2019’a girerken dış politikanın geleceğine dair bakışımızı özetleyen yaklaşım “ihtiyatlı iyimserlik” idi. Böylesi bir yorum yaparken Türkiye-ABD ilişkilerinin bu denli rayından çıkabileceğine ihtimal verilmiyordu. Özellikle Suriye’de Rusya ve İran ile sürdürülen Astana sürecinin, Suriye’deki iç savaşı dindirmeye yarayacak daha somut çıktılarının olacağına dair beklentiler vardı. AB ile donuk bir statüko ekseninde seyreden ilişkilere dair ise hiçbir iyimser beklenti söz konusu değildi. Ekonomide dış müdahalelerin de etkisi ile yaşanan kısmi durgunluk ise Türkiye kamuoyunda bu alanda karamsar bir yaklaşımın hakim olmasına neden oluyordu. Türkiye diğer yandan da Doğu Akdeniz’de kendi aleyhine oluşmaya başlayan koalisyona yönelik de kaygılar taşımaktaydı.
2019’da yaşamış olduğumuz gerilimler ise bu yıl iyimserlik yönünü bir yana bırakmamıza neden oldu. 2020’ye bakışımızı özetleyen ifade ise iyimserlikten sıyrılmış bir ihtiyatlılık hatta biraz da karamsar ihtiyatlılık hali olacaktır. ABD Kongresi 2019’da Türkiye aleyhinde birbiri ardına yasa tasarıları çıkarmaya devam etti. Bu tasarılar işler hale gelirse hem Türkiye’ye zarar verecek hem de Türk-Amerikan ilişkilerindeki gerilimi derinleştirecektir. Türkiye’ye yönelik olarak yasalaşan CAATSA (ABD’nin Hasımlarına Yaptırımlarla Karşı Koyma Yasası) uygulamaya geçerse Türkiye tarafında da sert karşılık bulacaktır.
Geçtiğimiz sene ABD’nin YPG’ye yönelik desteğinde herhangi bir azalma olmadığı gibi FETÖ mensupları ABD’de oldukça konforlu bir şekilde var olmaya devam ettiler. F-35’lerin teslimine yönelik bir adım atılmadı ve bu konunun yakın bir zamanda çözümlenmesi mümkün görünmüyor. Rusya’dan satın alınan S-400’lerin ise teslim ve kurulumları tamamlandı. Bundan sonraki süreçte S-400’lerin sayısında artış bekleniyor. ABD’de başkanlık seçimlerinin gerçekleşeceği döneme girildiği için yakın zamanda dış politikada Türkiye’yi olumlu şekliyle etkileyecek bir konu başlığı bulunmuyor. TürkiyeABD ilişkilerinin bu kadar sorunlu seyretmesi, Türkiye’yi Rusya nezdinde de daha zayıf bir pozisyona getirmektedir.
Belirsizliğin Yönü
Rusya ile ilişkilerdeki olumlu ivmeye rağmen halen stratejik konularda önemli belirsizlik noktaları söz konusudur. Rusya ile bir yandan Astana süreci ve Soçi mutabakatları bağlamında Suriye dosyası ele alınmaya çalışılırken, Rusya destekli rejim güçleri mutabakata rağmen İdlib’e yönelik saldırılarını azaltmış değiller. Türkiye’nin İdlib’deki gözlem noktaları ise rejim saldırıları ve bombardımanı nedeni ile tehlike altındadır. Rusya bu tavrını devam ettirirse ilişkilerin gerilimli bir boyutta ilerlemesi pek muhtemeldir. Rusya ile Türkiye’yi karşı karşıya getiren can sıkıcı diğer bir dosya ise Libya dosyasıdır. Rus paralı askerler Libya’da devam etmekte olan iç savaşa müdahil olarak darbeci Hafter yanında savaşa müdahil oldular. Rusya’nın Hafter’e destek verdiği bilinmekteydi ancak askeri müdahalenin sahaya yansıması ilişkiyi daha farklı bir boyuta taşıdı.
Rusya’nın Doğu Akdeniz’de oluşan gerilim denkleminde Türkiye’nin karşısında yer almasının Türkiye-Rusya ilişkilerine yansıması olumsuz olacaktır. Enerji, ticaret ve turizm alanlarındaki olumlu ivmeye rağmen Türkiye-Rusya ilişkilerinin stratejik boyutunda önemli riskler mevcuttur. Suriye’de devam eden diplomatik ve askeri süreçler ikili ilişkilerin seyrinin belirlenmesinde kilit role sahip olacaktır. Türkiye açısından önümüzdeki dönemde daha merkezi hale gelecek olan gerilim hattı ise Doğu Akdeniz’dir. Yaşanan süreç bölgedeki gerilim odağının Ortadoğu’dan Doğu Akdeniz’e kaymakta olduğuna işaret etmektedir. Yeni petrol ve doğalgaz kaynaklarının bulunduğu bu bölge jeopolitik mücadele hattının da merkezini oluşturacaktır. ABD’nin kademeli olarak bölgeden çekildiği bir ortamda Rusya’nın bölgedeki etkisinin artmaya devam etmesi sürpriz değildir.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de çevrelenme tehlikesinin önüne geçilmesi Kıbrıs ve Libya’daki güçlü duruşuna bağlıdır. Türkiye bir yandan askeri kapasitesini tahkim ederken bir yandan da Libya ve Kuzey Kıbrıs’taki askeri mevcudiyetini güçlendirmek durumundadır. BM tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükümetini destekleyen Türkiye, Hafter yanlısı Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Fransa, Rusya koalisyonu karşısında zorlanmakta. Üstelik ABD ve İtalya da diplomatik olarak darbeci Hafter güçlerine destek vermekte. Karşısında oluşan Mısır, İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi ittifakını dengelemek için sadece Kıbrıs ve Libya’daki askeri çabaları yeterli olmayacaktır. Türkiye kendi karşısında oluşan ittifakı yapıcı diplomasi ile yumuşatmalı, diğer yandan bölgedeki diğer aktörler olan Tunus ve Cezayir ile olan ilişkilerini geliştirmek durumundadır. Türkiye, bölgedeki askeri konumunu ve caydırıcılığını tahkim ettikten sonra bölgede oluşan gerilimi yönetmeye yönelik diplomatik müzakere süreçlerine ağırlık vermelidir.
Tarafsızlık Kazandıracak
ABD ve Rusya ile ilişkilerdeki risklerin yanı sıra AB’nin Doğu Akdeniz denkleminde Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin yanında yer alacak oluşu Türkiye açısından öncelikli risklerdir. Bütün bu risklere rağmen Türkiye’nin dış politika alanında 2020’ye iyimser girmesine neden olan gelişmeler de mevcuttur. Britanya’da Brexit üzerinden propaganda yürüterek tarihi bir zafer kazanan Boris Johnson, Britanya’yı AB’den çıkaracaktır. Bu gelişme Türkiye-Britanya ilişkilerinin birçok boyutuna olumlu ivme kazandıracaktır. Öte yandan ABD’deki başkanlık yarışında ipi büyük bir sürpriz olmazsa mevcut Başkan Donald Trump’ın göğüslemesi beklenmekte. Trump, Türkiye ile ilişkilere dair ABD Kongresi’nden daha yapıcı yaklaşıma sahip ve yaptırım yasalarını engelleyebilir.
Dış politikasını çeşitlendirme bağlamında Çin ile güçlenen diplomatik ilişkiler ise son yıllarda daha fazla derinlik kazanmaktadır. Türk kamuoyunun Doğu Türkistan’da yaşananlara dair tepkisi Türkiye-Çin ilişkilerinin seyrini olumsuz etkilemektedir. Türkiye-Çin ilişkileri Doğu Türkistan meselesine rağmen ekonomik alanın dışında, siyasi ve diplomatik alanlarda da derinlik kazanmaktadır. Türkiye açısından en büyük risk Uzak Asya’da tırmanması muhtemel bir krizde taraf olmaya zorlanması olacaktır. Olası bir ABD-Çin; Japonya veya Kore-Çin gerilimi Türkiye’yi ve NATO üyesi birçok ülkeyi taraf olmaya zorlayacaktır. Tam olarak çıkarına olmayan bir gerilimde taraf olmaya zorlanmak Türkiye’nin çıkarlarına hizmet etmez.
Bahsi geçen bütün risklere rağmen Balkanlar, Orta Asya Cumhuriyetleri ve Güney Asya ülkeleri ile ticari ve kültürel ilişkileri derinleştirmek Türkiye’nin gelecek vizyonu açısından önemlidir. Türk şirketlerinin bu bölgelere yatırımlarına devam etmeleri ve siyasi ve kültürel etkileşimlerin kurumsallaşması Türkiye’nin yapıcı etki alanını artıracaktır. Türkiye son on yıldır krizler ve yaşanan değişim ve dönüşümler nedeni ile Ortadoğu’ya fazlaca odaklanmıştı. Türkiye’nin yeni açılım bölgelerine yönelmesi ve Ortadoğu’daki rakiplerinin bir kısmı ile ilişkilerini normalleştirmesi Türkiye’nin diplomatik açıdan 2020’deki öncelikleri olmalıdır. Dünya sathına yayılmış protesto dalgasının nereye varacağını yakından takip etmek ve benzer bir gerilimi kendi içinde tecrübe etmemek için iç direncini artırmak ise Türkiye’nin öncelikleri arasında yer almalıdır. Küresel siyasetin kabuk değiştirdiği mevcut dönemde temel öncelik risklerden mümkün olduğunca az etkilenmektir. Öte yandan Türkiye bu risklere karşı hazırlıklı olmak ve ön alıcı adımlar atmak suretiyle nüfuz alanını genişletebilme potansiyeline de sahiptir.