Türkiye ekonomisi son beş yılda peş peşe sandığa gitmiş olmanın yorgunluğunu fazlasıyla yaşadı. Enerji kaybı sadece seçimlerle de sınırlı kalmadı. Gezi Parkı Şiddet Eylemleri, 17-25 Aralık operasyonları, terör olayları ve 15 Temmuz darbe girişimi gibi ağır iç şoklara maruz kalındı. 2011’den bu yana sınırımızda son yirmi beş yılın en kanlı iç savaşı yaşanıyor. Türkiye sınır güvenliği ve mülteci akınlarının yanı sıra küresel ve bölgesel güçler arasında yaşanan vekil savaşının uluslararası siyasi yansımalarını da yönetmeye çalışıyor. Siyasetin enerjisinin çok önemli bir kısmı ister istemez bu gibi iç ve dış şokları yönetmeye harcanıyor.
Bütün bunlar içeride ve dışarıda yaşanan kritik ekonomik gelişmelerin baskısı hissedilerek yaşandı. ABD Merkez Bankasının (FED) küresel finans krizi sonrası sonuna kadar açtığı para musluklarını kapatmaya ve faizleri arttırmaya başlaması küresel likiditenin Türkiye gibi ülkelerden çıkmasına neden oldu. Birçok gelişmiş ülke yavaşlayan ekonomik büyüme ve gittikçe kutuplaşan emek piyasası gibi sorunlarını çözmek adına bir süredir imalat sanayilerini yeniden canlandırmaya çalışıyor. Bu hedef doğrultusunda yeni nesil korumacı önlemler ve akıllı otomasyon uygulamalarını devreye sokuyorlar. Korumacı önlemler yoluyla ithalatı kısıtlayarak ve yerli üreticiye ek destekler sunarak son kırk yılda gelişmekte olan ülkelere kaptırılan fabrikaları yeniden kendi coğrafyalarına çekmeye uğraşıyorlar. Batılı gelişmiş ülkeler bir taraftan da kendi nüfuslarının yaşlanmasını ve gelişmekte olan ülkelerin ucuz iş gücü avantajını hesaba katarak akıllı otomasyonlar sayesinde rekabet gücü kazanmanın mücadelesini veriyorlar.
Küresel ekonomide bu değişim ve dönüşümler yaşanırken Türkiye bir taraftan da Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişle ekonomi yönetişimini yeniden tasarlamaya çalışıyordu. Koordinasyonun artırılması için ekonomiyle ilgili bakanlık sayısının azaltılması, politikaların belirlenmesi sürecine paydaşların katkı sağlaması için politika kurullarının oluşturulması ve politikaların kararlı bir şekilde uygulamaya geçirilebilmesi için bürokrasinin güçlendirilmesi gerekiyordu. Ekonomi yönetişimine dair bu kritik adımların atılmaya başlandığı sırada spekülatif ataklar sonucu yaşanan kur şoku maalesef yine odağın belli bir süre daha uzun vadeli hamlelerden kısa vadeli sorunlara kaymasına yol açtı. Kur şokunun reel sektör üzerindeki etkilerini sınırlandırmaya ve döviz kurlarının istikrara kavuşmasını sağlamaya çalışırken yerel seçimlerin yaklaşması uzun vadeli politikaların bir süre daha ötelenmesine neden oldu.
Sürdürülebilir Patika Gerekli
Artık seçimler geride kaldı. Hem vatandaşların hem de siyasi kurumların seçim yorgunluğunu üzerinden atıp uzun vadeli işlere ve politikalara odaklanmaları gereken bir zaman dilimine girildi. Düzgün bir şekilde değerlendirilmezse telafisi çok zor olan ama öbür taraftan verimli geçirilirse Türkiye ekonomisine kalkınmada lig atlatabilecek dört buçuk yıl var önümüzde. Bu seçimsiz uzun süreyi kapsayıcı, koordineli, tutarlı ve öngörülebilir politikalar ortaya koyarak ve ekonomik yönetişimi güçlendirerek geçirmemiz gerekiyor.
Seçimler sonrası ilk etapta sorunlu krediler için daha bütüncül bir çözüm ortaya konulması ve reel sektörü –dopingli değil sürdürülebilir bir şekilde– canlandıracak politikaların hayata geçirilmesi önem arz ediyor. Tarım politikaları kapsamında yeni hal yasası, teşvik sistemi reformu ve tarım üreticisinin pazara erişimini kolaylaştırmaya yönelik hamleler diğer kritik gündem maddeleridir.
Enflasyon ve cari açığı sadece talep daralmasına bağlı olmadan yapısal boyutta düşürecek politikaların mutfakta pişirilmesi gerekiyor. Makro ekonomik istikrarı yakalayıp döviz kurlarının yeniden anormal seviyelere çıkmayacağının piyasalar ve vatandaşlara gösterilmesi durumunda yerli ve yabancıların TL cinsi varlıklara olan talebi artacağı için döviz piyasasındaki oynaklık azalırken Türkiye’ye sermaye girişi hızlanacaktır. Küresel ekonominin yavaşlaması neticesinde büyük merkez bankalarının parasal sıkılaştırmadan vazgeçip genişletici para politikasına doğru geçiş yapma ihtimallerinin güçlenmesi de özellikle 2019’un ikinci yarısından itibaren Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin kur ve faiz açısından ellerinin rahatlamasına neden olacaktır. Önümüzdeki iki-üç aylık periyodu verimli değerlendirdiğimiz takdirde kötümser havanın iyimserliğe doğru kaymasına şahit olabiliriz.
Ekonomik dengelenme ve disiplin için bunları yaparken bir taraftan da ekonomik dönüşüme dair sürecin yol haritasının ince ayrıntılarıyla ortaya konması bekleniyor. Küreselleşmenin şekil değiştirdiği ve yeni bir teknolojik dönüşümün yaşandığı böylesi bir dönemde kaynaklarımızı daha etkin kullanarak ekonomik büyümeyi daha istikrarlı ve sürdürülebilir bir patikaya oturtmamız elzemdir. Önümüzdeki dört-beş yılık sürede kaynakları daha etkin kullanmak ve öngörülebilirliği artırmak için belki de ortalama yüzde 3’lük bir büyümeye razı olmamız gerekecektir. Bütün sektörlere teşvik vermek, şirket ayrımı gözetmemek yerine daha seçici politikalarla yola devam edilmelidir. Türkiye’nin her teknolojiyi ve sektörü destekleyerek hepsinden aynı anda verim alabilecek kadar finansal kaynağı, beşeri sermayesi ve altyapısı yoktur. Bunu kabul ederek yola çıkılmalıdır. Türkiye’nin ileri malzemeler, yapay zeka, robotik, sanal gerçeklik, eklemeli imalat ve nanoteknoloji gibi yeni dönemin teknolojilerinden imalat sanayiine daha fazla katkı sağlaması, muhtemel bir veya iki seçenek üzerine odaklanması lazımdır.
Öbür taraftan destek ve teşvikler daha çok katma değerli yerli üretimi artırarak ihracat potansiyelini yukarıya çekecek sektörlere yönlendirilmelidir. Teknoloji ve sektörler bazında seçici olmak kısa vadede ekonomik büyümeyi son yıllarda alıştığımız yüksek oranlarda canlandırmayacak olsa da uzun vadeli büyük katkıları düşünüldüğünde bu yapılmaya değer bir tercihtir. Tek başına üretkenlik artışı ve ekonomik büyüme üzerine de odaklanmamak gerekiyor. Yeni nesil küreselleşme ve teknolojik dönüşümün istihdam piyasası üzerinde yıkıcı etkileri olması bekleniyor. Bu yüzden Türkiye’nin sosyoekonomik etkilerini de göz önünde bulundurarak büyümeyi kapsayıcı kılmak adına sadece yüksek katma değerli değil aynı zamanda istihdam dostu olan sektörleri ve teknolojileri politika ajandasının en üst sıralarına koymasında fayda vardır.
Küresel ekonomide yaşanan dönüşüm bir taraftan –Türkiye gibi– gelişmekte olan ülkeler açısından riskler ortaya çıkarırken diğer taraftan ise akıllı politikalar uygulayan ülkeler için yeni bir fırsat penceresi oluşturmaktadır. Seçimlerin uzun bir süre gündemi meşgul etmeyeceği bir ortamda Türkiye daha uzun vadeli bir perspektifle şekillendirip uygulamaya koyacağı politikalar sayesinde bu fırsat penceresini aralayarak bir üst lige geçebilecek ender gelişmekte olan ülkelerden biri olabilir.