Kriter > Dış Politika |

Koronavirüs Salgını AB’yi Ayrıştırıyor


Salgın, Avrupa’daki derin fay hatlarını yeniden hareketlendirdi. AB, Brexit’in etkilerinden kurtulamadığı gibi, ekonomik açıdan kuzey-güney ayrışmasının da üstesinden gelememiş durumda. Mülteci kriziyle hala mücadele ettiği bir dönemde koronavirüs salgını, üye ülkeler arasındaki ayrışmaların giderek derinleşmesine yol açtı.

Koronavirüs Salgını AB yi Ayrıştırıyor

Aralık 2019’dan beri dünya gündeminin ilk sırasında yer alan yeni tip koronavirüs salgını (Covid-19), insanlar ve toplumlar üzerinde oluşturduğu tesir kadar, devletleri ve uluslararası örgütleri de derinden etkiledi. Bu bağlamda salgınla mücadelede öncü bir rol üstlenmesi beklenen 27 üyeden müteşekkil Avrupa Birliği (AB), aradan geçen süre zarfında kurumsal olarak hemen her konuda sınıfta kaldı. Bunun yanında daha salgının ilk günlerinden başlamak üzere, üye ülkelerin salgınla mücadeleye dair birçok konuda sorun yaşadıkları görülüyor.

 

İlk Kriz: Temel Sağlık Malzemeleri

AB ülkelerinin salgınla mücadelede yaşadıkları ilk mesele, maske ve dezenfektan gibi temel sağlık malzemelerinin temini konusunda oldu. Zira salgın, Avrupa’da ilk kez kozmopolit bir toplumsal yapıya sahip Fransa’da görüldükten kısa bir süre sonra, hızla tüm kıtaya yayıldı. Ardından İspanya ve İtalya gibi koronavirüs salgınından en ağır şekilde etkilenen iki ülke, salgına tamamen hazırlıksız yakalandıkları için diğer üye ülkelerden yardım talebinde bulundu. Ancak ne diğer üye ülkeler ne de kurumsal olarak Brüksel yönetimi, bu yardım çağrılarına cevap ver(ebil)di. Vaka sayılarının her gün arttığı ve kitlesel ölümlerin yaşandığı bu iki ülkenin yardımına ise hiç beklenmedik ülkeler koştu. Buna göre sürpriz şekilde yıllardır üyelik müzakereleriyle oyalanan Türkiye, AB’nin uzun zamandır güç mücadelesi verdiği Çin ve Rusya ile kilometrelerce uzaktan bir Latin Amerika ülkesi Küba; İtalya’ya tıbbi yardım ve/ya sağlık ekibi gönderdi. AB’nin içine düştüğü aciz durumu göstermesi bakımından dikkate değer olan bu gelişmeyle ilgili, dönemin İtalya Başbakanı Guiseppe Conte, krizin AB’nin geleceğini riske attığını ve diğer üye ülkelerin “Avrupacılık ruhunu sergileyemediğini” ifade ederek eleştirilerde bulundu.

Bütün üye ülkelerin tam manasıyla kendi derdine düştüğü ve sağlık güvenliğini öncelediği bir dönemde, İsveç merkezli bir sağlık şirketinin Çin’den İtalya ve İspanya için ithal ettiği maskelere Fransa tarafından el konulduğunu açıklaması ise yeni ve daha büyük bir krize yol açtı. Bu gelişmeden kısa bir süre sonra, Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz da ithal ettikleri maskelerin uzun süre Almanya sınırında bekletildiğini açıkladı ve Berlin’i eleştirdi. Bu gelişmeler ışığında, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen kurumsal olarak dayanışmaya en çok ihtiyaç duydukları bir dönemde, gerekli dayanışmayı gösteremediklerini kabul etti ve AB adına İtalya’dan özür diledi. Dolayısıyla peşi sıra yaşanan bu tür gelişmeler göz önünde bulundurulursa, sanılanın aksine AB üye ülkeleri arasında gerçek bir dayanışmanın olmadığı ve bütün üye ülkelerin zamanı geldiğinde birbirlerinin “kurdu” oldukları ifade edilebilir.

Bunların yanı sıra AB üyelerinin en önemli ayrıcalıklarından biri olan ve üyeler arasında dolaşımı serbest kılan Şengen düzenlemesinin de bir süredir bazı ülkeler tarafından askıya alındığını gözden kaçırmamak gerekiyor. Örneğin; Birliğin kurucu ülkelerinden Almanya’da Merkel hükümeti, komşu ülkelerin salgına karşı gevşek tedbir aldığını gerekçe göstererek sınırlarda bazı kısıtlamalara gitti. Benzer kısıtlamaları Avusturya, Belçika, Fransa ve Portekiz gibi ülkeler de uygulamaya devam ediyor. Her ne kadar AB Komisyonu bu durumu engellemek için bahsi geçen ülkeleri sık sık ikaz etse de, uyarıların sahada karşılık bulmadığı görülüyor. Haliyle en son mülteci krizinde başvurulan Şengen ihlallerinin önümüzdeki süreçte devam etmesi, üye ülkeler arasındaki ayrışmaları daha da derinleştirebilir.

 

İkinci Kriz: Korona Tahvilleri

Salgının ilk günlerinde temel sağlık malzemelerinin temini konusunda yaşanan kriz, daha sonra ekonomi sahasına sıçradı ve üye ülkeler salgın sebebiyle oluşan ekonomik problemlerin üstesinden nasıl gelineceği konusunda ayrıştı. Buna göre AB liderleri koronavirüsün yol açtığı ekonomik krizin aşılması hususunda, ortak hareket edilmesi gerektiğini kabul etmiş olsalar da bunun nasıl uygulamaya döküleceğiyle ilgili uzlaşabilmiş değiller. Bu şartlar altında yeni koronavirüs salgınının ekonomik açıdan da ağır hasara uğrattığı İspanya ve İtalya gibi güney ülkeleri, “korona tahvilleri” projesiyle borçların ortak bir şekilde üstlenilmesini gündeme getirdi. Ancak bu proje, diğer üye ülkelerin borcunu sırtlanma anlamına geleceği için, Birliğin güçlü ekonomileri arasında yer alan Almanya, Avusturya ve Hollanda gibi ülkeler bu teklifi hemen reddetti. Bu da üye ülkeler arasında varlığı zaten uzun yıllardan beri bilinen ekonomik fay hatlarının, koronavirüsle yeniden çatladığını ve üye ülkelerin bir kez daha kendi çıkarlarını önceleyerek ayrıştıklarını gösteriyor. Buradan hareketle Birliğin dinamosu rolündeki ekonomik ortaklığın önümüzdeki süreçte daha fazla hasar görmesi, üye ülkelerin AB’yi daha fazla sorgulamasına yol açabilir.

Covid-19 Aşı Çalışmaları

Dünya Sağlık Örgütü ve Avrupa İlaç Ajansı, Almanya, Fransa ve İtalya gibi ülkelerin kullanımını askıya aldığı Oxford-Astra Zeneca aşısına yönelik olarak, Avrupa ülkelerine aşıya devam etmeleri yönünde çağrıda bulundu. (Getty Images, 23 Mart 2021)

 

Yeni Kriz: Aşı Tedariki

Koronavirüsün AB ülkelerini ayrıştırdığı yeni saha ise aşı tedarikiyle ilgili. Zira üye ülkelerin, salgınla mücadeledeki en büyük umudu olan aşı konusunda, Rus ve Çin aşılarına karşı siyasi bir tutum sergilenerek bugüne kadar sadece Batı menşeli aşı firmalarıyla anlaşma yapılması ve bundan ötürü aşı talebine yetişilememesi, hükümetler üzerindeki baskıyı artırmış durumda. Öyle ki, AB çeşitli aşı firmalarıyla anlaşmasına rağmen, Oxford-AstraZeneca aşısını üreten İngiliz-İsveç ilaç firması, Ocak 2020’de yaptığı duyuruyla AB’nin talep ettiği siparişleri belirtilen tarihe kadar yetiştiremeyeceğini açıkladı. Bu noktada üye ülkeler adına ortak aşı tedarikinden sorumlu olan AB Komisyonu, şubatta yaptığı duyuru ile üye ülkelerdeki yetişkin nüfusun yüzde 70’inin virüse karşı aşılanması hedefinin 1 Haziran’dan 21 Eylül’e ötelendiğini açıkladı. Bu da tabii olarak üye ülkelerin aşılama faaliyetlerine gölge düşürdü.

 

Yeni Talep Çin ve Rus Aşılarına

Bu şartlar altında bazı üye ülkeler, Brüksel’den ve diğer üye ülkelerden bağımsız olarak yakın zamanda farklı alternatiflere yönelmeye başladı. Örneğin Macaristan, Avrupa İlaç Ajansı’nın (EMA) henüz onay vermediği Rus “Sputnik V” aşısının tedariki konusunda Moskova ile anlaşarak ilk ayrıksı adımı attı. Bunun yanında Macaristan yine Brüksel’den ve EMA’dan bağımsız hareket ederek, Çin “Sinopharm” aşısına da yakın zamanda onay verdi. Macaristan’a benzer şekilde Slovakya da Rus aşısına onay verirken, Çekya Rus aşısıyla ve Polonya Çin aşısıyla ilgilendiğini açıkladı. “Vişegrad Dörtlüsü” (V4) olarak adlandırılan bu ülkelere kısa zaman içerisinde Danimarka ve Avusturya gibi diğer üye ülkeler de katıldı. Burada AB’ye aday ülkelerden Sırbistan ve Türkiye’nin siyasi saikleri göz ardı ederek Batı menşeli aşı firmalarını öncelemek yerine, erken tarihlerde Çin ve/ya Rus aşılarının tedariki için anlaşmaya varmalarından ötürü, aşılama faaliyetlerinde daha iyi performans sergilemelerini vurgulamak gerekiyor. Dolayısıyla ayrıksı adımlar atan üye ülkelerin, siyasi saplantılar yerine kendi toplumlarının sağlık güvenliğine öncelik vermeleri, gayet tabii bir durum olarak karşılanabilir. Ancak Birliğin lokomotif ülkelerinden Almanya ve Fransa’nın, siyasi nedenlerden ötürü Çin ve Rus aşılarına hala mesafeli olmaları, AB içerisindeki ayrışmaları derinleştirmeye devam ediyor. Burada önemli olan husus, bazı üye ülkelerin kurumsal olarak yetkilendirdikleri AB Komisyonunun politikasına uyması ve V4 gibi bazı ülkelerin bu politikaya zıt hareket etmesidir.

Bu arada AB ile eski üyesi İngiltere arasında devam eden aşı gerilimini gözden kaçırmamak gerekiyor. Esasen Oxford-AstraZeneca’nın AB’ye taahhüt ettiği dozları istenilen sürede gönderemeyeceğini açıklamasıyla başlayan taraflar arasındaki gerilim, yakın zamanda AB Konseyi Başkanı Charles Michel’in İngiltere’nin Oxford-AstraZeneca tarafından geliştirilen aşıları kendi vatandaşları için sakladığını iddia etmesiyle yeni bir boyuta taşındı. Her ne kadar İngiltere Başbakanı Boris Johnson ülkesine yöneltilen “aşı milliyetçiliği” suçlamasını reddetse de, iki taraf halihazırda karşı karşıya gelmiş durumda. Öyle ki aralarında Almanya ve Fransa’nın da bulunduğu birçok üye ülke, Oxford-AstraZeneca’nın ruhsatını ürettikleri aşının kan pıhtılaşmasına neden olduğu gerekçesiyle Mart ayında askıya aldı. Bu noktada önce Dünya Sağlık Örgütü’nün ve ardından EMA’nın, Oxford-AstraZeneca aşısının kanda pıhtılaşma riskini artırdığına dair bir bulgu olmadığını açıklaması, alınan kararın daha çok siyasi olduğuna işaret ediyor. Her halükarda bu tür gelişmelerden görüldüğü üzere, koronavirüs salgını Avrupa’daki derin siyasi fay hatlarını da yeniden hareketlendirmiş durumda.

Tüm bu derin krizler ve ayrışmalar göz önüne alındığında, öncelikle uluslararası örgütlerin varlıklarını güçlü bir şekilde sürdürmeye devam edebilmeleri için, aşılması zor engeller karşısında ortak hareket etmeleri gerektiğini hatırlatmak gerekiyor. Ancak AB gibi uluslararası boyutu geçip ulus-üstü temeller üzerine inşa edilen bir örgütün bile, koronavirüs sürecinde ortak hareket etmek bir yana, her geçen gün daha fazla ayrıştığı ve yeni krizlerle meşgul olduğu görülüyor. Zira salgınla geçen sadece bir yıl içerisinde yaşanan gelişmelerden görüldüğü üzere, AB üyesi ülkeler esasen sağlam bir irade ortaya koyup birlikte hareket etmek ve ortak çıkarlar üzerinden bugün sahip olduklarından daha fazlasına sahip olmak yerine, gayet sığ bir bakış açısıyla sadece kendi çıkarlarını öncelemiş durumdalar.

Sonuçlandırmak gerekirse, AB’nin Brexit’in etkilerinden kurtulamadığı, ekonomik açıdan kuzey-güney ayrışmasının üstesinden gelemediği ve mülteci kriziyle hala mücadele ettiği bir dönemde koronavirüsün; üye ülkeler arasındaki ayrışmaların derinleşmesine yol açtığı söylenebilir. Buradan hareketle koronavirüs sonrası dönemde, kurumsal olarak AB’nin öncelik vereceği konunun, hiç şüphesiz genişlemeden ziyade üye ülkeleri daha fazla yakınlaştıracak derinleşme üzerine olacağı ifade edilebilir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası