Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), kurulduğu günden itibaren geleneksel milliyetçi bir siyasi çizginin temsilcisi olarak tabanının ve aldığı oy oranının ötesinde bir ağırlığa sahip. Bu sebepledir ki 2007’de Cumhurbaşkanlığı krizi, 2015’te muhalefetin hükümet kuramaması, 15 Temmuz ve sonrasında yaşanan sistem değişikliği ve ittifak süreci gibi son 15 yıllık süreçte yaşanan çeşitli kırılma anlarında MHP’nin konumu ve tercihi belirleyici oldu. Dolayısıyla MHP, kuruluşundan bugüne güçlü bir iktidar alternatifi olamasa da bazı kritik anlarda aldığı pozisyonlarla siyasetteki kırılmanın yönünü tayin etti veya en azından bu güce sahip olduğunu gösterdi.
Öte yandan 2023 seçimleri yaklaştıkça kamuoyunda siyasal partiler etrafında dönen tartışmalar da yoğunlaşıyor. Bu noktada tüm siyasi partiler, farklı açılardan ve çeşitli sebeplerden dolayı tartışmaların odağında yer alıyorlar. Ancak MHP’nin söz konusu tartışmalarda daha az yer tuttuğu kolaylıkla fark ediliyor.
MHP’nin göz ardı edildiği bir diğer konu ise “milliyetçi seçmen” tartışmaları. Söz konusu seçmen kümesinin 2023 seçim sonuçlarını belirleyecek gruplardan biri olması sebebiyle “milliyetçi seçmen”i odağına alan bu tartışmalar, son dönemde yoğunlaştı. Bu tartışmaların eksenini ise milliyetçiliğin “dönüşümü” veya “yükselişi” oluşturuyor. Öte yandan homojenliğini uzun bir süredir yitirmiş olan bu seçmen kümesi üzerinden hem 2023 seçimleri hem de milliyetçi seçmen sosyolojisinin dönüşümüne yönelik analizlerde, MHP’nin rolü ve konumu büyük oranda ıskalanıyor veya bilinçli bir şekilde göz ardı ediliyor. Ancak MHP, 2023 seçimlerinde gerek kurumsal yapısı ve etkisi gerekse genel başkan Devlet Bahçeli’nin tercihi sebebiyle bu alanda önemli bir rol oynayacak.
Milliyetçi Seçmen Sosyolojisinin Tarihsel Dönüşümü ve MHP
Son dönemde hem küresel anlamda popülist/aşırı sağın yükselişi hem de Türkiye’de seçmen sosyolojisinin dönüşümü sebebiyle milliyetçilik tartışmaları yoğunluk kazandı. Bu noktada Türkiye’de genelde milliyetçiliğin, özelde ise seküler milliyetçiliğin bir artış eğiliminde olduğuna dikkat çekiliyor. Yani seçmen nezdinde milliyetçilik artarken, milliyetçi seçmen sosyolojisinin de bu doğrultuda dönüştüğü söyleniyor. Bu yöndeki analizlerde doğruluk payı olmakla birlikte meselenin dar bir perspektifle ele alındığını söylemek mümkün. Bunun temel sebebi ise milliyetçi seçmen grubunun uzun zamandır homojenliğini yitirdiği gerçeğinin kabul edilmesine rağmen kendi içinde müstakil çizgilere sahip bazı sosyolojik kümelerin göz ardı edilmesidir. Diğer bir deyişle söz konusu seçmen sosyolojisinde kabul edilenden veya sanılandan daha çeşitli bir milliyetçilik ayrımı olduğu ıskalanmaktadır.
Tarihsel olarak incelendiğinde Türkiye’deki milliyetçilik geleneksel anlamıyla sağ siyasetin bir çizgisi olarak güç kazanmış ve MHP tarafından temsil edilmiştir. 60’ların sonu ve 70’lerde sol siyaseti bir tehlike ve düşman olarak odağına alan ve reaksiyoner bir siyaset izleyen bu çizgi, geleneksel milliyetçilik şeklinde özellikle Orta Anadolu ve taşradaki daha dindar/muhafazakar seçmen sosyolojisinde destek buldu. Dolayısıyla kendisine, tabanına paralel bir temel ve kimlik oluşturdu.
12 Eylül darbesi ile birlikte milliyetçi siyasetin büyük darbe almasının ardından 80’lerde hem MHP hem de bu sosyolojiye dönük özel siyasi çizgi, temsiliyetini büyük oranda başka partiler çatısı altında sürdürdü ve ancak 90’larda toparlanmaya başladı. Özellikle bu yıllarda PKK terörünün etkisiyle büyükşehirlerde yaşayan ve daha seküler yaşam biçimine sahip olan seçmenlerde milliyetçi eğilimler arttı. Bu dönemde MHP lideri Alparslan Türkeş de dindar/muhafazakar taşra milliyetçileriyle seküler şehir milliyetçilerini tek bir çatı altında toplamayı MHP’nin yeni siyasi hedefi olarak belirledi ancak ömrü vefa etmedi.
MHP, 90’lar ile başlayan ve hala devam eden süreçte reaksiyoner ve tehlike/düşman odaklı siyasetinin merkezine sol siyaset yerine ayrılıkçı terörü koydu. Bu noktada 90’ların istikrarsız siyasi yapısı ve terörle mücadelede yaşanan kırılmalar MHP’ye yönelik desteğe de yansıdı. Ancak 2002 seçimlerinde yaşanan siyasi kırılma hem milliyetçi sosyolojiye hem de MHP’nin siyasetine yansıdı.
AK Parti’nin 2002’de tek başına iktidara gelmesi sonrası 28 Şubat ile başlayan süreç zirveye ulaştı. AK Parti kadrolarının muhafazakar/dindar yapısı ve Batı ile ilişkileri geliştirme odaklı siyaseti üzerine farklı bir milliyetçi dalga yükselişe geçti. Ulusalcı olarak adlandırılan, Atatürkçü, Batı karşıtı ve laiklik odaklı yeni tarz milliyetçi eğilim, daha çok CHP ile özdeşleşti. Ancak AK Parti’nin, taşradaki seçmenlere dindar/muhafazakar değerler üzerinden ulaşmaya başlaması ve doğrudan rakip haline gelmesi sonrası MHP, söz konusu ulusalcı kitleyi yeni seçmen hedefi olarak belirledi ve buna uygun yeni bir söylem üretti. Bunun sonucu olarak da MHP, Batı kıyılarındaki illerde ve bazı büyükşehirlerde tarihinin en yüksek oy oranlarına ulaştı. Böylelikle MHP, geleneksel tabanını kaybetme uğruna AK Parti karşıtı grubun ana aktörlerinden biri haline geldi.
MHP’de Kırılma ve Milliyetçi Sosyolojinin Ayrışması
Ulusalcılığın 2000’lerin başında yakaladığı ivmeyi hızla kaybetmesi, bunu takiben AK Parti tarafından başlatılan çözüm süreci hem taşrada hem de şehirlerde terör karşıtı reaksiyoner milliyetçiliğin artışına sebep oldu. Bu noktada MHP de reaksiyoner milliyetçiliği takip ederek söylem ve siyasetini buna göre belirledi ve AK Parti karşıtı grupta olmayı sürdürdü. Ancak 7 Haziran seçimleri sonrası Devlet Bahçeli’nin HDP’nin içinde yer aldığı veya dışarıdan destekleyeceği bir CHP-MHP koalisyonuna kapıları daha seçim gecesi kapatması hem MHP içinde ve tabanında kırılmaya hem de milliyetçi seçmende bir ayrışmaya sebep oldu.
7 Haziran’da Bahçeli’nin HDP ile aynı blokta yer almayı reddetmesi sonrası muhalefetin AK Parti’nin olmadığı bir koalisyon kurmakta başarısız olması ve tekrarlanan seçimler sonrası AK Parti’nin yeniden tek başına iktidara gelmesi, MHP içinde ve tabanında büyük bir kırılmayla sonuçlandı. MHP, yapılan bu tercih sonrası tekrarlanan seçimlerde önemli bir oy kaybına uğradı ve parti içi muhalefetle Bahçeli arasında liderlik mücadelesi başladı. Ancak Bahçeli bu mücadeleyi kazandı ve parti içi muhalefet İYİ Parti’yi kurarak MHP’den ayrıldı.
Tüm bunlar yaşanırken PKK’nın 2015’te saldırılarını artırması ve çözüm sürecinin bitirilmesinin ardından AK Parti, devletçi refleksler ile güvenlikçi politikaları önceledi. Buna paralel olarak AK Parti’nin “yerlilik ve millilik” odaklı bir pozisyon alması, MHP ile arasındaki ideolojik ve söylem odaklı sert ayrışma ve kutuplaşmayı yumuşattı. 15 Temmuz’da yaşanan FETÖ’cü darbe girişimi ardından oluşan “Yenikapı Ruhu”, AK Parti ile MHP’yi genelde “yerli ve milli” siyaset, özelde ise devletçi refleksler ve beka kaygısı gibi çeşitli alanlarda yakınlaştırdı.
Dolayısıyla MHP’nin 7 Haziran’da reaksiyoner milliyetçilik ile ulaşmayı başardığı şehirli-seküler ve AK Parti karşıtı milliyetçiler ile dindar/muhafazakar değerler bağlamında AK Parti tabanına yakın, daha geleneksel milliyetçiler de ayrıştı. Buna paralel olarak MHP, AK Parti ile ittifakı sonrası geleneksel milliyetçiliği merkezine alan milliyetçiliği tercih etti veya etmek durumunda kaldı.
Yeni Milliyetçi Seçmen Kümeleri
Özellikle son 5 yıllık süreçte milliyetçi sosyoloji içerisindeki ayrışma daha fazla çeşitlendi. MHP’nin büyük oranda temsil ettiği geleneksel milliyetçilik ve İYİ Parti’nin kısmen temsil ettiği ulusalcı veya daha seküler ve batıda yaşayan milliyetçilik çizgileri bu sosyoloji içerisindeki yegane ayrışma olmaktan çıktı. Buna ek olarak genç ve genç-yetişkin yaş gruplarını kapsayan iki farklı milliyetçi eğilim ortaya çıktı.
Bunlardan ilki, söz konusu sosyolojinin içerisinde bulunmakla birlikte Suriyeli göçmenlere duyulan tepki sebebiyle yabancı karşıtı eğilimlere sahip olmasıyla dikkat çekiyor. Öte yandan yine seküler ancak aşırı milliyetçi söylem ve politikaları destekleyen, ekonomik olarak alt ve orta grupta yer alan seçmen kitlesinden oluşuyor. Bu grubun şu an için Ümit Özdağ tarafından konsolide edilmeye çalışıldığı söylenebilir.
İkinci yeni eğilim ise kabaca daha çok büyükşehirlerde yaşayan, orta sınıflaşmaya veya orta sınıf konumunu pekiştirmeye çalışan ve nispeten daha eğitimli gençlerden oluşan grup olarak tarif edilebilir. Bu noktada söz konusu grubu diğerlerinden ayrıştıran en önemli özelliği, doğrudan milliyetçi sosyolojinin bir parçası olmaktan ziyade yeni-genç sosyolojinin milliyetçi yansımalarına sahip kesişim noktasında yer almasıdır. Bu grup yine seküler olmakla beraber Batı’yı düşmanlaştırmak yerine ekonomik refah üzerinden ona özenen, geleneksel milliyetçiliğin toplumsal ve devlet odaklı değerleri yerine daha çok bireysel değerleri ön plana çıkarıyor. Yine diğerlerinden farklı olarak bu grubun baskın veya sabit bir siyasi tercihi bulunmuyor.
Dolayısıyla milliyetçi seçmen sosyolojisini homojen bir grup olarak ele almak mümkün değildir. Bu noktada muhafazakar-geleneksel, ulusalcı-şehirli, yabancı karşıtı-aşırı ve yeni-bireysel olmak üzere en az dört farklı milliyetçi seçmen kümesinden bahsetmek mümkündür. Böylelikle milliyetçi seçmen grubunun eskiyi de kapsayan ancak yeni bir seçmen sosyolojisi olduğunu anlamak gerekiyor. Nitekim ortak noktaları milliyetçilik olmakla birlikte milliyetçilik algıları ayrışan bu karmaşık sosyoloji için genelleyici analiz veya çıkarım yapmak mümkün değildir.
2023’e Doğru MHP ve Yeni Milliyetçi Sosyoloji
MHP’nin söz konusu yeni milliyetçi sosyoloji üzerinden 2023 seçimlerine yönelik yapılan tartışmalarda göz ardı edilmesi oldukça büyük bir hatadır. Bunun ilk ve temel sebebi ise MHP’nin 15 Temmuz sonrası AK Parti ile oluşturduğu Cumhur İttifakı ile birlikte milliyetçi sosyolojide hala en önemli orana sahip geleneksel milliyetçi kümenin en güçlü temsilcisi konumunda yer almasıdır. Özellikle geçmişte AK Parti’ye oy vermiş veya oy verme eğilimine sahip bu grubun milliyetçi-muhafazakar değerleri ön plana çıkaran iki partiden birini tercih etmesi olasıdır. Dolayısıyla MHP, bu tabanı önemli oranda koruduğu kadar, 2018’te tecrübe edildiği gibi, söz konusu seçmen kümesinin algısında AK Parti’nin yegane alternatifi olarak ön plana çıkmaktadır. Böylelikle 2023 seçimleri bağlamında AK Parti-MHP arası oy geçişkenliği mümkün hale gelmekte ve MHP, Cumhur İttifakı açısından bloklar arası oy geçişkenliğini frenleyen bir role sahip olmaktadır. Bu da 2023 seçimlerinde MHP’nin sahip olduğu en kritik roldür.
İkinci olarak MHP, yeni milliyetçi sosyolojiye ulaşmakta İYİ Parti gibi rakiplerinden, sahip olduğu avantajlar ile pozitif anlamda ayrışmaktadır. Bu noktada hem parti olarak sahip olduğu kurumsal ve algısal özdeşleşme hem de rakiplerine kıyasla net bir biçimde sahip olduğu ideolojik pozisyon en önemli avantajlarıdır. Dolayısıyla milliyetçi kaygılar ve ideolojik motivasyonla oy vermeyi önceleyen seçmenler açısından MHP bir adım öne çıkmaktadır.
MHP’nin 2023 açısından bir diğer kritik rolü, Bahçeli’nin 15 Temmuz sonrası sürdürdüğü net söylem ve politikadır. Bahçeli, bu tarihten itibaren tabana veya seçmene göre pozisyon almaktan yahut söylemini şekillendirmekten vazgeçmiş, doğrudan seçmene doğru pozisyonu gösteren bir konuma yerleşmiştir. Bu sayede Bahçeli ve MHP, oy kaybı ve çeşitli dezavantajları göze alarak siyasetin pragmatizm kısıtlamalarından ayrılmış ve milliyetçi sosyolojiye doğru pozisyonu alma davetine başlamıştır. Dolayısıyla MHP, 2023’te ittifak, aday veya söylem karmaşası yaşayan rakiplerinden ayrışarak net bir pozisyonla seçmen karşısına çıkabilmektedir.
Sonuç olarak MHP, 2023 seçimlerinde sanılandan daha kritik bir role sahip olacaktır. Her ne kadar seçim anketleri, her genel seçimde olduğu gibi oylarını düşük gösterse de MHP’nin milliyetçi seçmen sosyolojisi üzerindeki etkisi seçim günü yaklaştıkça ve sonrasında daha iyi anlaşılacaktır.