Yaklaşan seçimler, 10 yılı aşkın bir süredir seçmenlerin ve siyasetçilerin gündeminde önemli bir yer kaplayan mülteciler ve bilhassa Suriyeli mülteciler üzerinde tekrar düşünmeyi gerekli kılıyor. Mülteciler konusu, Millet İttifakı’nı oluşturan unsurların dış politika ve güvenlik alanındaki yaklaşımları ile de yakından ilişkili. Millet İttifakı tarafından 30 Ocak’ta ilan edilen Ortak Politikalar ve Mutabakat Metni’nde, mültecileri de kapsayan ülkenin göç yönetimi ile ilgili birtakım düzenlemelerin yapılacağı belirtiliyor. Millet İttifakı’na mensup siyasetçilerin seçim kampanyalarında genelde mülteciler ve özelde Suriyeli mülteciler hakkındaki retorikleri, bir ucunda popülizm diğer ucunda ise refah milliyetçiliği olan bir sarkaçta sallanıyor. Yaygın kullanımından dolayı bu yazıda da “mülteci” olarak adlandırdığımız, hukuki statüleri gereği “Geçici Koruma Altındaki” Suriyeliler, seçim sürecinde ve muhtemelen sonrasında da Millet İttifakı’nın demokratlığının, uluslararası hukuki normlara bağlılığının ve belirsizliğini koruyan Suriye’deki terör örgütlerine yönelik yaklaşımlarının ve politikalarının turnusol kağıdı.
Bir Seçim Stratejisi Olarak Mülteci Düşmanlığı ve Suriyeli Fobisi
Son yıllarda yapılan kamuoyu araştırmaları ve akademik çalışmalar toplumda artan merhamet yorgunluğuna ve mülteci karşıtlığına işaret ediyor. Millet İttifakı’nın iki büyük ortağı ve Türkiye’nin en büyük muhalefet blokunu oluşturan CHP’nin ve İYİ Parti’nin mülteciler konusundaki sert açıklamaları, bu yorgunluğun ve bilhassa karşıtlığın siyasi sermayeye dönüştürülmesinin tezahürü. Mültecilere yönelik seçmen duygularının Millet İttifakı’nca siyasi sermayeye dönüştürülmesi üç başlıkta ele alınabilir: Demografik değişim korkusu, pastadan düşen payın azalması (ekonomi ve istihdam) ve güvenlik.
Bir süredir CHP’li ve İYİ Partili siyasetçiler, Türkiye’nin demografisinin değiştirildiğine yönelik ithamları açıkça dile getiriyorlar. Kılıçdaroğlu 14 Mart’taki Hatay ziyareti esnasında yaptığı basın açıklamasında şu ifadeleri kullandı; “Hiçbir ülkeye, vatandaşa, daha doğrusu hiçbir yabancıya karşı ön yargımız yok ama biz kendi ülkemizde özgürce yaşamak istiyoruz. Kendi ülkemizin demografik yapısının değişmesini istemiyoruz." İYİ Parti Genel Başkan Başdanışmanı Turhan Çömez de 28 Şubat’ta bir gazeteye verdiği demeçte, depremzedelerin boşalttıkları yerlerin Suriyeliler tarafından doldurulduğunu iddia ederken “Demografik yapı maalesef büyük ölçüde Suriyelilerin lehine değişmiş durumda” dedi. Bu ifadelerde demografik yapının doğal yollardan değişimi değil, planlı bir şekilde değiştirilmesi kastediliyor. Mülteciler hakkındaki hoşnutsuzluğu bir güvenlik meselesi haline getiren ve öfke duygusuna evirmeye çalışan bu suçlamaların hedefi ise Erdoğan ve AK Parti. Eylül 2022’de partisinin “Göç Doktrini ve Stratejik Eylem Planı” adlı beyannamesini açıklayan Akşener “Mültecilere, göçmenlere, kaçaklara, sığınmacılara, müracaatçılara kızabiliriz ama o öfkenin odaklanacağı yer sayın Erdoğan ve AK Parti iktidarıdır” dedi. Bu açıklamalardaki korelasyon/nedensellik hatasını bir tarafa bırakırsak, retoriğin amacının halkı hükümete ve Cumhurbaşkanına karşı kin ve öfkeye sevk etmek olduğu aşikar.
Kasıtlı demografi değişimi iddiası, İttifak’ın gizemli ortağı ve mülteciler konusunda en azından söylem bazında eşitlikçi ve insani bir yaklaşımı olan HDP’li siyasetçiler tarafından da bir süredir Güneydoğu Anadolu ile ilgili olarak dile getiriliyor. “Suriyeliler her yerde” propagandası bir anlamda hastalık derecesinde bir korkuya, Suriyeli-fobisine dönüştürülüyor. Sükût ikrardandır. Diğer ittifak ortakları DEVA Partisi, Gelecek Partisi, Saadet Partisi ve Demokrat Parti’nin de onlarla aynı fikirde olduklarını söyleyebiliriz.
Tüm dünyada ekonomik zorluk durumlarında günah keçisi bulmada akla gelen ilk gruplardandır mülteciler. Avrupa’da mülteci karşıtı siyasi hareketlerin yaptığı gibi, ekonomik saiklerle kitleleri mobilize etmek kolay ama tehlikeli. Maalesef artık Türkiye’de de bunu yapmayı görev edinen ve şimdilik periferide bulunan bir siyasi parti var. Suriyelilerin Türk ekonomisi üzerinde oluşturduğu külfet, muhalefet partileri tarafından uzun süredir dile getiriliyor. Suriyelilerin ekonomik istihdama sağladıkları katkı kerhen kabul edilse de özellikle Türkiye’ye gelmeye başladıkları ilk yıllarda, muhalefet partilerinin açık kapı politikasının ekonomik sonuçları ile ilgili sert eleştirileri nitelikli Suriyeli iş gücünün Türkiye’ye yerleşememesinde ve Batı’ya kaçmasında tesirliydi. Ayrıca hükümet temsilcilerinin uluslararası kamuoyuna hitaben sarf ettikleri maliyet tutarlarını diğer maliyetlerle birleştirerek iç kamuoyuna daha yüksek aksettirdiler. Suriyelilere maaş bağlandığı, Suriyelilere alışverişlerinde indirim sağlayan kartlar verildiği ve Suriyeli ailelerin tüp bebek tedavilerinin ücretsiz yapıldığı gibi tezviratları yaygınlaştırdılar. Kısaca, Suriyelilere sağlanan barınma, sağlık, eğitim ve sosyal koruma gibi hizmetleri eleştirerek ve kınayarak, refah milliyetçiliğini Türk siyasi hayatına yerleştirdiler. “Kendi vatandaşlarımız”a vurgu yapan bu retoriğin hedefinde sadece orta değil, alt-orta ve alt sınıf seçmenler de var. Toplumun geniş kesimlerinin reaksiyonunu tahrik etmeyi hedefleyen refah milliyetçiliği, “vatandaşlık” kavramını kapatan ve sadece belirli gruplara açan antidemokratik bir manivela işlevi de görüyor.
Millet İttifakı’nın mülteci karşıtlığını siyasi sermayeye dönüştürmede kullandığı retoriğin üçüncü ayağını ise güvenlik tehditleri oluşturuyor. Suriyelilerin neden olduğu iddia edilen adi güvenlik olayları ve “ortak kültürümüze” yönelik tehditleri, seçmenin endişe ve korkularını şiddetlendirmek için kullanılıyor. Suriyelilerin suça karışma oranlarının nüfuslarına oranla daha az olduğu akademik çalışmalarda gösterildi. Kültürel tehdit retoriğini ise istatistiki olarak çökertmek imkansız. Suriyelilerin “uyumsuzluğu” tartışmalarını kuşatan kültürel tehdit retoriği; Arap, Ortadoğu ve hatta Müslüman düşmanlığı ile iç içe geçmiş durumda. Kılıçdaroğlu’nun talihsiz “bataklık” benzetmesi semantik olarak sadece coğrafi bir alana (Ortadoğu) atıf yapıyor gibi görünse de, sembolik manada insanları, inançlarını ve içtimai hayatlarını hedef alıyor. Suriyeliler için referandum çağrısı yapan Akşener ise kimlik temelli popülizminin düşman kategorisine siyasi elitlerle birlikte Suriyeli mültecileri de yerleştiriyor.
Hülasa, toplumun belirsizlikten ve “diğerleri”nden duyduğu korkuyu istismar ederek onları iknayı hedefleyen bu üç ayaklı retorik riskli bir alışverişe hizmet ediyor. Millet İttifakı açısından oy kazancı sağlayacağı garanti görülen bu retoriğin, uzun vadede demokrasimize vereceği zarar ve özellikle gençler üzerindeki sosyal-psikolojik tesirleri dikkatle ele alınmalı ve bertaraf edilmeli.
Millet İttifakı’nın Göç ve Sığınmacı Politikaları
Millet İttifakı’nın Ortak Politikalar ve Mutabakat Metni’nde yer alan “Göç ve Sığınmacı Politikaları”, “Dış Politika, Savunma, Güvenlik ve Göç Politikaları” bölümünün altında ele alınıyor. Göç meselesinin bu bölümün altında ele alınması güvenlikçi bir yaklaşıma işaret ediyor. Yukarıda incelenen retorik birlikte değerlendirildiğinde bu güvenlikçi yaklaşımın sadece dışarıdan Türkiye’ye geleceklere değil, aynı zamanda Türkiye’de yaşayan ve yaşamaya devam edecek olan mültecilere tatbik edileceği anlaşılıyor. Genel olarak, Göç ve Sığınmacı Politikaları başlığı altında yer alan maddeler dağınık bir biçimde sunulmuş ve metnin diğer bölümleri ile ilişkisi yeterince kurulmamış.
Detaylı bir şekilde baktığımızda, göç yönetimi alanında işin doğası gereği yapılaması gereken gözden geçirme işleminin bir vaat olarak sunulması ise sadece malumun ilanı. Zira, kuruluş tarihi ve çalışan personelin yaş ortalaması itibariyle Türkiye’nin en genç bürokratik kurumu olan Göç İdaresi Başkanlığı (GİB), 2014’te kurulduğundan bu yana ülkenin göç yönetimini neredeyse sıfırdan inşa ediyor ve buna mukabil dinamik bir yenilenme sürecini yürütüyor. Aynı şekilde Ortak Politikalar ve Mutabakat Metni’nde ifade edilen ve 6458 sayılı Kanun’u ilgilendiren gözden geçirme vaadi de oldukça muğlak. Yine metinde yer alan Uluslararası Koruma Statü Belirleme Merkezleri’nin kurulacağına dair vaat ise anlamsız. Halihazırda uluslararası koruma, GİB’na bağlı İl Göç İdaresi Müdürlüklerinin Uluslararası Koruma birimlerince verilmekte. Bu nedenle uluslararası korumayı, ülkenin göç yönetiminden sorumlu kurumunun yetki alanından çıkarmak istemenin mantığını anlamak çok zor.
Millet İttifakı’nın Cevaplaması Gereken Sorular
Millet İttifakı’nın seçim kampanyasında önemli bir yer tutan “geri gönderme” belki de açıklanan Göç ve Sığınmacı Politikaları’nın en dikkatle ele alınması gereken başlığı. Ancak bu noktada da metinden somut ve inandırıcı bir vaat alamıyoruz. Geçici Koruma Altındaki Suriyeli’lerin “güvenli ve iç hukukumuz ile uluslararası hukuka uygun biçimde” geri dönmelerinin sağlanacağını ifade eden madde ise bu konuyla ilgili siyasi demeçlerle birlikte değerlendirildiğinde oldukça farazi. Çünkü Millet İttifakı’nın geri dönüş konusuyla çok yakından alakalı şu sorulara verdiği net bir cevap yok: Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde tesis ettiği güvenli bölgelere ne olacak? Esed ile uzlaşma sürecinde muhaliflerin talepleri ne kadar desteklenecek? Geri dönenlerin Beşşar Esed’e güvenleri nasıl temin edilecek? PKK’nın Suriye uzantısı olan PYD ve uzantılarının devletleşmesine ve ABD’nin bölgedeki tehlikeli politikalarına nasıl karşılık verilecek?
Göç yönetimi konusunda sunulan en somut vaat düzensiz göçmenlerle ilgili olduğu anlaşılan geri gönderme merkezlerinin sayılarının ve kapasitelerinin artırılması. Düzensiz göçün kaynağı olan ülkelerle Geri Kabul Anlaşmalarının yapılacağına yönelik vaat ise geri kabul anlaşmalarının düzensiz göçteki etkisizliğini göz ardı ediyor. Halihazırda İçişleri Bakanlığımızın Dışişleri Bakanlığı ile koordineli bir şekilde yürüttüğü düzensiz göç sorununu kaynağında çözmek yaklaşımı yürürlükte. Bu nedenle “Türkiye’ye yönelik kitlesel göçlerin kaynak ülkede kontrol edilmesine önem ve öncelik vereceğiz” iddiası, Millet İttifakı liderlerinin bu bölgelere yönelik söylemleriyle tezat oluşturuyor. Benzer şekilde diğer maddelerin bazılarında vaat edilen icraat, zaten halihazırda yapılan ya da uygulanması imkansız olan şeyler. Örneğin, Suriyelilerin ve düzensiz göçmenlerin geri dönüşlerinde, diğer ülkelerle külfet ve sorumluluk paylaşımına gidileceği vaadi.
Sonuç olarak Millet İttifakı’nın Göç ve Sığınmacı Politikaları uygulanabilir bir vizyon ortaya koymuyor ve İttifak üyesi siyasi parti temsilcilerinin retorikleriyle çelişiyor. En önemlisi metinde Suriyeli sığınmacılarla ve düzensiz göç ile ilgili yapılacağı iddia edilen şeylerin bir kısmı zaten şu anda yapılıyor. Diğer önemli bir kısmının da mültecilerin haklarını ve aldıkları hizmetleri kısıtlayıcı tedbirleri içermesi, Türkiye’de yaşayan geçici koruma altındaki Suriyelilerin Millet İttifakı’nın iktidara gelmelerinden duydukları endişeyi ve korkuyu haklı çıkarıyor.