış politika etkileşiminin 2023 seçimlerine doğru daha yoğun olacağını bize göstermektedir. Bu etkileşimi iyi yöneten ve buradan "Geleceğin Türkiye’si" hikayesini çıkaran her zaman daha önde olacaktır.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası