Türkiye Cumhuriyeti, demokrasi tarihinin en mühim olaylarından biri olmaya aday 16 Nisan referandumuna doğru koşar adım ilerliyor. Nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın bu referandum daima hatırlanan, atıf yapılan, karşılaştırma ve kıyaslamalarda kullanılan bir vaka, bir mihenk taşı olarak siyaset tarihimiz ve pratiğimizde yerini alacak.
16 Nisan referandumunu önemli kılan özelliklerin en başında ülkede ilk defa bu çapta bir Anayasa değişikliğine gidilecek olması geliyor. Daha önce de bir çok defa anayasa değişikliği yapıldı. Ancak bunların çoğu temel hak ve özgürlüklerle ilgiliydi. Devlet yapılanmasına ya hiç tesir etmedi ya da çok az tesir etti. Şimdiyse doğrudan doğruya devlet yapılanmasının değiştirilmesi hedefleniyor. Değişiklik bu bakımdan eşsiz, benzersiz.
Anayasa değişikliğinin ikinci önemli özelliği -sonuçlarından bağımsız olarak- kendi başına önemli bir demokratikleşme adımı teşkil etmesi. Demokrasi döneminde anayasalar ya tümüyle asker bürokratlar tarafından yaptırıldı veya onların baskı ve tehdidi altında değiştirildi. Dolayısıyla anayasa yapıcı veya anayasa değiştirici gerçek güç -siz bunu asli ve tali kurucu iktidar olarak da okuyabilirsiniz- ordu ve ordunun resmi ve sivil müttefikleriydi. AK Parti iktidarları döneminde manzara değişmeye başladı.
Bu değişiklik süreci 16 Nisan paketiyle zirveye ulaştı. İlk defa sivil güçler bu çapta bir anayasa değişikliğine öncülük etti ve kelimenin gerçek anlamında tali kurucu iktidar olmaya yöneldi.
Değişiklik paketinin üçüncü özelliği ilk bakışta -ben de dahil- bir çok yazar ve uzmanın tahmin ettiğinden daha kapsamlı, geniş çaplı ve derin olması. Her ne kadar merkezinde hükümet sistemi değişikliği yatıyorsa da bu adım tüm devlet sistemini etkileyecek. ‘’Hayır’’ kanadının iddia ettiği gibi rejim değişmeyecek yani cumhuriyet ve demokrasi ortadan kalkmayacak ama pek çok şey ya hemen yenilenecek ya da yenilenme sürecine girecek. Kuvvetlerin hem asli hem de nispi pozisyonu değişecek. Çünkü sistemde kuvvetler arasında bir ilişki ve denge ağı var ve birinde yapılan değişiklik kaçınılmaz olarak diğer kuvvetlerin konumunu da etkiliyor. Konum değişikliğinin zamanla kuvvetlerin yetkileri, kültürleri ve işleyiş biçimlerine de tesir etmesi kaçınılmaz.
‘’Hayır’’ın Sonuçları
Zayıf ve özellikle Avrupa ülkelerinin arsız ve demokratik değerlere aykırı tutumlarının deşifre olmasından sonra daha da azalan bir ihtimal olmakla beraber referandumda ‘’hayır’’ çıkması bile bazı ‘’hayırlı’’ sonuçlara yol açacak. Bir defa süreç ülkenin bir hükümet sistemine ihtiyaç duyduğunu yani içinde bulunduğumuz sistemsizlik durumundan çıkmamız gerektiğini herkese gösterdi. Artık hiç kimse bu gerçeği inkar edebilecek ve sistem arayışında -CHP’nin bu sefer yaptığı gibi- sorumluluk almaktan kaçınabilecek durumda değil.
Teklif halktan onay almazsa bu hükümet sisteminde değişiklik ihtimali ve ihtiyacının rafa kalkması anlamına gelmeyecek. Tam da tersine başka türlü daha uzağa ertelenebilecek bir hükümet sistemi kurma ihtiyacını, görevini daha da acil hale getirecek. 17 Nisan sabahından itibaren arayışlar başlayacak.
Teklifin hazırlanmış ve halkoyuna sunulma noktasına getirilmiş olması bundan sonraki benzer teşebbüsleri olağanlaştıracak ve kolaylaştıracak. Böylece Türkiye demokrasisi önemli bir eşiği aşmış olacak. Siyasetin başı çekmesinin hak ve görev olduğu gerçeği uzun zaman bu kuralı tanımaya direnen çevreleri de sarmalayacak.
‘’Evet’’in Sonuçları
Referandumdan ‘’evet’’ çıkması çeşitli vadelere yayılacak bir çok sonuca yol açacak. Siyasal sistemimiz de, siyasal kültürümüz de ciddi biçimde etkilenecek ve değişecek.
Türkiye’de olağan demokratik iktidarlar merkez sağ iktidarlardır. Sol iktidarlar Türkiye siyasetinde bir standart değil bir sapmadır. Şimdiye kadarki tüm merkez sağ hükümetler yönetim sisteminden şikayetçi oldu. Demokratik iktidar alanının keyfi olarak sınırlandığına işaret etti. Bunun değiştirilmesini istedi. Bir merkez sağ siyasal hareket olarak AK Parti de bu çizginin dışına çıkmadı. Burada bir parantez açıp AK Parti’nin merkez sağ partisi olduğu tespitine –veya iddiasına- gelebilecek itirazlara cevap verelim. Türkiye’de totaliter dinsel bir hareket olan FETÖ’nün ve zaten Müslüman olan geniş toplumu kamu zoruyla Müslümanlaştırmayı –yani kendi belirlediği kalıba sokmayı- hedefleyen radikal dinsel akımların AK Parti’den şikayetçi ve hatta nefret eder olması AK Parti’nin merkez sağda olduğunun ve merkez sağ zincirin son halkasını teşkil ettiğinin en iyi delilidir. Bununla beraber bu başka bir tartışma konusudur.
Türkiye’de bürokratik vesayet sistemi demokratik iktidarı yürütmeyi ikiye parçalamak ve seçilmiş iktidarı bürokratik iktidarla kuşatmak suretiyle egemenliğini tesis etmişti. Şimdi durum değişiyor. On yıllar öncesinden başlayan değişim süreci çeşitli faktörlerin tesiriyle AK Parti zamanında hızlandı. 16 Nisan referandumu ‘’evet’’ cevabını açığa çıkarırsa yürütmede iki başlılık sona erecek. Böylece bürokratik vesayet sistemi öenmli bir sacayağını kaybetmiş olacak.
Bu aynı zamanda yürütmenin demokratiklik vasfını takviye edecek. Hükümet parlamenter sistemde olduğu gibi parlamento içinden çıktığı için dolaylı meşruiyete sahip olmayacak, halk tarafından doğrudan seçildiği için doğrudan demokratik meşruiyete dayanacak. Bu bürokratik vesayet odaklarıyla mücadeleyi kolaylaştıracak. Çünkü hiçbir iktidar yetkilerini bürokratik odaklarla paylaşmak, onların boyunduruğu altına girmek istemez.
Değişiklik yürütmeye istikrar da getirecek. Parlamenter sistem özellikle siyasetin aşırı bölündüğü ülkelerde yürütmede istikrarsızlığa yol açar. Seçimler hükümet üretmediği zaman parlamento içi oyunlar, çalımlar, pazarlıklar başlar. Etkinsiz ve ortakların en küçüğünü ayartma suretiyle çalışamayacak hale getirilebilecek koalisyon hükümetleri ortaya çıkar. Hükümet her an güvenoyu alamama durumuna düşerek gitmek zorunda kalabilir. Hükümetlerin sorumluluğu belirsizleşir.
Oysa önerilen sistemde işler çok farklı. Seçim günü saatler gece yarısını gösterdiğinde yürütme organının kim olacağı belli olur. Yürütme yasamadan bağımsız olacağı için görev süresini tamamlar. Siyaset çirkin pazarlıkların alanı olmaktan bir ölçüde çıkar. Böylece hükümetler önünü görebilir. Ne kadar uzun vadeyi görebilirse o kadar uzun vadeli projelere girişebilir. Hükümetlerin başarısı ve başarısızlığı çok daha kolay biçimde teşhis edilebilir.
Yeni sistem parlamentoyu iktidar işlerinden ziyade yasama işlerine yönelmeye teşvik eder. Yasama faaliyetlerinde uzmanlaşacak vekil sayısı artar. Parlamento vaktinin daha fazla kısmını yasama faaliyetlerine ayırır.
Yasama-yürütme ayrılığı yasama meclisinin üyelerinin kendileri, seçmenleri ve çıkar grupları adına lobicilik faaliyetlerini de azaltır ve değişime uğratır. Milletvekilleri tek veya ana işi iş takipçiliği olan kimseler olmaktan çıkar.
Cumhurbaşkanlığı sistemi siyasi kültürde de önemli değişikliklere yol açar. Yeni sistem toplum içinde demokratik uzlaşmayı teşvik eder. Cumhurbaşkanı seçimi hemen her seferinde iki turlu olacağından ikinci turda seçmenler iki ana kanada katılır. Bir benzetmeyle ifade edecek olursak dereler ırmaklara katılır. Böylece demokratik siyaset zamanla istikrar kazanır. Siyasi gelenek ve teamüller oluşur ve yerleşir.
Türkiye siyasetinin önemli bir problemi siyasi kadroların yenilenme hızının yavaş olması. Bu sadece muzaffer liderler ve kadrolar için değil devamlı yenilen, seçim kaybeden liderler ve kadrolar için de böyle. Parlamenter sistem böyle olmasının en önemli nedenlerinden biri. Ecevit, Türkeş, Demirel, Erbakan gibi isimler kırk, elli sene siyasi hareket lideri oldular. Ancak ölüm gibi doğal olaylarla koltuklarını terk ettiler. Oysa yeni sistemde başarılı bir liderin görev süresi en fazla on yıl olacaktır. Bunu daha iyi anlatabilmek için Erdoğan üzerinden meseleye bakalım: Erdoğan önce başbakan sonra cumhurbaşkanı olarak on dört yıldır iş başında. Yeni sistem cari sistem olsaydı Erdoğan çoktan siyaset sahnesini terk etmiş olacaktı. Yeni sisteme geçilemez ve eski durum devam ederse Erdoğan 2024’te tekrar AK Parti’nin başına dönebilir ve Allah ömür verirse bir yirmi sene daha başbakan olarak yola devam edebilir.
Cin Şişeden Çıkıyor
Yeni sistemin siyasi kan yenilenmesine katkısı muhalefet açısından da geçerli. Yeni sistemde yarışı kaybeden liderler buna rağmen koltuğunu muhafaza edemez. Partisi bir sonraki seçimi kazanmak için arayışa girer.
Mağlup lider koltuğunu terk etmek zorunda kalır. Böylece siyasetin iktidar kanadında olduğu gibi muhalefet kanadında da kadro yenilenmesi hızlanır.
16 Nisan bir bakıma cinin şişeden çıkması anlamına geliyor. Şişeden çıkan cin tekrar şişeye girmeye zorlanamaz. İster ‘’hayır’’ isterse ‘’evet’’ çıksın bu değiştirilemez. İşte bu yüzden 16 Nisan siyasi tarihimizde bir dönüm noktası olacaktır.