Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) 3 Kasım 2002’de yapılan genel seçimleri kazandığında muhtemelen hiç kimse çok uzun soluklu bir iktidar döneminin başladığını tahmin edemezdi. 1946’da başlayan çok partili hayatın ilk en uzun hükümet etme tecrübesi, Demokrat Parti’nin on yıllık dönemiydi. 1960-1980 darbeleri arasındaki yirmi yıllık dönemde Türkiye kısa süreli koalisyonlarla tanıştı. 12 Eylül darbesinin ardından, 1983’te yeniden demokrasiye geçildikten sonra Anavatan Partisi’nin tek başına iktidar dönemi sekiz sene sürdü. 1991 seçimlerinden 2002’ye kadar geçen süreç ise kısa süreli hükümetleri ve dolayısıyla istikrarsız bir siyasi sistemi beraberinde getirdi. Öyle ki 1990’dan 2002’ye kadar olan zaman diliminde altı ayrı başbakanın başkanlığında, 11 farklı hükümet görev yaptı. Aynı dönemde, siyasetin dağınık bir görüntü çizmesi, ülkeyi kaosun içine çekti. 1990’lar boyunca faili meçhul cinayetler, terör, ekonomik krizler ve istikrarsızlık adeta ülkenin normali haline geldi. 1997’de başlayan 28 Şubat süreci ise devlet ile toplum arasındaki mesafenin iyiden iyiye açılması sonucunu doğurdu. Toplumsal güven endekslerinde siyasetçiler en altta çıkıyor, bürokratik oligarşi giderek kendini sistemin merkezine yerleştiriyordu. Siyaset kurumu, belki de ülke tarihindeki en derin itibar ve meşruiyet krizi içinde bulunuyordu. Kısacası siyaset dışı ellerin sürekli devreye girmesi, koalisyonların kurulması veya bozulması, yolsuzluk iddiaları ve vesayetin kurumsallaşması, bu dönemi karakterize eden özelliklerdi.
Yakın dönem siyasi hayattaki bu tablonun geleceğe dönük çok sayıda soru işareti ürettiği de söylenebilir. 2002 seçimlerinin ardından kuruluşunun üzerinden henüz bir yıl geçen bir partinin artık kronik hale gelen sorunları ne ölçüde çözeceği belirsiz olarak görülüyordu. Üstelik AK Parti’nin içinden çıktığı siyasi geleneğin müesses nizamla sorunlu ilişkisi, iktidarın süresine ilişkin belirsizlikler üretiyordu. Önceki partileri kapatılan bir çizgiden gelen AK Parti’nin geleceğini, kendi siyasi başarısı kadar vesayet odaklarıyla ilişkisinin belirleyeceği kolayca anlaşılıyordu.
Restorasyondan İnşaya
AK Parti iktidarının ilk dönemi bir dizi restorasyon çabasıyla geçti. Öncelikle kriz içindeki ekonominin disipline edilmesi için sıkı para ve maliye politikaları izlendi. IMF’ye olan borçların bir an önce ödenmesi ve böylece daha bağımsız ekonomi politikaları izlenmesi için çaba harcandı. Avrupa Birliği’ne (AB) üyelik hedefleri doğrultusunda daha önceki hükümetler tarafından başlatılan reform programları, genişletilerek sürdürüldü. Bu dönemde, demokratikleşme ve siyasi özgürlüklerin genişletilmesi için kararlı, ancak aynı zamanda itidalli adımların atıldığı söylenebilir. Doğru politikaların uygulanması, AK Parti’nin toplumsal zeminini giderek genişletti. 2007 seçimlerine gelindiğinde AK Parti’nin seçmenlerin yarısının oyunu alması ve hemen her seçimde aynı oranı muhafaza etmeyi başarması, ilk iktidar döneminden itibaren somut ve uygulanabilir hedefler belirlemesi ve bunları hayata geçirmesiyle yakından ilişkili. Bir bakıma, ülke ve dünya gerçekleri AK Parti siyaseti açısından belirleyici oldu.
İlk iktidar döneminde AK Parti’nin belki de en büyük başarısı, toplumun siyaset kurumuna ilişkin güvenini yükseltmek şeklinde görülebilir. Türkiye’de darbe dönemlerinin öncesinde ve sonrasında siyasetçilerin itibarsızlaştırıldığı ve toplumun demokratik siyasete yönelik güveninin ortadan kaldırılmaya çalışıldığı bilinen bir durumdur. Böylece darbeciler kendilerine bir meşruluk zemini bulur ve toplumdan yükselebilecek muhtemel itirazların önü kesilir. Buna karşılık, AK Parti Genel Başkanı sıfatıyla Recep Tayyip Erdoğan daha ilk günden itibaren vesayet odaklarıyla mücadele ederek milli iradeyi hakim kılacakları yönünde bir dil kullandı. Üstelik bu ifade, siyasi bir söylem olmakla kalmadı ve uygulamaya yansıdı. İlk iktidar döneminin sonlarında, 27 Nisan 2007 günü yaşanan e-muhtıra olayında görüldüğü üzere vesayet kurumlarıyla yaşanan gerilimlerde geri adım atılmadı. Aynı süreçte, toplum, Erdoğan tarafından demokrasinin gerçek anlamda kurumsallaşabilmesi için vesayet kurumlarıyla yapılacak mücadele konusunda ikna edildi. Böylece AK Parti, oylarını seçmenlerin yaklaşık yarısını kapsayacak şekilde konsolide etti, girdiği tüm seçimleri kazandı, anayasa değişikliği referandumlarında istediği sonucu aldı.
Türkiye Yüzyılı İdeali
2002’den itibaren girdiği tüm seçimleri kazanan AK Parti, 2023’te yapılacak yeni genel seçimlere ilişkin çalışmalarını da diğer tüm partilerden önce başlattı. 28 Ekim 2022 günü görkemli bir törenle kamuoyuna açıklanan Türkiye Yüzyılı projesi, aslında sıradan bir seçim kampanyasının çok ötesine geçiyor. Bu proje aracılığıyla 2023’le beraber başlayacak olan Cumhuriyetin ikinci yüzyılına yönelik bir vizyon ortaya koyulması amaçlanıyor. Türkiye’nin modernleşme tarihi şeklinde de özetlenebilecek son üç yüz yılı, devletin dışarıdan gelen saldırı ve müdahalelere karşı ayakta durma çabasıyla geçti. Devletin karşı karşıya olduğu somut sorunlar, geleceğe yönelik kalıcı planlar yapılmasını da önledi. Aynı durum, ülkenin dış etkilere açık bir görünüm sergilemesini de beraberinde getirdi. Türkiye, tüm karar alma süreçlerinde belirli dış dengeleri ve faktörleri gözeterek hareket etmek zorunda kaldı. Ancak artık Türkiye’nin makas değiştirdiği görülüyor. Yirmi yıldır kesintisiz şekilde devam eden değişim projesinin artık yeni bir yöne girdiği görülüyor. Toplumun önüne bir gelecek tasavvurunun konulması, üstelik bunun hiç de zor olmadığının anlaşılması, geçmişin birikiminin geleceğe taşınması açısından önem taşıyor.
Türkiye Yüzyılı projesinin temelinde Cumhuriyetin ikinci asrında Türkiye’nin en gelişmiş devletler arasında yer alması anlayışı bulunuyor. Halen G20 üyesi olan Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda G8 seviyesine çıkmaması için hiçbir neden yok. Burada önem taşıyan nokta, Türkiye’nin üstünlük sağlayabileceği sektörleri belirleyerek bu konuda yatırım yapması. Söz konusu durumun en belirgin örneklerinden biri insansız hava araçlarında sağlanan başarı. Dış basında da çok sayıda övgüye mazhar olan insansız hava araçları, yalnızca Türkiye’ye güvenlik alanında ciddi bir üstünlük kazandırmakla kalmadı, aynı zamanda kısa sürede ülkenin en önemli ihracat kalemlerinden biri de oldu. Yerli otomobil alanında kısa sürede kat edilen mesafe de Türkiye’nin gelecek yüzyılda ekonomisini büyütmek için teknolojik gelişmelerden en fazla yararlanan ülkelerden biri olduğunu gösteriyor.
Türkiye, devlet geleneği, tarihi tecrübesi, geçmiş bağları ve dinamik nüfusu itibariyle oldukça önemli bir potansiyele sahip. Tarihteki en büyük imparatorluklardan biri olan Osmanlı’nın gerilemesi ve yıkılması, Sanayi Devriminin getirdiği siyasi, toplumsal ve ekonomik ilişkileri takip edememesiyle yakından ilişkiliydi. 21. yüzyılla birlikte endüstriyel ilişkilerde yeni bir dönem başladı. 4. Sanayi Devrimi veya Endüstri 4.0 şeklinde nitelenen bu süreç, dijital teknolojinin yoğun şekilde kullanılması yoluyla geleneksel üretim yöntemlerinin değişmesi anlayışına dayanıyor. Kuşkusuz gelişmiş devletlerin bu yeni sürece ayak uydurma konusunda doğal bir avantajları var. Ama yeni teknolojinin doğası, belirli alanlarda yetkinliklerini geliştiren ülkelerin klasik sanayi modellerine göre sürece kısa sürede ve kolay şekilde uyum sağlayabilmelerine imkan tanıyor. Türkiye, silahlı ve silahsız insansız hava araçları, uçak ve uydu teknolojileri, sağlık endüstrisi ve elektrikle çalışan yerli otomobil üretimi gibi konularda önemli yatırımlar yaptı. Buradan da anlaşılacağı gibi, Türkiye Yüzyılı projesinin altyapısı aslında uzun süredir hazırlanıyor. Bu süreç, bir bakıma, hayallerin gerçeğe dönüşmesi idealini yansıtıyor.
Diğer taraftan, Türkiye Yüzyılı vizyonunun yalnızca ekonomik temelli olmadığını anlamak gerekiyor. AK Parti, iktidarının ilk döneminden itibaren devletle toplum ilişkisinin rehabilitasyonu açısından gayret sarf etti. Öncelikle toplumun siyaset kurumuna güveninin yeniden tesis edilmesi için önemli bir çaba harcandı. Vesayet kurumlarının tasfiyesi kadar terörle mücadele gibi çok boyutlu ve çok bileşenli süreçler de toplumun desteğiyle yürütüldü. Toplumun iktidar tarafından ortaya konulan perspektif doğrultusunda, Türkiye’nin bugünden çok daha iyi bir geleceği olacağı düşüncesini benimsediği görünüyor. Farklı alanlarda yaşanan başarılar, toplumun özgüvenini ve siyaset kurumuna olan inancını yükseltiyor. Bu sürecin en önemli unsuru, tüm toplumsal kesimleri kapsayıcı bir siyaset tarzı geliştirilmesi. Nitekim Türkiye’de son dönemde kutuplaşma tartışmalarının giderek çoğaldığı biliniyor. Bu bakımdan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye Yüzyılı’nın tanıtım toplantısında tüm toplumsal kesimleri kucaklayan bir dil kullanması oldukça önem taşıyor.
Türkiye Yüzyılı’nın bir diğer boyutu diplomasiyle ilgili. Geçmişte Türkiye, dış etkilerle de tarihi bağlarının olduğu pek çok ülkeyle sınırlı bir düzeyde ilişki yürüttü. AK Parti döneminde Türkiye’nin kendi coğrafyası başta olmak üzere farklı ülkelerle ilişkisinin geliştirilmesi, bölgesel ve küresel sorunlar karşısında inisiyatif alması sağlandı. Geride bıraktığımız yirmi yıl içinde, Türkiye, dünyada ve bölgesinde yaşanan gelişmeleri seyretmekle yetinmedi, bunları insani idealler doğrultusunda şekillendirme amacıyla da hareket etti. Bu şekilde, iç siyaset alanında ortaya çıkan özgüvenin bir örneği uluslararası düzlemde de görüldü. Türkiye, yalnızca kendi coğrafyasında değil, dünyanın her yerinde her geçen gün sözü daha fazla dinlenen bir aktör durumuna geldi. Diplomasi alanında belirli iddiaların olması, bunların karşılık bulması durumunda anlamlı olacaktır. Türkiye’nin en son Rusya-Ukrayna Savaşı’nda örneklendiği üzere sözünün daha fazla dinlenen bir aktör durumuna gelmesi, uluslararası düzlemdeki karşılığının her geçen gün büyüdüğünü gösteriyor. Yalnızca devletler bazında değil, toplumsal alanda da benzeri bir etki yaşanıyor. Dünyanın farklı yerlerindeki halkların gözünde, Erdoğan ortak bir lider olarak yükseliyor.
Kızılelma Ülküsü
AK Parti, yirmi yıl boyunca demokratik siyasetin güçlenmesiyle ekonomik kalkınmayı eşzamanlı olarak yürüten bir siyaset izledi. 2002’den itibaren katıldığı beş genel seçimin tamamında tek başına iktidara gelmesini sağlayacak bir çoğunluk yakalaması, izlenen politikaların toplumda karşılığının bulunduğunu gösteriyor. Üstelik bu proje vesilesiyle, AK Parti muhalefet karşısında psikolojik üstünlüğü eline aldı. Projenin hem erken bir dönemde açıklanması hem de kimsenin itiraz edemeyeceği bir vizyon ortaya koyması, muhalefetin hareket alanını iyice daralttı. Bir bakıma, yine Erdoğan tarafından daha önce kullanılmaya başlanan “yerli ve milli” kavramının sağladığı türden bir etkiyle karşılaşıldı. Bu durum bile Türkiye Yüzyılı projesinin toplumsal karşılığını göstermesi bakımından anlamlı. Nitekim bu açıklamayla birlikte AK Parti’nin bir ivme yakaladığı görüldü. Muhalefetin adayının hala belirsiz olması, daha açık bir ifadeyle bu konuda mutabakat sağlanamadığının anlaşılması, AK Parti’nin bu süreçteki pozisyonunu daha güçlü kılıyor. Tüm iktidarı boyunca Erdoğan ve AK Parti, ülkenin gündemini yönlendirdi, bir bakıma, muhalefetin pozisyonunu bile şekillendirdi. Türkiye Yüzyılı projesi, yirmi yıldır izlenen politikaların geldiği merhaleyi gösteriyor. Projenin gücü, kimsenin kapsamına ve sunduğu perspektife itiraz edememesinden gayet iyi anlaşılıyor.
Türkiye Yüzyılı, bu topraklar üzerinde yaşayan herkes için daha iyi bir gelecek tasavvuru çizen bir proje. Erdoğan’ın konuşmasında vurguladığı üzere yeni bir Kızılelma. Ülkenin halihazırda sahip olduğu potansiyelin doğru kullanılması Cumhuriyetin ikinci asrında Türkiye’nin devletler liginde hızla yükselmesini sağlayacak. Toplumda ilk günden itibaren hissedilen heyecan ise projenin başarı şansını artıran en önemli etmen. Son olarak bu tür bir projenin muhalefetten değil, iktidarının yirminci yılını dolduran bir partiden gelmesinin ise ayrıca dikkat çeken bir durum olduğunun altını çizmekte fayda var. İktidar partisi bu denli kapsamlı bir projeyle seçmenin karşısına çıkarken Altılı Masa’nın aday konusu da dahil olmak üzere bir dizi sorunla yüz yüze olması muhalefetin hali pürmelalini göstermesi bakımından ayrıca anlamlı.