2000’lerden günümüze ittifakların doğal yapısı gereği bir ihtiyaç olan “üzerinde ittifak ederek mücadele edilecek ötekisini bulma” noktasında yaşanan sorunlar Türkiye-ABD ilişkilerini olumsuz etkilemiştir. Bunun yanında, ABD’nin Türkiye’ye yönelik siyasetinde Soğuk Savaş döneminden bu yana takındığı asimetrik ilişki modelinden vazgeçmeyişi, darbeler ve vesayet mekanizmaları ile Türk siyasetinin dizayn edilebileceğine dair anakronik inancı ve terör örgütleri aleyhine aleni iş birliği, Türk-Amerikan ilişkilerinin temelden sorgulanmasına sebep olmaktadır.
Aslında tarihsel bir okuma yapıldığında Türk-Amerikan ilişkilerinin Soğuk Savaş dönemi de dahil müttefik iki ülkenin ilişkisinin olması gerektiği düzlemde olmadığı aşikardır. Sadece bilinen yönü ile 1964 Johnson Mektubu ve 1975’te Türkiye’ye uygulanan ambargo ile değil, baskılarla yıkılan hükümetlerin yerine getirilen ABD yanlısı kukla yönetimlerle afyon ekiminin yasaklandığı, Sovyetler ile ilişkilerin ABD istekleri doğrultusunda dondurulduğu, askeri darbelerle Türk demokrasisinin gelişmesine asla izin verilmediği bir Soğuk Savaş dönemi yaşanmıştır.
Irak İşgali Sonrası Kırılmalar
1989 sonrası ise Soğuk Savaş dönemindeki ilişkilerin bile niteliğini aratır boyutta olmuştur. Türkiye, 11 Eylül saldırıları sonrasında ABD’ye Afganistan başta dünyanın birçok noktasında siyasi ve askeri destek vermeye devam ederken ABD ise 2003’te Irak’ı işgal planına destek verilmemesini bahane ederek terör örgütü PKK’ya olan desteğini arttırmıştır. Ayrıca 4 Temmuz 2003’te Irak’ın kuzeyindeki Süleymaniye kentinde 11 Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) mensubu ABD tarafından tutuklanıp 60 saat boyunca sorgulanmıştır. Bu olay Türk kamuoyunda ABD’ye yönelik nefretin artmasına ve ilişkilerin daha da kötüleşmesine sebep olmuştur.
Özellikle 2013’teki Gezi parkında yaşanan kalkışma niteliğindeki şiddet eylemleri sırasında ve sonrasında yaşanan gelişmeler sorasında ABD yönetimi Türkiye’nin yaşadığı krizlere ve ülkenin güvenlik kaygılarına karşı kayıtsız kalmıştır.
15 Temmuz kalkışmanın yaşandığı gece ve sonrasında hem ABD yönetiminin hem de Amerikan medyasının Türkiye’ye karşı takındığı tavır, kamuoyu tarafından darbeye ve geçmiş darbelere Amerikan desteği olarak algılanmıştır. 15 Temmuz kalkışması sonrasında ABD’nin Türkiye’nin haklı taleplerine rağmen FETÖ elebaşını hala ülkesinde emniyet altında bulundurması, elebaşının subliminal mesajlar vermeye devam etmesinin önüne bir engel koymaması, Türkiye-ABD ilişkilerini her geçen gün daha da büyük yapısal ayrılıklara doğru sürüklemektedir.
Türkiye’nin 40 yıla yakın bir süredir mücadele ettiği terör örgütüne başka bir terör örgütü ile mücadele ettiği gerekçesi ile on binlerce tır dolusu komplike silah ve mühimmat desteğinin verilmesi, terör örgütü elebaşlarından Ferid Abdi Şahin’e sözde “general” unvanı verilerek örgütün Pentagon tarafından resmen muhatap alınması ve resmi ağızlarca terör örgütünün ABD’nin müttefiki olarak deklare edilmesi ilişkilerin dönemsel değil yapısal kırılmalar yaşadığını adeta gözler önüne sermektedir. S-400 Hava Savunma Sistemi tedariki ve bu bahane doğrultusunda Türkiye’yi F-35 programından çıkartma, sözde Ermeni Soykırımı yasa tasarısının ABD kongresince kabulü ve gündeme gelen yirminin üzerinde Türkiye’ye yaptırım konusu bu yapısal kırılmaların bir tezahürüdür.
Bu kapsamda ABD siyaset aklı Türkiye’ye yönelik uygulanacak temelsiz yaptırımlar ile Türkiye’nin ürettiği siyaseti, uyguladığı ekonomik programları sıkıntıya sokacak gelişmelerin önünü açar ise Türkiye de ABD’ye yönelik farklı adımları tereddütsüz sahaya sürecektir.
İncirlik üssü ile Kürecik Radar İstasyonu’nun kullanımına yönelik getirilecek kısıtlamalar bu adımların içerisinde atılacak önemli iki unsurdan biridir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun bizzat dile getirdikleri bu iki adım ABD tarafından da dikkatlice takip edildiğine göre bu konunun önümüzdeki günlerde nasıl gelişeceği merak konusudur.
İncirlik Üssü ve Önemi
Türkiye’de kurulduğu 1954’ten günümüze kadar Türk-Amerikan ilişkilerinde sürekli sıkıntılar baş gösterdiğinde ciddi tartışmaların konusu olan İncirlik Üssü, son zamanlarda yine kritik bir şekilde Türk-Amerikan ilişkilerinin gündemindedir.
Bugün 2 bin 500 civarında ABD askerinin bulunduğu tahmin edilen üs, gereklilik hasıl olduğunda ABD dışında kalan ülkelerin silahlı kuvvetlerini de zaman zaman ağırlamaktadır. ABD ile Türkiye arasında 1980’de imzalanan Savunma ve Ekonomi İşbirliği Anlaşması (SEİA) çerçevesinde İncirlik Üssü NATO anlaşması ve NATO savunma planları doğrultusunda kullanılmak üzere ABD’ye tahsis edilmiştir.
Tarihsel perspektiften bakıldığında Türkiye, Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında Amerikalı müttefikinin ambargosu ile karşı karşıya kalmış ve Ankara bu duruma İncirlik Üssü’nün kapatılması hamlesi ile karşılık vermişti. Türkiye, sınırları içindeki ABD kullanımında olan İncirlik dahil tüm üsleri kapatıp tamamının emir ve komutasını TSK’ya devretti. 1978’de ABD Kongresi Türkiye’ye uygulanan ambargoyu kaldırınca İncirlik Üssü de tekrar ABD’nin kullanımına tahsis edildi.
Soğuk Savaş’ın sona ermesinin hemen sonrasında başlayan Birinci Körfez Savaşında İncirlik ABD güçleri için çok kritik bir rol oynadı. İncirlik’te bulunan yaklaşık 150 muharip uçak ile Irak’taki harekata yoğun hava desteği de buradan sağlandı.
Ayrıca Saddam Hüseyin’in Halepçe’de Kürtlere yönelik kimyasal mühimmatlar ile bir saldırı başlatması üzerine İncirlik Üssü Türkiye içlerine sığınmak zorunda kalan Kürtlere yönelik yardım faaliyetlerinin merkezi haline geldi. “Çekiç Güç” adı verilen birliğin sözde huzuru temin etmek maksadıyla İncirlik üzerinden Irak’ın kuzeyinde icra ettiği askeri operasyonlar ve faaliyetler çok ilginç bir şekilde PKK’nın 1990’larda güç kazanmasına yol açtı.
Türk siyasi hayatına “1 Mart Tezkeresi” olarak geçen 2003’teki Irak’ın ABD tarafından işgalinde Türk topraklarının kullanımına izin verilmemesi üzerine Türkiye, ABD’ye İncirlik’in sadece lojistik faaliyetler maksadı ile kullanılması yönünde bir tezkere çıkarttı. Yine Ortadoğu özelinde, Pakistan’da meydana gelen depremde tüm lojistik faaliyetler yine İncirlik üzerinden sağlandı.
Türkiye daha sonra DEAŞ’a karşı verilen mücadele doğrultusunda oluşturulan anti-DEAŞ koalisyonunun İncirlik Üssü’nü kullanmasına izin verdi. Ne üzücüdür ki; Türkiye’nin DEAŞ ile mücadele noktasında başta ABD olmak üzere tüm Batı ülkelerine yönelik sağladığı bu imkanlar ve DEAŞ ile mücadelesi ortadayken, Türk siyasetini baskı altına almak maksadıyla Türkiye ile DEAŞ arasında ilişki olduğuna dair iftira niteliğindeki haberler Batı medyasında kasıtlı bir şekilde çarşaf çarşaf yayımlandı.
15 Temmuz kalkışması esnasında İncirlik’te bulunan FETÖ unsurlarının ABD’den sığınma talebinde bulunması ve bu üs üzerinden tanker uçaklarını havalandırması, ABD’nin kullanımındaki İncirlik Üssü’nde her türden faaliyetin Türkiye tarafından takip edilmesinin önemini bir kez daha ortaya çıkarmıştır.
Her ne kadar Soğuk Savaş sonrası İncirlik’in etkisini yitirdiği dillendirilmiş ise de, ABD dünyanın birçok noktasında açıp işlettiği üslerin kahir ekseriyetini kapatmış değildir. Hatta Ortadoğu bölgesinde de İncirlik Üssü’nü kapatmak bir yana, başta Irak coğrafyası olmak üzere bölgede birçok irili ufaklı üssün açılmasını sağlamıştır. İncirlik Üssü de bu kapsamda Ortadoğu’nun merkezinde, denize olan liman bağlantısı, istikrarlı ve demokratik bir ülke içerisinde oluşu, yerleşik düzeni ve gelişmiş alt yapısı ile ABD’nin bölgede kolaylıkla alternatifini oluşturabileceği bir üs değildir. Bu kapsamda alternatif olarak sunulan Kıbrıs adasından Ürdün’e ve Yunanistan’a kadar birçok lokasyonun getirdiği coğrafi, mali ve siyasi sorunlar İncirlik için kolay bir alternatif yaratmanın zorluğunu ortaya koymaktadır. Resmi bir açıklama yapılmasa dahi İncirlik Üssü’nün NATO’nun en büyük taktik nükleer silah depolama üssü olduğu dikkate alındığında, bu üssün ABD tarafından kolaylıkla alternatifinin inşa edilemeyeceğinin en önemli göstergesidir.
Kürecik Radar İstasyonu
NATO’nun Balistik Füze Savunma Sistemi Erken Uyarı radarı olan Kürecik Radar İstasyonu kurulma aşamasından günümüze kadar çok tartışma konusu olmuş bir husustur. Kamuoyunda çok bilinmese de, Kürecik İstasyonu NATO kapsamında Soğuk Savaş döneminde de Sovyetler Birliği hava sahasını izleyen bir radar istasyonu idi. 2010’daki NATO Lizbon zirvesinde ise Kürecik, NATO’nun balistik füze savunma sisteminin radarı haline getirilmiş ve aynı zamanda ABD ana karası ile entegrasyonu sağlanmıştır.
Söz konusu radar istasyonunun en önemli bileşeni olan AN/TPY2 erken ihbar ve tespit radarı da 2012’de faal hale getirilmiştir. Bu radar vasıtası ile sadece Rusya’dan gelecek balistik tehditler değil İran üzerinden kaynaklanacak balistik tehditler de kesintisiz bir şekilde gözlem altında tutulmaktadır. Böylelikle tehdit merkezlerinden atılan balistik füzelerin en ileri noktada tespiti mümkün hale gelerek hem Polonya ve Romanya’daki füze imha üslerine data aktarılmakta hem de deniz üzerinde bulunan AEGIS deniz unsurlarına bu data aktarılmaktadır. Bu hali ile Rusya ve İran’dan kaynaklanacak balistik tehdidin sadece NATO ülkelerini değil İsrail’i de koruma noktasında stratejik bir değeri mevcuttur. Her ne kadar Türkiye, Kürecik üzerinden elde edilen datanın İsrail ile paylaşılmamasını şart koşarak anlaşmaya onay verdi ise de, radardan gelen tüm datanın Almanya-Ramstein’daki ABD’li ekip üzerinden İsrail ile paylaşılmaması düşünülemez. Türkiye söz konusu dataya erişim imkanlarının kısıtlı olması sebebi ile bunu ortaya çıkarabilecek bir teknik güce ya da yasal bir erişime maalesef sahip değildir.
Türk Amerikan ilişkilerinde Türkiye’nin Kürecik Radar İstasyonu’nu kapatması, mezkur istasyonun NATO kapsamında olması dolayısı ile İncirlik Üssü’nün kapatılmasından farklı olarak NATO çapında bir tepkiyi de üzerine çekebilir. Lakin ne tepki olursa olsun NATO coğrafyasındaki tüm ülkelerin ve İsrail’in güvenliği Türkiye coğrafyası üzerinden sağlanırken Türkiye’nin güvenliğinin İsrail lobisinin tesiri altında bulunan ABD Kongresi’nce hiçe sayılmasının ve başat NATO üyesi ülkelerce bu yaptırımlara kayıtsız kalınmasının da mutlaka bir karşılığının olması gerekir. Aksi takdirde yıllar içerisinde adeta bir ast-üst ilişkisi kapsamında Türkiye ile oluşturulmuş asimetrik ilişki modelinin günümüz konjonktüründe ve günümüz Türkiye’sinde yerinin olmadığını ABD’nin nobran siyaset yapıcılarına anlatmanın mümkünatı yoktur.