Kriter > Dosya > Dosya / Uluslararası Sistem ve BM |

Çözülemeyen Düğüm: Nükleer Anlaşma


İran, ağır yaptırımlardan kurtulmak ve ekonomisinin ana kaynağı olan petrolü serbestçe satabilmek için ABD başta olmak üzere büyük güçlerle bir anlaşma peşinde. İran’ın nükleer silah elde etmesinden tedirgin olan ABD de bunu engelleyebilmek adına İran ile masaya oturmayı kabul etti. AB ise meseleye enerji kaynaklarını çeşitlendirme penceresinden bakıyor.

Çözülemeyen Düğüm Nükleer Anlaşma

2015’te imzalanan ve 2016’da yürürlüğe giren, ancak ABD Başkanı Trump’ın 2018’de ABD’yi çekmesiyle işlevsiz bir hale gelen Kapsamlı Ortak Eylem Planı (nükleer anlaşma), Kasım 2021’de Viyana’da yeniden başlayan müzakerelerle yenilenmek isteniyor. Ancak o tarihten beri yılan hikayesine dönen süreç bir türlü nihayete eremedi. Yeniden başlamasının üzerinden geçen 9 aylık süreçte Rusya-Ukrayna Savaşı gibi küresel dengeleri alt üst eden gelişmelerin de devreye girmesi şüphesiz ki müzakere sürecini karmaşık bir hale getirdi. Neredeyse her gün süreçte ilerleme ve gerilemelerin yaşandığına dair haberler gelse de anlaşmaya varıldığına dair haber bir türlü gelmedi. Bir süre önce Viyana’da tıkanan müzakereleri “açabilmek” adına görüşmeler bir müddet Doha’da da yapıldı. Ancak yine de bugüne kadar nihai anlaşmaya varılamadı.
İran, üzerindeki ağır yaptırımlardan bir an önce kurtulmak ve ekonomisinin ana kaynaklarından olan petrolü serbestçe dışarıya satabilmek adına ABD başta olmak üzere büyük güçlerle bir anlaşmaya varmak istiyor. İran’ın nükleer silah elde etmesinden tedirgin olan ABD de bunu engelleyebilmek adına İran ile masaya oturmayı kabul etti. AB ise meseleye ticaret ve enerji kaynaklarını çeşitlendirme penceresinden bakıyor. Çok boyutlu bu denklemi anlamlandırabilmek adına hem tarafların pozisyonlarını ve niyetlerini hem de müzakere sürecinde yaşananları tahlil etmek gerekiyor.

 

Müzakerelerin Formatı

Müzakerelerin nasıl bir formatta ilerlediği ve tarafların pozisyonlarını bilmek, meselenin arka planını ve çerçevesini anlayabilmek açısından önem taşıyor. İran, Viyana’daki müzakerelerde ABD ile doğrudan görüşmüyor. Bu konuda AB aracılık yapıyor. Rusya ve Çin, İran yanlısı bir tutum takınırlarken AB ülkeleri ve İngiltere ise ABD yanlısı pozisyonlarını iki tarafı diplomatik bir çözüme razı etmek üzere giriştikleri arabuluculuk faaliyetleri ile yumuşatmaya çalışıyor. Bu ülkelerin İran ile ilişkilerinde ticari kaygılarının ağır bastığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Süreç içerisinde Rusya-Ukrayna Savaşı’nın patlak vermesi, Avrupa’nın enerji ihtiyacını karşılamaya yönelik olarak Rusya dışı kaynak arayışına girmesine sebep olmuş, bu anlamda da İran muhtemel bir aday olarak öne çıkmıştı. Ancak Rusya, İran ile yakınlığının (biraz da Tahran’ın Moskova’ya olan bağımlılığının) verdiği güçle bu süreci tersine çevirdi. Rusya ilk etapta İran ile yaptığı ticaretin kendisine yönelik uygulanan yaptırımlardan muaf olmasını talep etti. Rusya’nın talebi kısa sürede karşılandı zira aksi takdirde Moskova yönetimi nükleer müzakereleri bitirmekle tehdit ediyordu.
Sonraki süreçte Rusya-İran ilişkilerinde ilerlemeler dikkati çekti. Ukrayna’daki savaşa yönelik olarak Rusya’nın İran’dan İHA/SİHA teknolojisi anlamında destek gördüğü, İran’ın yüzlerce İHA/SİHA’yı Rusya’ya gönderdiği ve göndermeye devam edeceği, Rus subayların bu konuda İran’da eğitim aldıkları iddiaları pek çok kaynakta yer aldı. ABD’li yetkililer Ukrayna sahasında artan Rusya-İran iş birliğinden duydukları rahatsızlığı dile getirdiler. İranlı bankalar ve kurumların Rusya’ya yönelik yaptırımları delmeleri halinde ABD yaptırımlarının hedefi olacağı, nükleer anlaşma imzalansa bile bu durumun değişmeyeceği ABD’li yetkililerce ifade edildi. İran-Rusya yakınlaşmasının artan boyutunun nükleer müzakerelerde bir gündem olduğu açıkça ifade edilmese de ABD’nin bu durumdan kaygılandığı ve nükleer anlaşmanın geleceğinde İran-Rusya iş birliğinin önemli bir belirleyici olacağı söylenebilir.

İran zaten diplomatik alanda da savaşın başından itibaren Rusya’ya destek vermişti. Temmuz’da İran ulusal petrol şirketi ile Rusya’nın Gazprom şirketi arasında 40 milyar dolarlık doğal gaz ve petrol yatırımını öngören bir mutabakat zaptı imzalandı. Ağustos’ta iki ülke arasındaki iş birliğinin uzay alanını kapsayacak şekilde genişlediği görüldü. 9 Ağustos’ta Kazakistan’daki Baykonur Uzay Üssü’nden İran’a ait “Hayyam” isimli uydu, Rusya tarafından uzaya gönderildi. Öte yandan İran’ın son yıllarda İsrail hava saldırıları sebebiyle büyük kayıplar verdiği Suriye sahasında da önemli gelişmeler oluyor. İsrail’in Ukrayna’daki savaş sebebiyle arasının bozulduğu Rusya, Suriye’deki İsrail operasyonlarına eskisi kadar sessiz kalmıyor. Bu durum İsrail’in frene basmasına sebep olurken İran’ı da bir nebze rahatlatmış gözüküyor.

İran Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Başmüzakereci Ali Bakıri
Avusturya’nın başkenti Viyana’da Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olarak adlandırılan İran nükleer anlaşmasının yeniden tam ve eksiksiz olarak hayata geçirilmesi için sürdürülen görüşmelere verilen yaklaşık 5 aylık aranın ardından taraflar, müzakereler için yeniden bir araya geldi. Müzakerelere, İran Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Başmüzakereci Ali Bakıri de (solda) katıldı. (Aşkın Kıyağan/AA, 4 Ağustos 2022)

 

İki ülke ilişkilerindeki bu önemli gelişmeler, İran’ın uzun yıllardır yaptırımlar, Rusya’nın da Ukrayna’daki savaş sebebiyle uğradığı tecrit edilmişliğinin yükünü bir nebze gidermeye matuf diye yorumlanabilir. Bir taraftan da Rusya, İran’ın Avrupa’nın alternatif enerji kaynağı olmasının önüne geçmeye çalışıyor. Elbette bu durum İran’ın yönetici eliti arasında hoşnutsuzluğa sebep oluyor ancak Rusya’ya karşı oluşan bağımlılık sebebiyle farklı bir yol izlenemiyor. İran bir taraftan Rusya ile ilişkilerini koruyup geliştirmeye bir taraftan da Batı ile nükleer anlaşma imzalamaya çalışmaktadır. Şüphesiz ki İran-Rusya iş birliği, nükleer anlaşmanın zeminini kırılgan hale getiren bir faktördür.
Birbiri ardına düzenlenen ve sonuç alınamayan ama her seferinde tarafların “ilerleme var” şeklinde açıklamalar yaptığı müzakere turlarının ardından AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, Ağustos başında tarafları nihai metin için anlaşmaya çağırdı ve ortaya bir metin koydu. Bu metin üzerinde esaslı değişikliklerin yapılmayacağını ve yeni bir müzakere turuna gerek olmadığını belirti. Daha sonra İran tarafı söz konusu metne yönelik kendi değerlendirmelerini AB’ye sundu. 22 Ağustos’ta ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price yaptığı açıklamada, İran’ın verdiği yanıtı ve bazı taleplerinden vazgeçmesini “cesaretlendirici” bulduğunu söyledi. Josep Borrell de İran’ın mektubunu “makul” bulduğunu söyledi.

Bütün bu açıklamalar olumlu bir bekleyişin yaşanmasına imkan sağlasa da 24 Ağustos günü yaptığı açıklamada Ned Price, kendi cevaplarını AB’ye ilettiklerini söyledi ve bu konuda ayrıntı vermedi. Fakat Batılı kaynakların aktardıklarına göre ABD’nin cevabı İran’ın taleplerini karşılamaktan uzaktı. İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani, ABD’nin cevabını vakit geçirmeden incelemeye başladıklarını ve kendi cevaplarını AB’ye ileteceklerini açıkladı. Ancak konuyla ilgili muhtelif kaynaklardan gelen bilgiler, yeni bir müzakere turunun yapılması gerekeceği yönünde.

 

Düğüm Neden Çözülemiyor?

Nükleer anlaşma sürecinin bir türlü nihayete erdirilememesinin altında birkaç sebep yatıyor. Bunlardan en önde geleni, iki tarafın da anlaşmak için net bir irade ortaya koymamaları. ABD ve İran tarafının bu anlamda kendilerine has sebepleri bulunuyor. Tahran yönetimi, 2018’de Trump’ın anlaşmadan çekilmesiyle yaşadığı kaybın bir benzerini yaşamamak için ABD’den taahhüt almak istiyor. Buna göre ABD, anlaşmadan yeniden çekilecek olursa İran’ın uğrayacağı zararlar karşılanabilmeli. Tahran’ın bir diğer talebi ise Devrim Muhafızları Ordusu’nun ABD’nin Yabancı Terör Örgütleri listesinden çıkarılması. Bu noktayı Tahran yönetimi bir kırmızı çizgi olarak görüyor. İlk talebin karşılanmasının fizibilitesi karmaşık bir teknik/hukuki sorun ortaya koysa da ikinci talebin ABD tarafından net bir şekilde reddedildiği biliniyor.

Öte yandan Washington yönetiminin de anlaşmaya varmak için diplomatik eforunu iktisatlı kullanmasının birkaç sebebi bulunuyor. Öncelikle uzun bir süredir ABD’nin büyük stratejisinin Asya-Pasifik bölgesini odağa alarak şekillendiği görülüyor. Dolayısıyla ABD için Ortadoğu coğrafyası artık daha az önceliğe sahip. Diğer taraftan Asya-Pasifik bölgesinin yanında Rusya-Ukrayna Savaşı da ABD’nin öncelik sıralamasını değiştirdi. Özetle, ABD için Rusya ve Çin tehditleri, üzerine yoğunlaşılması gereken temel meseleler olarak temayüz ediyor.

Öte yandan İran’a nükleer anlaşma ile alan açılması, Rusya cephesinde de bir güçlenme ortaya çıkaracağından Washington yönetiminin bu konudaki isteksizliği anlaşılabilir. İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani, ABD’yi süreci “geciktirmekle” suçlarken aslında bir gerçeği işaret ediyor. Biden yönetimi, Trump yönetimi kadar sert bir İran siyaseti yürütmese de Obama yönetimi kadar yumuşak bir tutum da takınmıyor. Bu sebeple Beyaz Saray, meselenin sürüncemede kalmasından ve uzamasından çok da dertlenmiyor.
Bunun yanında anlaşma karşıtı lobiler de denklemin önemli bir parçası. İsrail lobisi, sürekli bir şekilde Biden yönetimini İran’a karşı yumuşak davranmakla eleştiriyor. Mezkur lobinin önemli kurumlarının başında gelen ve Türkiye karşıtı pozisyonuyla da dikkat çeken The Foundation for Defense of Democracies isimli think-tank, nükleer anlaşma konusunda en ateşli İran karşıtı odakların başında yer alıyor. İsrail lobisi, ABD iç siyasetinde de ağırlık sahibi. Kasım’da gerçekleşecek olan ABD ara seçimleri öncesinde cumhuriyetçilerin eline koz vermemek adına Biden yönetimi adımlarını dikkatli atmak zorunda.
Aynı şekilde Körfez ülkeleri de İran ile yapılacak nükleer anlaşmaya soğuk bakıyorlar. İran’ın bu anlaşma sonrasında ekonomik olarak güçlenecek olması, Körfez monarşilerindeki geleneksel “İran yayılmacılığı” endişesini besliyor. Bu nokta, İsrail ile Arap devletleri arasındaki diplomatik normalleşme sürecinin de besleyicilerinden birisi. İran ile bir süredir yürüttükleri normalleşme faaliyetlerinden ötürü Suudi Arabistan ve BAE açıktan nükleer anlaşma karşıtı bir tavır almasalar da iki ülkenin de rahatsızlığı bilinen bir gerçek.

Bir de İran içerisindeki nükleer anlaşma karşıtlarını hesaba katmak gerekiyor. İran’daki aşırı muhafazakarlar ABD ile anlaşılmasına, özellikle 2018’deki Trump’ın anlaşmadan çekilme kararını da gerekçe göstererek karşı çıkıyorlar. Zira onlara göre ABD’ye güvenilmez ve ABD yönetimi mutlaka aynı şekilde davranır ve süreçten yine İran zararlı çıkar. Ek olarak onlara göre sürekli nükleer anlaşmayı İran’ın sorunlarının tek çaresi olarak görmek, İran’ın gerçek potansiyeline ulaşmasına ve diğer seçeneklerini değerlendirmesine engel oluyor. Yönetimdeki İbrahim Reisi hükümetinin de muhafazakar kimlikte olması, ister istemez bu tür fikirlerden etkilenmesine sebep oluyor ve bu durum müzakerelere de yansıyor. İran’ın mevcut müzakere heyeti, bir önceki Cevad Zarif heyetine kıyasla daha rijit (sert) bir tutum takınıyorlar. Bütün bu faktörler göz önüne alındığında anlaşmaya neden varılamadığı anlaşılıyor. Üstelik taraflar anlaşmaya varsa bile anlaşmanın zemini o kadar kırılgan ki muhtemelen bu anlaşma ya beklenen etkiyi vermeyecek ya da uzun ömürlü olmayacak.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası