Avrupa Birliği Konseyi, Aralık 2023’te Ukrayna ve Moldova ile üyelik müzakerelerini açma kararı almıştı. 27 AB üyesi devletin dışişleri bakanlarının 25 Haziran 2024’te hem Ukrayna hem de Moldova ile müzakere masasına oturması ile müzakereler resmen başladı. Pek çok açıdan değerlendirildiğinde bu üyelik müzakere sürecini diğerlerinden farklı kılan özellikler var. Bu farkı anlamak için AB genişlemelerine kısaca bir göz atmak ve onlarla kıyaslamak gerek.
AB Genişlemeleri
Genişleme Politikası, AB’nin en önemli dış politika aracıdır. Bunun sebebi AB’nin genişleme politikalarında uyguladığı “dönüştürücü gücü” (transformative power) yani AB’ye üye olacak ülkeleri, kendi değerleri doğrultusunda değiştirebilme gücüdür. AB, genişlemeleri ile kendi değerlerini yayarak istikrar ve güvenliğini de güvence altına alabilmektedir. Ayrıca, AB yeni üye devletleri bünyesine katarak ekonomik, siyasi ve jeopolitik açıdan çok daha güçlü bir Birlik haline gelirken uluslararası sistemdeki etkinliğini de büyütmektedir.
AB, ilk genişlemesini gerçekleştirdiği 1973’ten beri pek çok genişleme dalgası ile üye devlet sayısını 28’e çıkarmıştı. Brexit ile İngiltere’nin Birlikten ayrılması sonrasında, şu anda AB bünyesinde 27 üye devlet bulunuyor. Her bir genişleme dalgası, o dönemin gerekliliği çerçevesinde değerlendirilerek uygun şartlar oluştuğunda gerçekleştirilmiştir. Örneğin, 1961’de Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) üyelik için başvuran İngiltere, İrlanda ve Danimarka, dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle’ün İngiltere’nin ABD ile olan yakın bağlarının Birliğe zarar vereceği görüşü ile ilki 1963’te ikincisi ise 1967’de olmak üzere iki kez reddedilmişti. İngiltere’nin dahil olduğu birinci genişleme dalgası, ancak de Gaulle’ün istifası sonrasında gerçekleştirilebilmişti.
İkinci genişleme dalgası da o dönemin konjonktürünün gerekliliği içerisinde ele alınmıştı. AET, Albaylar Cuntası'nın 1967 senesinde yönetime el koyduğu Yunanistan ile Ortaklık Antlaşması’nı askıya almıştı. Cuntanın yönetimi sivillere bırakmasıyla, demokratik bir yönetime kavuşan Yunanistan üyelik için tekrar başvurduğunda 6 yıl süren müzakere sürecinin ardından üye devletler Yunanistan'ı dışarıda bırakmak yerine, onun demokratikleşmesinin AET içinde daha etkili sağlanabileceği görüşünü savunarak Yunanistan’ı 1981’de üye yapmışlar ve bu kararlarında, “demokratikleştiririz” düşüncesi etkili olmuştu.
General Franco rejimi döneminde İspanya’nın 1962’deki AET’ye başvurusu reddedilmişti. İspanya, siyasi reformlar ve demokratik seçimler sonrası resmi başvurusunu 1977’de gerçekleştirmiş ve 1978’de AET’nin görüşmeleri başlatma kararı ile neticelenmesi söz konusu olabilmişti. Portekiz de benzer şekilde, Antonio de Oliveira Salazar’ın 1968’de yönetimi bırakması, 1974 askeri darbe sonrası kurulan rejimin yerine 1975 seçimleri ile demokratikleşme sürecine girmesi sonrasında AET’ye 1977’de resmi başvuruda bulunmuş ve 1978’de müzakerelere başlamıştı. 1981 Yunanistan ve 1986 İspanya ve Portekiz’in üyeliğinin gerçekleştiği güney genişlemeleri, AB’nin “demokrasi kulübü” olan tanımının “demokrasi okulu” betimlemesi ile anıldığı bir sürece çevrildiği dönemdir.
İber genişlemesinde engel teşkil eden konular arasında siyasi konuların dışında özellikle bu iki ülkenin Fransa ile benzer tarım ürünleri üretmesi de bulunmaktaydı. Ayrıca, uzunca yıllar diktatörlükle yönetilen İspanya ve Portekiz’in ekonomik olarak diğer üyelerden geride kalmış olması, diğer AET üye devletlerine bu iki ülkeden gelebilecek işçi akımı nedeniyle kaygıya sebep olmaktaydı. İspanya ve Portekiz’in üyelik süreci, AET'ye üye oldukları takdirde gerek tarım alanında gerekse işçilerin serbest dolaşımı konusunda üye devletlere ekonomik açıdan yük oluşturabilecekleri endişesi aşıldığında gerçekleştirilebilmişti. Tabii bu iki ülkenin jeopolitik önemi, özellikle hem Akdeniz hem de Latin Amerika ile yakın bağlarının AET’ye bu bölgelerle ilgili sağlayacağı avantajlar ve önceki genişleme politikasının başarısı, AET devletleri tarafından göz önünde bulundurularak, bu iki ülkenin üyelik sürecine olumsuz bakış değişmiş ve 1986’da üye olabilmişlerdi.
Dördüncü genişleme dalgası (İskandinav genişlemesi) ise Soğuk Savaş’ın sona ermesi neticesinde mümkün olmuştur. Soğuk Savaş esnasında tarafsızlık politikası izleyen Avusturya, Finlandiya ve İsveç, 1995’te AB’ye katılmıştır. Bu ülkelerin hem siyasi hem de ekonomik olarak halihazırda Avrupa standartlarında olmaları, üyelik süreçlerini kolaylaştırmıştır.
Beşinci genişleme dalgası ise Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerinin 2004 ve 2007’de AB’ye katılımı ile gerçekleşmiştir. Komünizmin çöküşü, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Sinatra Doktrini’nin Rusya Federasyonu tarafından benimsenmesi, bu ülkelerin AB üyeliklerine giden süreci kolaylaştırmıştır.[1] Estonya, Letonya, Litvanya, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Slovenya, Malta, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Macaristan 2004’te AB üyesi olmuşlardır. Bu ülkelerin AB üyelikleri Kopenhag kriterlerini yerine getirerek AB benzeri ülkeler haline geldiklerinde ve AB güvenliği ile istikrarına katkıda bulunacakları öngörüldüğünde gerçekleşebilmişti.[2] Bulgaristan ve Romanya’nın yolsuzluk ve bağımsız yargı karneleri, Birliğin istediği kriterde olmamasına rağmen bu iki ülke, 2007’de gecikmeli olarak üye olabilmişlerdi. Yunanistan örneğinde olduğu gibi Bulgaristan ve Romanya’nın AB içinde değişimi ve dönüşümünü sürdürmesine destek verilmişti.
AB’nin en son genişlemesi ise Hırvatistan’ın Birliğe üye olması ile gerçekleşmişti. Yugoslavya dağıldıktan sonra bağımsızlık kazanan Hırvatistan, Slovenya ile sınır meselesini çözdükten sonra AB’ye katılabilmişti. Balkanların AB için artan stratejik önemi, Hırvatistan’ın üyelik sürecini ve gelecekteki Balkan genişlemesi perspektifinin önünü açmıştı. Hırvatistan ile birlikte üyelik müzakerelerine 2005’te başlayan Türkiye için ise AB müzakere süreci de facto dondurulmuştur. Balkan genişlemesi gündeme gelirken ve Ukrayna ile Moldova’nın üyelik müzakereleri başlamışken akıllarımıza Türkiye ile üyelik müzakerelerinin ne olacağı sorusu gelmektedir. AB üyelik sürecini canlandırmaya yönelik adımlar atmaya hazır olduğunu ifade eden Türkiye’nin, jeopolitik risklerin ve Birliğe küresel güç olarak ivme kazandıracak adımların öneminin çoğaldığı bu dönemde, AB’nin değişen dünyadaki yeni jeopolitik riskleri de analiz ederek ortaya koyduğu yeni genişleme perspektifleri içinde değerlendirilmediğini görüyoruz.
Ukrayna ve Moldova’nın AB Üyelik Süreci
Uzunca bir süre genişleme yorgunluğu (enlargement fatique) içinde olan AB’nin genişleme süreci ile ilgili önemli adımlar attığını görüyoruz. Diğer bir deyişle, değişen dünyada ve yeni Avrupa güvenliğinde AB’nin uzunca bir süredir genişlemeye mesafeli durduğu politikalarını bir tarafa bıraktığına tanıklık etmekteyiz. Ukrayna Savaşı ve sonrası gelişmeler ile değişen konjonktürün AB genişlemesine ivme kazandırdığını hem Ukrayna ve Moldova’nın hem de Batı Balkanlar genişlemelerinin AB gündemine girdiği bir süreçle görüyoruz. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen bu değişikliğin sinyalini 13 Eylül 2023’te gerçekleştirdiği “Birliğin Durumu” konuşmasında vermişti. Bu konuşmada, Batı Balkan ülkelerinin içinde bulunduğu yeni bir grup devleti üye olarak kabul edeceklerini söylemişti. Bunun için de gösterilen tarih 2030’du. Bir sonraki genişleme ayağının önemli parçası olan Batı Balkan ülkeleri için 7 Mayıs 2024’te 4 milyar avro borç ve 2 milyar avro hibe olmak üzere 6 milyar avro destek kararı almıştı. Böylece bu ülkeler, ekonomik olarak da Birliğe üye olmak için hazırlanacaklardı. Tabii iki koşulla; siyasi reformları gerçekleştirmek ve Rusya’ya karşı AB ile aynı safta yer almak.
Bu yeni genişleme politikası içinde değerlendirilmeye başlayan diğer ülkeler ise daha önceleri Birliğin Komşuluk Politikası (European Neighborhood Policy) ve Doğu İnisiyatifi (Eastern Partnership) içinde değerlendirilen Ukrayna ve Moldova. Ukrayna ile AB arasındaki bu komşuluk ilişkisi, 2007-2011 arasında görüşülen ve 2014’te imzalanan Derin ve Kapsamlı Ticaret Alanı’nı da içeren Ortaklık Anlaşması ile farklı bir sürece evrilmişti. Bu anlaşmanın imza sürecinde dönemin Rusya yanlısı Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç’in bu anlaşmayı imzalamaya isteksiz olması, Kasım 2013’te Euromeydan ayaklanmaları olarak adlandırılan AB yanlıların protestolarına ve Yanukoviç’in iktidardan uzaklaştırılmasına yol açmış ve Rusya’nın 2014’te Kırım’ı ilhakı, bu sürecin neticesinde gerçekleşmişti. Rusya’nın Ukrayna’yı 24 Şubat 2022’de “özel askeri operasyon” olarak adlandırdığı işgali ise Ukrayna ve AB ilişkilerini özellikle de Ukrayna’nın üyelik sürecini hızlandıran faktör oldu. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı işgale başlamasından 4 gün sonra 28 Şubat 2024’te Ukrayna, AB üyeliği için başvurdu ve 23 Haziran’da Ukrayna’ya AB tarafından aday üye statüsü verildi.[3]
Moldova-AB ilişkisi, AB ile ortaklık ve İşbirliği Anlaşması imzaladığı 1994’te başlamasına rağmen Avrupa Komşuluk Politikası kapsamında Doğu Ortaklığı’nda değerlendirilip üye olmasındaki en büyük engel, ülkenin ekonomik olarak AB standartlarında olmaması ve en önemlisi de Rusya’nın desteğini alan Transdinyester bölgesinin durumuydu. Moldova da Ukrayna gibi AB üyelik başvurusunu Rusya’nın Ukrayna işgali sonrası 3 Mart 2022’de yaptı. Aday statüsünü ise 23 Haziran 2022’de Ukrayna ile beraber aldı. Ukrayna, halihazırda Rusya ile savaş halinde, Moldova ise Rusya’nın Transdinyester bölgesine desteği nedeniyle olası bir savaş durumundan kaygılı.
Ukrayna ile 25 Haziran 2024’te müzakerelerin başlayabilmesi hem Ukrayna Savaşı hem de Ukrayna’daki Macar azınlığa uygulanan muamele nedeniyle bu üyeliğe karşı çıkan Macaristan’ın ikna edilmesinden sonra mümkün olabildi. Hatta Macaristan’ın 1 Temmuz itibarıyla AB dönem başkanlığına gelmesinden önce Ukrayna ve Moldova ile resmen müzakere süreci başlatılarak olası bir engelin önüne geçildi. Ancak bu genişleme dalgasının, diğerlerinden farklı bu özellikleri dışında pek çok başka özelliği de bulunuyor. Bunlardan belki de en önemlisi AB’nin ilk defa savaş halinde olan bir ülke ile resmen üyelik müzakerelerine başlaması. Tabii bir de bu iki ülkenin üyelik başvurularından çok kısa bir süre sonra sürecin resmen başlatılması var. Geçmiş genişleme süreçlerine kıyasla Ukrayna ve Moldova için müzakerelerin üyelik başvurularından 2 yıl gibi kısa bir süre sonra resmen başlatılması, bu genişleme sürecinin özel hızlandırılmış üyelik süreçleri olduğunu gösteriyor.
Türkiye’nin AB üyelik süreci ile kıyaslandığında ise birkaç önemli fark karşımıza çıkmaktadır. Ajanda 2000 ile AB’nin üyelik koşulu olarak Türkiye’nin önüne konan “iyi komşuluk ilkesi” yani Türkiye’nin sınır ihtilaflarını çözme koşulu, 1997’de karşımıza çıkmıştı. Bu ilkenin, 17-18 Nisan 2024 tarihli AB liderler zirvesinde Yüksek Temsilci ve Komisyonun “AB-Türkiye Siyasi, Ekonomik ve Ticari İlişkilerinin Durumuna İlişkin Ortak Tebliği” dikkate alarak aldıkları kararda, Doğu Akdeniz’de ihtilafın çözümü ve Kıbrıs çözüm müzakerelerinin yeniden başlatılmasını ve ilerleme sağlanmasını, yeniden koşul olarak ortaya konduğunu gördük. Rusya ile savaş durumunda olan Ukrayna ve Rusya destekli ayrılıkçı Transdinyester bölgesi üzerinde toprak tartışması olan Moldova için ise genişleme süreci ve koşulları farklı işliyor.
Hırvatistan’ın üyeliği hariç daha önceki genişlemeler gerçekleştiğinde AB’nin Karşılıklı Savunma Maddesi (Mutual Defence Clause-Article 42.7 TEU) yoktu. AB’nin Karşılıklı Savunma Maddesi 42(7) NATO’nun kolektif savunma maddesi olan 5. maddesine benzer bir madde olarak Lizbon Antlaşması ile 2009’da kabul edildi. Buna göre, “Bir üye devletin kendi topraklarında silahlı saldırı mağduru olması halinde, diğer üye devletler, Birleşmiş Milletler Şartı'nın 51. Maddesi uyarınca, ellerindeki tüm araçları kullanarak ona karşı yardım ve destek sağlama yükümlülüğüne sahip olacaklardır. Bu, bazı üye devletlerin güvenlik ve savunma politikalarının özel karakterine zarar vermeyecektir. Bu alandaki taahhütler ve iş birliği, üyesi olan devletler için kolektif savunmanın temeli ve bunun uygulanmasına yönelik forum olmaya devam eden Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü kapsamındaki taahhütlerle tutarlı olacaktır.”[4] Bu durumda, Rusya ile savaşta olan Ukrayna’nın üyeliği, Birliğin Rusya ile olası bir savaşı göze alması demektir. AB Konsey Başkanı Charles Michel’in, Ukrayna ve Moldova ile ilgili bu üyelik girişimini, uzun bir sürecin sadece başlangıcı olarak dile getirmesini, bu açıdan belki de okumak gerekir.[5]
Sonuç olarak, AB’nin Ukrayna ve Moldova ile müzakere sürecini resmen başlatmasında değişen dünyada yeniden dizayn ettiği AB’de genişlemenin yeniden önemli olduğu ve ivme kazandığı sonucunu görüyoruz. AB tarihinde de genişleme süreçlerinde her bir genişlemenin kendi döneminin konjonktüründe değerlendirilerek gerçekleştirildiğine tanıklık etmiştik. Ukrayna Savaşı sonrasında da bunun değişmediğini görüyoruz. Daha önceki genişleme dalgaları ile AB siyasi ve ekonomik standartlarını benimseterek dönüştürdüğü ülkeleri bünyesine katıp coğrafi anlamda etki alanını genişleten Birlik, kendi istikrar ve güvenliğine de katkıda bulunmuştu. Batı Balkanlar, Ukrayna ve Moldova genişlemelerinin AB’ye geçmişteki genişlemelerin Avrupa’da kalıcı barış için olumlu katkısı gibi bir katkı sunup sunmayacağı ise bir soru işareti olarak duruyor.
[1] Soğuk Savaş sonrasında Sovyet Dışişleri Bakanı Eduard Şevardnadze’nin dile getirdiği gayriresmi bir doktrin olan Sinatra Doktrini’ne göre Frank Sinatra’nın şarkısı gibi (I did it in my way) her ülke kendi yolunu seçmekte özgürdür. Buna göre, isteyen Merkezi ve Doğu Avrupa ülkeleri Rusya etkisinden çıkabilecek AB ve NATO’ya üye olabileceklerdi.
[2] Kopenhag Kriterleri 1993’te AB Kopenhag Zirvesi’nde kararlaştırılan üyelik koşullarıdır. Siyasi kriterler: hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlık haklarına saygı ve demokrasiyi garanti altına alan kurumsal istikrar; ekonomik kriterler: işleyen Pazar ekonomisi; AB müktesabatı ile uyum. Gündem 2000 ile Türkiye’nin aday ülke olarak koşullarına yenisi eklenmiş ve “iyi komşuluk ilişkisi tesis etme” bir katılım koşulu olarak sunulmuştu. Buna göre diğer AB üye devletleri ve üçüncü ülkelerle sınır ihtilaflarını çözmelidir. Türkiye’nin Kıbrıs için önerilen barış planı Annan Planı’na güçlü destek vermişti. Ancak, GKRY ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) arasındaki anlaşmazlık çözülmeden ve adada barış ve yeniden federe bir yapıda birleşme için sunulan Annan Planı’na Türk tarafı evet derken Rumların hayır demesine rağmen GKRY AB’ye üye yapılmıştır.
[3] The European Union and Ukraine, September 2022, https://www.eeas.europa.eu/sites/default/files/documents/Factsheet%20-%20EU%20and%20Ukraine.pdf, (Erişim Tarihi: 1 Temmuz 2024).
[4] Lisbon Treaty - Mutual Defence Clause 42 (7), https://www.europarl.europa.eu/meetdocs/2009_2014/documents/sede/dv/-sede200612mutualdefsolidarityclauses/sede200612mutualdefsolidarityclausesen.pdf, (Erişim Tarihi: 3 Temmuz 2024).
[5] “Bu uzun bir sürecin başlangıcıdır. Bugün ileriye doğru attığımız önemli bir adımı kutlarken, önümüzdeki yolun sürekli çaba, özveri ve daha önemli reformlar gerektireceğini de kabul etmeliyiz. Ukrayna ve Moldova'nın AB'ye tam üyeliğin katı standartlarını karşılamak için kurumları güçlendirmek, yolsuzlukla mücadeleye devam etmek ve ekonomik istikrarı artırmak için çalışmalarına devam etmesi gerekecek”. “Statement by the President Charles Michel ahead of Opening Accession Negotiations with Ukraine and Moldova”, Council of the European Union, https://www.consilium.europa.eu/en/press/press-releases/2024/06/25/statement-by-president-charles-michel-ahead-of-opening-accession-negotiations-with-ukraine-and-moldova/, (Erişim Tarihi: 27 Haziran 2024).