Türkiye’de bir süredir “cezasızlık algısı” olarak isimlendirilen ve özellikle adi suçlarda faillerin yeterince cezalandırılmadığına ilişkin yaygın bir toplumsal kanaat bulunması olarak açıklayabileceğim bir sorunun varlığından söz ediliyor. Esasen daha çok insan hakları ihlallerine özgülenmiş bir kavram olan cezasızlık (impunity), BM tarafından “failin suçlanmasını, tutuklanmasını, yargılanmasını ve suçlu bulunursa gerekli cezalara çarptırılmasını ve mağdurların zararlarını tazmin etmelerini sağlayacak bir soruşturmaya tabi tutulmadıkları için cezai, hukuki, idari veya disiplinle ilgili süreçlerde hesap sorulamaması” şeklinde tanımlanıyor (E/CN.4/2005/102/Add.1). Dolayısıyla bugünkü tartışma bağlamında cezasızlık meselesinin daha farklı bir zemine oturduğunu söyleyebiliriz.
Suçu Önlemek, Yargılama, Cezalar ve İnfaz
Öncelikle sorunun üç farklı boyutu olduğundan söz edilebilir. Birincisi suçun önlenmesi, suç ve suçlunun etkin şekilde soruşturulması ve kovuşturma boyutudur. Burada hem idari kolluk anlamında suçun daha hayata geçirilmeden engellenmesi ve ortaya çıktıktan sonra da adli kolluk, cumhuriyet savcısı ve mahkeme tarafından soruşturulması ve davanın görülerek uygun hükmün verilmesinden söz edilir. Bu; cumhuriyet savcılığı, kolluk güçleri ve mahkemeyi içine alan bir süreçtir. İkincisi, cezaların yeterliliği meselesidir. Yani Türkiye’de bilhassa kamuoyu gündemine gelen belli başlı suç tipleri için öngörülen cezaların yeterli olup olmadığının değerlendirilmesidir. Üçüncü boyut ise hükmedilen cezaların infazına ilişkindir. Cezanın caydırıcılık ve ıslah edicilik fonksiyonlarını yerine getirecek şekilde infaz edilmesi, en az soruşturma ve dava süreçleri kadar önem arz eder.
Suçun önlenmesi önleyici kolluk işlevi bağlamında güvenlik kurumlarının yetkisi dahilindedir. Nitekim kanunlar, Türkiye’deki üç genel kolluk teşkilatına; Polis, Jandarma ve Sahil Güvenliğe suçu önleme görevi yüklemiştir (2559 s. k. m. 1,2; 2803 s. k, m.7; 2692 s. k. m.4).
Polisin kamusal alanlardaki rutin devriyeleri, durdurma ve kimlik sorması, önleme araması, istihbarat çalışmaları, tehlike arz edebilecek mekan veya işletmelerin özel bir denetim ve ruhsatlandırma rejimine tabi tutulması gibi faaliyetler, suçun önlenmesi amacını taşır.
Ancak suçu önlemenin polisiye tedbirler dışında sosyal, psikolojik ve iktisadi yönleri olduğunu ve sürecin neredeyse tüm kurumları içine aldığını da ifade etmek gerekir. Bugün haklı olarak yakındığımız insan hayatına ve bedenine karşı işlenen (yaralama ve öldürme gibi) suçların, uyuşturucu ve aile içi şiddet suçlarının önlenmesinde tıbbi destek, eğitim, sosyoekonomik refah artışı gibi faktörler, polisiye tedbirlerden çok daha etkili olabiliyor.
Bu anlamda, devletin meşru şiddet kullanma tekeli dışında, bireysel şiddeti bir çözüm yöntemi olarak kabul eden sosyokültürel normlardan psikiyatrik rahatsızlıklara kadar uzanan faktörler önemli yer tutuyor. Suç ve suçlulukla mücadelede asıl kazanımların emniyet, sağlık ve eğitim alanındaki önleyici tedbirlerin eş güdüm içinde uygulanmasıyla elde edilebileceğini belirtelim.
Suç şüphesinin ortaya çıkışından sonra ise cumhuriyet savcısı ile adli kolluk olarak polis (veya jandarma) soruşturmayı yürütür ve nihayetinde mahkeme yargılamayı tamamlayarak uygun cezalara hükmeder. Bu safhada Türkiye’de yani suçun etkin şekilde soruşturulup kovuşturulmasında münferit vakalar dışında geçmişe kıyasla çok büyük bir eksiklik olmadığı söylenebilir. Siyasi otoritenin iradesi, yeni teknolojik imkanlar ve kolluk birimlerinin artan kapasitesi sayesinde delil ve faillerin adalet önüne çıkarılmasında önemli bir mesafe katedildi. 1990’lar Türkiye’siyle neredeyse özdeşleşen faili meçhul cinayet olgusunun artık ortadan kaldırıldığı görülüyor.
Cezaların yeterliliği konusunda ise yaygın bir yanlış kanaatin hakim olduğunu ifade etmek gerekir. Bu yanılgı daha çok öngörülen ceza ile cezanın infazı sürecinde hükümlülerin erken tahliyesine imkan veren koşullu salıverme veya denetimli serbestlik gibi uygulamaların birbirine karıştırılmasından kaynaklanıyor.
Cezalardaki Artışlar
Özellikle 2005’teki ceza hukuku reformu ile eskiye kıyasla pek çok suçta cezaların ağırlığı ve infaz sürelerinin üç-dört kata varacak şekilde artırıldığı notunu da düşelim. 2005’ten sonra da caydırıcılık ve suçu önlemeye dönük düzenlemelerin hayata geçirilmesine çeşitli suç tipleri özelinde devam edildi. Örneğin;
- Cinsel saldırı suçunun nitelikli haline (m. 102/2) verilecek hapis cezasının alt sınırı 7 yıldan 12 yıla,
- Çocuğun cinsel istismarı suçunun nitelikli haline verilecek hapis cezasının alt sınırı 8 yıldan 16 yıla (mağdurun on iki yaşını tamamlamamış olması halinde ise bu cezanın alt sınırı 18 yıla),
- Çocuğun cinsel istismar sonucu ölümüne sebebiyet verilmesi halinde (ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum olan) hükümlünün cezaevinde geçireceği asgari infaz süresi 30 yıldan 39 yıla,
- Cebir, tehdit ve hile olmaksızın on beş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunma suçuna verilecek hapis cezasının alt sınırı 6 aydan 2 yıla (Bu suçun mağdur ile arasında evlenme yasağı bulunan kişi tarafından işlenmesi halinde verilecek cezanın alt sınırı 1 yıldan 10 yıla; üst sınırı ise 4 yıldan 15 yıla),
- Kasten yaralama suçunun canavarca hisle (örneğin yüze kezzap atmak suretiyle) ve mağdurun yüzünde sürekli değişikliğe ya da duyularından/organlarından birinin işlevinin yitirilmesine yol açacak şekilde işlenmesi halinde verilecek hapis cezasının üst sınırı 13,5 yıldan 18 yıla,
- Kasten basit yaralama suçunun kadına karşı işlenmiş olması durumunda verilecek hapis cezasının alt sınırı 4 aydan 6 aya,
- Kadına karşı işkence suçundaki cezanın alt sınırı 3 yıldan 5 yıla çıkarıldı.
- Bunun dışında özellikle kadınların mağdur olduğu ısrarlı takip (stalking) fiili, iki yıla kadar hapis cezası verilebilen ayrı bir suç olarak düzenlendi (Suçun çocuğa, ayrılık kararı verilen veya boşanılan eşe karşı işlenmesi durumunda hapis cezasının süresi 3 yıla kadar çıkabiliyor).
- Benzer şekilde kasten öldürme suçunun kadına karşı işlenmiş olması halinde failin müebbet değil ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılması öngörüldü. Böylece hükümlü “iyi halli” bile olsa cezaevinde geçireceği asgari süre 24 yıldan 30 yıla çıkarıldı.
Ceza ve infaz süreleri arasındaki farklılık, esas itibarıyla koşullu salıverme olarak bilinen ve hükümlünün cezaevindeki süreyi iyi halli olarak geçirdiğinin tespiti şartıyla ve birtakım tedbirler eşliğinde erken tahliyesine imkan tanıyan kurumdan kaynaklanıyor.
Bunun dışında zaman içinde Türk ceza ve infaz hukukuna giren hükmün açıklanmasının geriye bırakılması ve denetimli serbestlik uygulamalarının bazı hapis cezalarının hiç infaz edilememesi veya çok az infaz edilmesiyle neticelenmesine yol açtığı biliniyor. Bu kurumların yerindeliği ve etkinliği tartışılmalıdır. Özellikle kısa süreli hapis cezası gerektiren görece hafif suçlarda bu uygulamalar neticesinde infazın çok yetersiz düzeylere gerilemesinin caydırıcılığı ciddi anlamda zayıflattığı düşünülüyor. İtalyan ceza hukukçusu Cesare Beccaria’nın ifade ettiği üzere suçu önleyen cezanın ağırlığı değil, kesinliği yani kaçınılmaz şekilde uygulanacak olmasıdır.
Nitekim Adalet Bakanı Yılmaz Tunç da önümüzdeki dönemde Meclis gündemine yeni düzenlemelerin geleceğine işaret ederek “Ceza infaz sisteminde cezasızlık algısını değiştirecek düzenleme yapacağız. Özellikle 2 yılın altındaki suçlar bakımından bu suçların yatarının olmaması, kamuoyunda rahatsızlığa neden oluyor. 2 yılın altında ceza alanlar da cezaevine girecek” açıklaması yapmıştı.
Ceza Kanunu içinde nispeten hafif yaptırımlarla karşılanan örneğin basit yaralama veya tehdit gibi suçlarda failin cezasının yukarıda bahsedilen kurumların etkisiyle cezaevinde infaz edilmemesi, söz konusu fiil hayatında ciddi bir tesire yol açmış mağdur vatandaşta caydırıcılığın sağlanmadığı duygusu oluşturabiliyor. Dolayısıyla bu anlamda hayata geçirilecek bir düzenleme yerinde olacaktır. Bununla birlikte cezalandırmanın; caydırıcılık, tehlikeliliğe karşı toplumu koruma ve bilhassa ıslah edici fonksiyonunu bağdaştıracak bir anlayışla hareket edilmesi gerekiyor. Ve başta belirttiğimiz gibi soruşturma, ceza ve infaz dışında suçu ortaya çıkmadan önleyecek tedbirler de dikkate alınmalıdır.