İslam düşmanlığının veya Müslümanlara yönelik Siyonist-kültürel ırkçı saldırıların son dönemlerdeki en önemli tezahürlerinden biri olan İsrail’in Mescid-i Aksa baskını ve Gazze saldırısı, Filistinliler başta olmak üzere, Müslümanların bu sene de mübarek Ramazan’ın son demlerini hüzünle geçirmelerine yol açtı.
Aslında tarihteki 88 yıllık Haçlı dönemi de dahil, Kudüs’ün Müslümanların elinden çıktığı son asır, kargaşanın ve ölümlerin hakim olduğu, bütün insanlığın gözü önünde bir trajedinin yaşandığı dönemdir. Bütün İslam coğrafyasını rehin alan Müslümanların enerjisini tüketen bir trajediye şahitlik ettik, ediyoruz. Kudüs’tekiler, Ramallah’takiler, Gazze’dekiler, İsrail’in içindekiler ve diaspora-sürgündekiler olmak üzere beş parçaya bölünen Filistinliler adeta hapishane hayatı yaşıyorlar.
İslam’ın Kudüs-Aksa meselesi bir yönüyle “itikad”, bir yönüyle “kudsiyet” ve bir yönüyle de “şeair (alamet-şiarlar)” meselesidir. Kudüs, mukaddes, yani şirkten, küfürden ve zulümden arındırılmış demektir. O topraklara bu özelliği Allah vermiş, Müslümanlara da bunun korunması ve sürdürülmesi görevini yüklemiştir. Dolayısıyla İslam’ın Kudüs-Aksa meselesi bir toprak, mülkiyet ve egemenlik meselesi değil; her biri aslında İslam’ı tebliğ-temsil eden bütün peygamberlerin davasıdır. Hz. Peygamber de İsra-Miraç ile Mescid-i Haram ile Mescid-i Aksa’yı birleştirmiştir. Bizzat bir hadiste buyurulduğu üzere Mescid-i Aksa, yeryüzünde inşa edilen ikinci mescittir (Müslim, Mesacid, 1). Aksa ile Kubbetü’s-Sahra’nın da içinde bulunduğu büyük alan ise, Mekke ve Medine’den sonra üçüncü “Harem-i Şerif” olarak nitelendirilmiş; Müslümanlara emanet olarak bırakılmıştır. Müslümanlar da barış içinde burada herkesin hukukunu gözetmiştir.
Kur’an’da bir şeyin mukaddes olması için kullanılan “mukaddes”, “mübarek” ve “haram” kelimeleri yer almış; Mescid-i Aksa için daha çok mukaddes ve mübarek kullanılmıştır. Bazı müfessirler Kudüs-Aksa ve çevresine 70 ayette atıf yapıldığını söylemişlerdir. Ancak 5 ayette Kudüs ve Aksa’nın mübarek kılındığı açıkça zikredilmiştir. Hatta Aksa en geniş anlamıyla bütün şehri kapsayan bir anlamda olup Kudüs ile özdeş de kılınmış; “mübevve’e sıdk=sadakatli sığınak (Yunus, 93)” ifadesi kullanılmıştır. Bu ise bütün Müslümanlara ve insanlığa sıdk-sadakati koruma misyonu yüklemiştir. Bu yönüyle İslam’ın Kudüs davası, sadece ırkçı Siyonist emellerle hareket eden bir devletin değil, bu mekanların bütün alemler için mübarek kalması meselesidir. Bu meyanda Kudüs-Aksa, yer ile göğün, fizik ile metafizik alemin buluştuğu yer, hikmetli gece yolculuğu İsra ile sırlarla dolu Miraç yolculuğunun yeri ve bütün peygamberlerin “kıblegah”ıdır.
Kudüs-Aksa Kudsiyeti ve Peygamberler
Kur’an nazarında Kudüs-Aksa’nın kudsiyeti Hz. Peygamber ile başlamaz. Bazı kayıtlara göre Hz. Adem, bazı kayıtlara göre ise Hz. Nuh’un oğlu Sam b. Nuh –Arapların da dahil olduğu Sami milletlerin atası- tarafından ilk kez inşa edilmiştir. Kudüs-Aksa, her birine iman ettiğimiz ve her biri aslında “ed-Din” olan İslam’ı temsil eden peygamberlerin mirasıdır. Kur’an’da “İbrahim ne Yahudi ne Hristiyan’dır; o Hanif ve Müslümandır” ayetinde buyrulduğu üzere bir İslam peygamberi olan Hz. İbrahim, oraya hicret etmiş, Hz. Lut kavmine gelen azap üzerine Allah onu o “Mübarek Topraklara (Kudüs) göndererek kurtarmıştır. Hz. Davud orada kral-peygamber olarak tebliğ yapmış; Hz. Süleyman da mabedi orada inşa etmiştir. Hz. Zekeriya’nın o meşhur Mihrab’ı da orada olup Hz. Musa’nın da kavmine girmelerini istediği mukaddes topraklardır.
Dolayısıyla bu peygamberler diyarında pek çok mucize de gerçekleşmiştir. Hz. İsa’nın babasız olarak doğması orada olmuş; Yahudiler onu öldürmek istediklerinde Allah’ın onu kendi katına yükseltmesi de (ref’) orada gerçekleşmiştir. Orası “mahşer-menşer (nüşur)” yeri olarak da bilinir. Kur’an’daki Talut ve Calut kıssası gibi pek çok olay da o topraklarda olmuştur.
Hadislerde Kudüs-Aksa Bilinci
Öte yandan Kudüs-Aksa ile ilgili farklı şekil ve manalarda –varyantlar hariç- 40 civarında hadis-rivayet bulunmakta; bunlarda Mescid-i Aksa ismi de kullanılmakla (Buhari, Fazlu’s-salat, 6) beraber, daha ziyade “Beytü’l-makdis” ve “Mescidi İliya” isimleri zikredilmiştir. Bu hadislerden en önemlisi, “üç mescid” hadisi diye bilinen “Ancak şu üç mescide (ibadet maksadıyla) yolculuk yapılır: Mescid-i Haram, Benim mescidim ve Mescid-i Aksa” rivayettir. Hz. Peygamber’in hanımlarından Hz. Meymune bir gün Hz. Peygamber’e “Bize Mescid-i Aksa hakkında ne buyurursun dediğinde, ‘Orası bir mahşer ve menşer (diriliş) yeridir; orayı ziyaret edin; şayet ziyaret edemezseniz, lambalarında kullanılmak üzere yakıt gönderin” buyurarak bizim daima orayı zulmette bırakmamaya, aydınlık kılmaya yardımcı olmamızı salık vermiş; Kudüs-Aksa bilincimizi diri-dinamik tutmak istemiştir. Bu sebeple Kudüs Müslümanlar için diriliş yeridir. Zira bu sadece bir mescit, mukaddes mekan bilinci değil, bir tevhit bilinci, bütün peygamberlerin tarihini birleştiren evrensel İslam bilincidir. Müslümanlar için Kudüs’ü vazgeçilmez kılan da bu bilinçtir. Zaten kutsal yerler ve şiarlar, Müslüman olma bilincimizi de diri tutan sembollerdir.
Öte yandan Mescid-i Aksa Resulüllah’ın kendisinden sonra ikamet etmeyi tavsiye ettiği bir yerdir. Bir sahabi ona, “Ey Allah’ın Resulü! Senden sonra başımıza bir bela gelirse nereye yerleşmemi tavsiye edersin” dediğinde, “Beytü’l-makdis”e git, belki Allah sana o mescide gidip gelen bir zürriyet nasip eder” buyurmuştur. Bazı sahabilerin de bu bilinci diri tutmak için Kudüs-Aksa ve Tur-u Sina’ya yolculukları söz konusudur. Mesela Hz. Ebu Hüreyre ile Yahudilik’ten İslam’a ihtida eden tabiilerden Ka’bü’l-Ahbar’ın böyle bir yolculuğu söz konusudur. Ayrıca Kudüs’ün faziletine dair rivayetleri derleyen çok sayıda kitap-risale de mevcuttur.
Kudüs ve Aksa’ya Dair Bazı Oryantalistik ve Teo-Politik İddialar
Bütün bunlara rağmen “Kudüs’ün Yahudilere vaat edildiği ve onlara ait olduğunu” dillendiren Arap dünyasında bazı iddialar da mevcuttur. Oryantalisttik ve teo-politik temelli olduğunu düşündüğümüz bu iddialara göre Kudüs-Aksa’yı gerçekte tarihsel olarak İsrail’in hakkı olduğunu ve dolayısıyla “Arapların oradan çıkmaları gerektiğini dillendirenler çıkmaktadır. Bu meyanda İngiliz oryantalist Alfred Guillaume’un ilgili iddiasından etkilenerek “Kur’an’daki Mescidi Aksa’nın Mekke yakınlarındaki Ci’rane’deki mescit olduğunu ileri sürenler olmuştur. Halbuki alimlerin beyanına göre, ayette Aksa için “el-Aksa” sıfatının kullanılması, Mescid-i Haram’a olan uzaklığı ve Mekke ehlinin tazim göstererek ziyaret ettikleri en uzak mescid olmasıyladır. Yine oryantalist Ignaz Goldziher, Aksa’nın, Abdullah b. Zübeyr’in Mekke ve çevresine hükmettiği yıllarda Suriye hacılarından biat almak istemesi üzerine Emevi hükümdarı Abdülmelik b. Mervan tarafından Ka’be’ye alternatif olarak inşa ettirildiğini iddia etmiştir. İsrail oryantalizminin kurucularından olan ve İsrail devletinin kurulmasına giden süreçte önemli rolü olan Josef Horovitz de Aksa’nın Kudüs’te bulunmadığını ileri sürmüştür. Şii eğilimli tarihçi Ya’kubi’nin tarihi başta olmak üzere, bazı tarih kaynaklarındaki rivayetlere dayandırılan bu iddia, Aksa’nın tarihini Emevi Halifesi Abdülmelik ile başlatmayı amaçlayan ve ümmetin Kudüs bilincini yaralamaya yönelik temelsiz bir iddiadır. Zira temelinde Ya’kubi’ye dayanan bilgi, nakil değil, Ya’kubi’nin kendi görüşüdür.
Goldziher ve Guillaume’nin tahrif ve çarpıtma yaparak naklettiği bu iddialar, tarihen de doğru değildir; zira Emeviler döneminde haccın yapılmasında bir aksaklıktan veya Abdülmelik’in engellemesinden söz edilmez. Doğrusu Abdülmelik, Kubbetu’s-Sahra’yı, Mısır’ın yedi yıllık vergi gelirini sarf ederek, Müslümanların Kıyame (Diriliş) Kilisesi gibi Hristiyan yapılarına hayranlık duymalarını önlemek üzere onlardan daha güzel ve azametli bir biçimde bina ettirmiştir. Elbette Hz. Peygamber’in Mirac’a çıkarken buradaki “Hacer-i Muallaka”nın üzerinden çıktığına inanılması da bu inşada etkili olmuştur.
Açık ayet ve hadisler olduğu halde, temelsiz-kırıntı bilgilere dayanan bu iddiaların Müslümanların Kudüs-Aksa bilincini zedeleme amaçlı teo-politik iddialar olduğu düşünülmelidir. Bu anlamda bir kıyaslama yapmak gerekirse, tüm Katoliklerin mukaddes-hac merkezi gördüğü Papalığın merkezi Vatikan’ın kutsal kabul edilmesinin tartışmalı olan efsaneye dayandığı olgusu zikredilebilir. Zira Roma Katoliklere göre Hz. İsa’nın vekili baş havari Aziz Petrus’un öldürüldüğüne inanılan yerdir. Onun öldürüldüğü yer belli olmamasına rağmen, çok zayıf bir efsaneye dayanarak bugünkü Vatikan meydanında bulunan yeri tespit edilip Aziz Petrus Bazilikası inşa edilerek bütün kiliselerin en üstünü ilan edip Hac merkezi yapmışlardır. Buna rağmen Vatikan’ın kudsiyeti ve Hristiyanlara aidiyetine dair herhangi bir tartışma yapılmamaktadır.
Hz. Ömer ve Müslümanların Adaleti
Ebu Ubeyde b. Cerrah komutasındaki İslam ordularından aman dileyip Kudüs’ü bizzat Halife’ye (Hz. Ömer) teslim etmek istediklerini bildirince Hz. Ömer, Ebu Ubeyde’nin daveti üzerine Kudüs’e gelerek şehri Patrik Sophronios’tan teslim alıp anlaşma imzalamıştır. İkinci olarak Hz. Ömer başta olmak üzere Müslüman lider ve yöneticiler, şehirde İslam’ın adaletini göstermiş, oradaki Yahudi-Hristiyan halkın temel insan haklarına dokunmamış, mabetlerini yıkmamış, ibadetlerine karışmamıştır. Bazı kaynaklarda Hz. Ömer’in “el-Faruk” lakabı ilk kez, Kudüs veya Şam’daki Yahudilerce söylenmiştir. Bu fetih seferinin önemi, Hz. Ömer’in bu seferde yanına aldığı-yakınında bulunanlar arasında Yahudi iken Müslüman olan Ka‘bü’l-Ahbâr’ın da –belki de danışman olarak- bulunmasıdır.
Hz. Ömer’in Kudüs’ün fethi esnasında ve sonrasında şehrin anahtarını teslim alıp namaz vakti girdikten sonra, Kudüs Patriğinin davetine rağmen, namazını Kilise’nin içinde kılmayıp ferdi olarak giriş kapısında kılması, niçin böyle yaptığı sorulduğunda, “Şayet içeride kılsaydım, sonradan Müslümanlar o kiliseyi mescit olarak ittihaz ederlerdi” sözü de Kudüs-Aksa ufuk ve bilinci açısından dikkat çekici olsa gerektir. Ne var ki, oldukça meşhur olan bu bilgi-davranışın dayanağı ilk dönem İslam kaynaklarında yer almayıp İbn Haldun tarafından nakledildiğini belirtmek gerekir. Bununla beraber Hz. Ömer’in, şayet heykel ve resimlerden arındırılırsa veya bunlardan hali ise kilisede namaz kılmayı caiz gördüğü bilinmektedir. Zira Buhari’nin Sahih’inde de yer alan bir kayıtta Hz. Ömer’in Hristiyanlara yönelik olarak “Biz sizin kiliselerinize orada bulunan heykel ve resimlerden dolayı girmiyoruz” dediği rivayet edilir. Öte yandan kaynaklarda Hz. Ömer’in Kudüs’teki Aksa’da “tahiyyetü’l-mescid” namazı kıldığı ve Müslümanlara sabah namazını kıldırdığı da aktarılır. Hatta yine Aksa’ya girerken “Lebbeyk Allahümme lebbeyk” dediği de rivayet edilir. Bu meyanda ayrıca Müslüman olması sonrasında Mekke’de iken dahi Aksa’ya özlem duyduğu ve orada namaz kılmak için gitmek istediği ancak Hz. Peygamber’in Mekke’yi işaret ederek burada namazın daha hayırlı olduğunu söylediği nakledilir.
Bu sebeple Hz. Peygamber’den altı yıl sonra Müslümanların yönetimine giren ve farklılıklarla bir arada yaşama hukuku inşa edilen Kudüs ile ilgili olarak Hz. Ömer’in bilinci ve uygulamaları ile “emannamesi” çok önemlidir. Medine vesikasından esinlenilen bu emanname sonraki hükümdarlar tarafından da genişletilmiştir. O sebeple, Müslümanlar zamanında Kudüs farklı din-kültürlerin bir arada yaşadığı sulh ve emniyetin merkezi olmuştur. Hatta Kudüs’teki Hz. İsa’nın göğe yükseldiğine inanılan “Kıyame (diriliş) Kilisesi’ni bile vaktiyle Hristiyanlar paylaşamamış; aralarında Osmanlı hakemlik yapmıştır. Bugün Kıyame Kilisesi’nin anahtarının hala Müslüman bir ailede olduğu bilinir. “Halil” kapısından girildiğinde iç kalenin duvarına Osmanlı “La ilahe illallah, İbrahim Halilullah” yazmıştır. Yine Kudüs şehir surlarının güney batısının dışında yer alan “Ebedi İstirahatgah Manastırı”, Alman Kayzeri İkinci Wilhelm tarafından 1906-1910 arasında Alman Katolikler için yapılmıştır. Kayzer burayı Sultan İkinci Abdülhamid’den istemiş o da belli bir denge politikasıyla, Kudüs'ün gittikçe ağırlığı artan Yahudilerin tekeline düşmesin diye Hristiyanların kiliseler yapmasına izin vermiştir. Bugün belki de bu politikanın sürdürülerek, Vatikan’ı-Hristiyan alemini de hac mekanı olan Kudüs’e sahip çıkmaya davet etmeyi de düşünmek gerekir.
Diğer yandan Osmanlı döneminde Yavuz Sultan Selim’in “hadimü’l-Haremeyn-Hadimü’l-kıbleteyn” sıfatı, son dönemlerdeki kullanım hariç, Kudüs-Aksa kastedilerek de kullanılmıştır. Müslümanların hakimiyetinde Kudüs-Aksa alanındaki pek çok mescidin her bir köşesinde dersler ve ilim halkaları olmuş; Kudüs, her yerden büyük alimlerin oraya geldiği bir ilim-medeniyet merkezi olmuştur. İmam-ı Gazzali İhya adlı meşhur eserinin bir kısmını Mescid-i Aksa’da yazmıştır.
Kudüs-Aksa’ya dair bütün bu sulh-sükun ve birlikte yaşama bilinci, İsrail devletinin yolunu açan 1917’deki “Balfour deklerasyonu” ile bozulmuştur.
Yahudiler-Evanjeliklerin Kudüs Apokaliptiği ve Teo-Politiği
Öte yandan Kudüs üzerindeki tartışmalar, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’ın kutsal metinlerinde yer alan “dünyanın sonu-kıyamet”, “Armageddon-milenyum (100 yıllık dünya cenneti)”, yani apokaliptik meselesiyle de alabildiğine alakalıdır. Hatta meselenin teolojik-teo-politik yönüyle alakalı bu önemli nokta bilinmeden, Kur’an ifadesiyle “etrafı mübarek kılınmış Kudüs”e yönelik politikalar, hamleler yeterince anlaşılamayacaktır. Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’ın kutsal metinlerinde yer alan “dünyanın sonu-kıyamet”, “Armageddon-milenyum (100 yıllık dünya cenneti)”, yani apokaliptik meselesiyle de alakalı olmasıdır. Siyonist Evanjeliklerin etkisindeki bir önceki ABD başkanı Trump’ın dünyayı karşısına alarak aldığı Kudüs kararı kanaatimce daha ziyade bununla bağlantılıdır.
Bilindiği üzere, “apokalips-apokaliptik” kelimeleri, kozmik birtakım hususları anlatmada kullanılır. Kelimenin aslı, “örtülü bir şeyi açmak, ortaya çıkarmak” anlamındaki Yunanca “apokalypsis”tir. Esas itibariyle kelimenin yıkıcı felaket ve sıkıntılarla ilgili kullanımına, Yeni Ahit’in son kitabı olan Yuhanna’nın Vahyi’nde rastlanmakta ise de M.S. 2. asır ve sonrasında Yeni Ahit apokalipsi ile benzerlik arz eden bütün Yahudi ve Hristiyan kitaplarını ifade için kullanılmıştır. Apokaliptisizme göre Allah, sonu çok yaklaşmakta olan dünya hakkındaki sırları, insanlara anlatmaları için bazı kişilere açıklamıştır. Bu literatür, sadece “apokalips”leri içine almamakta, aynı zamanda bir kısım ahitler, ilahiler ve duaları da kapsamakta ve genel olarak tarihin bu dünyaya ait bir döneminin yanında uhrevî dünyanın sırlı ve bilinmeyen yönleriyle ilgili olmak üzere iki türü bulunmaktadır. Kitab-ı Mukaddes’te, yukarıda zikri geçen “Danyal/Daniel” ve “Yuhanna’nın Vahyi” gibi apokaliptik karakter arz eden iki kitapla birlikte, başta Hezekiel, İşaya, Zekarya olmak üzere bazı kitapların da apokaliptik ifadeler içerdiği belirtilir.
Kur’an’da da bu yönde ayetler bulunmakla beraber, apokaliptik ifadeler daha ziyade hadislerde yer alır. Apokaliptisizm ve apokaliptik literatürün hadis metinlerindeki karşılığı ise –tam olarak karşılamasa da- “fiten”, “melhame”, “melahim”dir. Kur’an’da genellikle “insanın isyan veya sabrını ölçmeye yönelik her türlü ilahî imtihan” manasında kullanılan “fitne” kelimesinin, “günah, fısk ve fücur, inkarcılık, savaş, yangın, zelzele, kargaşa” şeklindeki anlamları zamanla daha yaygınlık kazanmıştır. Hadis literatüründe bu kelimeler, “İslam toplumunda çeşitli dini ve siyasi sebeplerle ortaya çıkan her türlü sosyal kargaşa, savaş ve ölümle sonuçlanan olay, kıyametten önce zuhur etmesi beklenen alametler-savaşlar” şeklinde bir anlam kazanmıştır.
Gerek “apokalips” ve “apokaliptisizm”in anlamı gerekse F. Rosenthal tarafından “geleceğin tarihi” olarak tanımlandığı belirtilen “apokaliptik rivayetler”in teo-politik bir yansıması olarak Yahudi inancına göre kıyamet öncesinde yaşanacaklar şöyledir: İsrail toprakları bitkilerle sarılacak, sürgündeki Yahudiler tekrar toplanacak, İsrail’in düşmanları yenilecek, Süleyman Tapınağı (Temple) Kudüs’te tekrar inşa edilecek -ki İsrail’in ana akım Yahudileri arasında Süleyman Mabedi yakında inşa edilmezse, ülkenin yok olacağı inancı yaygındır- Mesih (Hz. İsa değil) gelerek İsrail’in kralı olacak ve tüm Yahudileri vaadedilmiş topraklarda toplayacak. Bu sırada Magog Kralı Yahudiler’e saldıracak ama yaşanacak büyük savaşı Mesih ve taraftarları kazanacak. Mesih’in yanında yer alanların gireceği savaştan sonra ise tüm insanların Tanrı’yı doğrudan bilecekleri bir “Gelecek Dünyası (Olam Haba)” başlayacak. Hristiyanlar içerisinde özellikle Kudüs’e yönelik apokaliptik bakımından daha ziyade öne çıkan grup, dünyada sayıları 500 milyonu bulan Evanjeliklerdir. Onlara göre Tanrı ilk insandan bu yana yedi dönem yaratmıştır. Bunlardan altı tanesi geçmiş ve “milenyum” veya “yeryüzü cenneti” denen yedincisi ise henüz gelecektir.
Onlara göre “Tanrı tarafından seçilmiş bir topluluk” olarak Yahudiler, dünyanın sonu geldiğinde İsrail-Kudüs’te yapılacak Büyük Kıyamet Savaşı olduğuna inanılan “Armageddon” –ki Eski Ahit’in Daniel (2: 31-35) ve Hezekiel (39: 3-6), Yeni Ahit’in ise Vahiy bölümünde bu manada pasajlar vardır- döneminde başkenti Kudüs olan ve Süleyman Mabedi’nin (Temple) yeniden inşa edileceği İsrail’de yaşamalıdır. Bu esnada Deccal (Antichrist) “barış yapıcı” rolünde çıkacak ve sonunda Mesih’in (Hz. İsa) gelmesiyle yenilgiye uğrayacak. Bu yenilgiyi tadacaklar arasında Evanjeliklere göre “kafirler” olan Yahudiler de vardır. Armageddon Savaşı’ndan zaferle çıkan Hz. İsa ve etrafındaki “iyiler” için yeni bir dünya düzeni ile birlikte “milenyum dönemi (bin yıl)” başlayacaktır.
Theodor Herzl’in 1896’da Siyonizm kongresini toplamasından önceki dönemde “Siyonizm” idealine sahip olduğu yönünde bilgiler bulunan Evanjelikler-Siyonist Evanjelikler, Kudüs kararıyla Mescid-i Aksa ve çevresinin yıkılıp yerine “Süleyman Mabedi”nin yeniden inşa sürecinin hızlandığına ve Mesih’in ancak bu mabed inşa edildikten sonra geleceğine inanır. Evanjeliklere göre Millenyum’a ulaşmada gerekli olan ara safhalardan biri tüm Yahudilerin İsrail-Filistin’de toplanmasıdır. Bu ara dönem yaşandıktan sonra son aşamada, Hz. İsa’nın geleceğini, Yahudilere Hıristiyanlığa dönmelerini emredeceğini, bir kısmının kabul edeceğini, reddedenlerin de yok edileceğini düşünüyorlar. Evanjeliklerin şu an için İsrail’e tam destek vermelerinin ardında bu teo-politik inanç vardır. Günümüzde Amerika’da özellikle Evanjelik Protestanlar arasında çok sayıda “millenyum kültleri”nin olmasının bir açıklaması da bu olsa gerektir.
Kudüs Hafızası ve Bilinci Oluşturmak
Sonuç olarak şunu söyleyelim ki, Müslümanların, özellikle son yüzyılda, Kudüs’e dair etkin sürekli bir hafızası ve bilincinin olduğu söylenemez. İsrail bu hafızaya veya Kudüs-Süleyman Mabedi ve arzı mev’ud hafızasına-inancına sahiptir. Dolayısıyla Müslümanlardaki “Kudüs ve Aksa bilinci”ni güçlendirmek gerekir. Mesela Miraç gün-gecesini bir hafta süreyle Kudüs-Mescidi Aksa haftası olarak etkinliklerle kutlaması düşünülebilir. Allah, Kudüs-Aksa’yı “mukaddes” diye nitelemiştir ki, zulümden-şirkten arındırılmış demektir. Şu halde bugün hangi konumda olursa olsun, bir gün yine asıl sahipleri olan Müslümanların yönetiminde mübarek-mukaddes olacaktır. Ne var ki, Allah bunu biz mü’minlerin başarmasını, aramızdan çıkacak yeni Ömer’ler, yeni Salahattinler, yeni Fatih’lerle gerçekleşmesini istemektedir.
Kudüs “mahşer yeridir” ve Müslümanları birleştirme fonksiyonu vardır. Ümmetin farklı renkleri Kudüs’te birleşir. Fakat İslam coğrafyasının önemli devletlerinin baskı altına alındığı da bir gerçektir. İsrail ile “düşman kardeşliği” gibi bir durumda olan İran yeni ABD yönetimiyle nükleer anlaşma ve blokajın kaldırılmasıyla, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn İbrahim Anlaşmasıyla, Mısır da ekonomi-politik ile baskılanmaktadır. Bu durumda geriye (Talmud’da “Kuzeyin aslanları sizi parçalayacak” diye geçen) İslam coğrafyasının en merkezi-mihver devletlerinden olan Türkiye kalıyor. Türkiye’nin öncülüğünde iki milyara yakın nüfusa sahip Müslüman coğrafyanın nüfuslarını nüfuza çevirme stratejilerine, İslam ülkeleri olarak fiiliyata yol haritası çıkarılacak etkili “Kudüs kriterleri deklarasyonu”na ihtiyaç vardır. Hatırlanacağı üzere, İslam İşbirliği Teşkilatı Mescid-i Aksa’nın 1969’da “Church of God” isimli tarikat mensubu Hristiyan bir Siyonist-entegrist olan Michael Dennis Rohan tarafından kundaklanması üzerine kurulmuştu. Öyle anlaşılıyor ki Kudüs o dönem nasıl ümmeti birleştirdiyse, bugünün bölünmüş İslâm dünyasını da birleştirme potansiyelini “bi’l-kuvve” hala koruyor.
Hz. İsa Kudüs’te bulunan Zeytin Dağı’ndaki dağ vaazında havarîlere “Siz dünyanın tuzu ve ışığısınız” demişti. Benzer bir sözü Hz. Peygamber de sahabiler için söylemişti. İlk kıble ve etrafı mübarek kılınan Mescid-i Aksa, Müslümanlar için tuz ve ışık gibidir. Şayet Siyonist ellere geçerse Müslümanlar “tuz-ışık” olma bilincini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.